Yaklaşık üç haftaya yakın bir süredir Ankara’dan İstanbul’a gerçekleştirilen bir yürüyüş siyaset gündeminde yer bulmaktadır. Her ne kadar CHP tarafından başlatılan bu yürüyüş ‘adalet’ mefhumu ile gerekçelendirilmeye çalışılsa da, ana muhalefet partisinin tam olarak hangi siyasî hedef ve beklenti ile böyle bir faaliyete giriştiği açıklığa kavuşturulmuş değildir. Bu bağlamda en öne çıkan hususların başında “yürüyüş ile ne amaçlanmaktadır?”, “yürüyüş nereye varacaktır?”, “yürüyüş kimler için işlevsellik arz etmektedir?” Ve “yürüyüşün Türkiye siyasetine ve siyasal sistemine etkisi ve hatta olası maliyeti ne olacaktır?” Gibi sorular gelmektedir. CHP’nin, Enis Berberoğlu’nun casusluk suçu gerekçesiyle 25 yıllık bir cezaya çarptırılması sonrası bu tür bir “organizasyonu” âniden kararlaştırdığını ileri sürmesi, doğal olarak akıllara birçok soruyu beraberinde getirmiş ancak gelinen noktada henüz tatmin edici açıklamalar yapılmamıştır. CHP üyelerinin de muğlak söylemler ile ‘geçiştirdikleri’ bu yaklaşım aslında partinin de kurumsal olarak yürüyüşün gidişatını kestiremediği gerçeğine işaret etmektedir.
SİYASÎ PARTİLER VE HÜKÛMET SİSTEMİ
Siyasî partilerin, çerçevesi net olarak belirlenmiş, toplum tarafından bilinen, somut ve kurumsal faaliyet alanları ve işlevleri bulunmaktadır. Türkiye’nin de bu doğrultuda önemli bir siyasî parti geçmişi bulunmasına rağmen, geçmişte bazı siyasî partilerin bu anlamda demokratikleştirici bir işlevden ziyade, sistemin ve bizatihi siyasetin tıkanmasına yönelik faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir. Halbuki demokratik siyasetin işleyişindeki en temel mekanizmaların başında gelen ve sivil siyasetin en önemli araçlarından birini teşkil eden siyasî partiler, siyaset alanının vesayetçi yapılar tarafından daraltılması karşısında da en temel siyasî araçtırlar. Eğer bir ülkedeki hükûmet sisteminin rasyonel ve demokratik bir çerçevesi bulunmuyorsa, ilgili partilerin de o sistem içerisindeki vesayetçi unsurlar karşısında zorlanmaları veya doğrudan bu vesayetçi alana angaje olmaları muhtemeldir. Örneğin Türkiye’de 16 Nisan’a kadar bu bağlamda hükûmet sisteminin sorunlu bir yapıya sahip olması, siyasî partilerin de işlevlerini zorlaştırmıştır. Bu bağlamda CHP ve benzeri partilerin de sistem kaynaklı sorunlara ek olarak siyaset alanını daraltma teşebbüsleri, Türkiye’de sivil siyasetin zaman zaman aksamasına yol açmıştır. Sistemin isleyişini aksatma eğilimindeki bazı siyasî partilere rağmen, Türkiye’de güçlü liderlerin varlığı ile sivil siyasetin devamlılığı belli aralıklarla da olsa sağlanabilmiş, ancak tahmin edileceği üzere, bu süreçte her siyasî parti gerekli dönüşümü ve demokratik rasyonelleşmeyi tam anlamıyla hayata geçirememiştir.
16 Nisan referandumu sonrası ise yeni bir hükûmet sistemi ile rasyonel bir çerçeveye kavuşturulan Türkiye’nin hükûmet sistemi, bu anlamda siyasî partilerin de dönüşümüne ve eski reflekslerinden arındırılmasına yönelik bir imkân sunmaktadır. Bu süreçte partilerin yeni sisteme uyum sağlamaları ve başta ‘iktidar olmak’ için gerekli olan kriterleri yerine getirmeleri, siyasî partilerin de geleceğini belirleyecek hayatî bir öneme sahiptir. Zira unutulmamalıdır ki, toplumsal talepleri ve millî iradeyi temsil ederek siyaset kurumlarını harekete geçirmek siyasî partilerin üstlendiği demokratik bir işlevdir ve bu nedenle demokratik bir hükûmet sistemine tam anlamıyla entegre olmayışları durumunda, ilgili siyasî partilerin iktidara ulaşması da ciddi ölçüde zorlaşmaktadır. Ancak rasyonel bir sistem olan Cumhurbaşkanlığı sisteminde bir siyasî partinin sisteme adapte olamayışı durumunda dahi, geçmişte sistemin genel olarak kilitlenmesinden ve örneğin diğer partileri de ilgilendiren, hükûmetlerin dahi kurulamaması gibi süreçler söz konusu olmayacaktır. Dolayısıyla yeni sistemle birlikte demokratik siyaset alanının dışına yeltenen her tür gayret uzun vadede devre dışı kalma sonucu ile karşı karşıya kalacak ve böylelikle geçmişteki sistemden kaynaklı genel sorunlar tekrarlanmayacaktır.
FETÖ VE PKK DESTEĞİ
Gelinen noktada ise CHP’nin rasyonel ve kurumsal bir siyasî yapıya dönüşümü karşısında yine CHP tarafından direnç gösterilmektedir. Bu husus son olarak Ankara’dan İstanbul’a gerçekleştirilen yürüyüş ile bir kez daha belirginleşmiştir. 14 yılı aşkın bir süredir ana muhalefet partisi konumunda olan CHP, Cumhurbaşkanlığı sisteminin kabulü ile birlikte artık somut politikalar üretmekten kaçma kolaycılığına başvuramayacaktır. 2019 yılında gerçekleştirilecek olan başta Cumhurbaşkanlığı seçiminde gerekli olan %50+1’lik oy ihtiyacı, CHP için de yeni arayışları ve stratejileri beraberinde getirmek zorundadır. Bu gerçeklik ile yüzleşmekten ziyade CHP somut getirisi saptanmamış bir yürüyüş düzenleyerek, esasen bir yandan olası tepkileri test etmekte diğer yandan ise iki muhtemel beklenti içerisinde olduğu izlenimini vermektedir.
Bunlardan ilki; CHP’nin uzun yıllardır başvurduğu “gerginlik siyaseti”ndeki ısrarın sürdürülmesidir. FETÖ ve PKK’nın da açık bir şekilde desteklediği yürüyüşün ilerleyen günlerde belirsiz bir sokak ve gerginlik sarmalına dönüşme ihtimali, bu ilk olasılığın teyidi olacak ve böylelikle partinin yeni sisteme adaptasyon sürecini de şimdilik erteleyecektir. 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin birinci yıldönümünde yürüyüş merkezli oluşabilecek tüm olası provokasyonlara bu bağlamda bilhassa dikkat etmek gerekecektir.
Diğer ihtimal ise yürüyüşün, CHP’nin şimdiden “2019 seçimleri” için başlattığı ve “hayır oyları”na talip bir “mobilizasyon atağı” olarak yorumlanmasıdır. Kuşkusuz bu değerlendirmeye göre CHP, başta parti içi muhalefet gibi sorunları da gündemden düşürmek düşüncesiyle başlattığı “yürüyüş hareketi” ile birlikte %48,6’lük “hayır” oylarının 2019 seçimlerine kadar tahkimini amaçlayan bir role talip olmuş olabilir. Her ne kadar CHP liderinin şimdilik genelleyici ve muğlak açıklamalarından buna dair belirgin bir söylem ve strateji alenen tespit edilemese de 2019’u hedefleyen bir çıkış hikayesinin gözetildiği ihtimaller dahilindedir. Diğer taraftan CHP’nin geçmişten gelen kronik siyasî refleksleri dikkate alındığı takdirde ise, ne Baykal ne de Kılıçdaroğlu döneminde rasyonel ve sivil siyaseti önceleyen siyasî tercihlerin yapılmadığı, hatta tam aksine sokak siyaseti ve gerginlikte ısrarcı siyasî arayışlara tevessül edildiği hatırlanmaktadır. Örneğin CHP tarafından başta Cumhuriyet mitingleri, 27 Nisan e-muhtırası, 367 Krizi, Gezi Şiddet Eylemleri ve 17-25 Aralık yargı darbesi gibi çeşitli süreçlere verilen destek ve bu süreçlerde partinin siyaset dışı unsurlara doğrudan başvurması, hafızalarda tazeliğini korumaktadır.
ESKİ ALIŞKANLIKLARA DEVAM MI?
Sonuç itibariyle, CHP’nin ‘adalet yürüyüşü’ ile siyaseten ne amaçladığı hâlâ muğlaklığını korusa da, uzun vadede CHP’nin geleneksel alışkanlıklarında bir kırılmayı sağlayabilir. Yürüyüşün bir gerginlikler silsilesine dönüşmediği takdirde, CHP için parti içi muhalefetin geçici bir süre susturulmuş olması yanı sıra bazı değişiklikler söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla CHP bu yürüyüş ile birlikte sivil siyaset alanının dışına tevessül etmediği, eski alışkanlıklarına başvurmadığı ve kendi dinamikleri gereğince 2019 seçimlerine yoğunlaştığı takdirde, bu durum, partinin Cumhurbaşkanlığı sistemine uyum sağlaması ve kurumsal dönüşüm ihtimalini de artıracaktır. Lâkin gerginlik siyasetine başvurularak eski alışkanlıklara tevessül edilir ise, CHP’nin yeni sistemdeki kurumsal dönüşümü ertelenecek, ve hatta CHP’nin siyasî parti işlevi de toplumsal sorgulamaya muhatap olacaktır. Bu sebeple yakın gelecekte “CHP içindeki başarısız liderliğin sorgulanmasını engelleme yürüyüşü”nün uzun vadeli bir sonuç ve başarı getirmesi ihtimali şimdilik düşüktür. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin CHP’deki bu olasılıklardan ötürü olumsuz etkilenmesi ise, geçmişteki vesayetçi parlamenter tecrübeye ve tüm sisteme yansıyan krizlere kıyasla, oldukça düşük bir ihtimaldir.
[Yeni Şafak, 07 Temmuz 2017].