SETA > Yorum |
Yeni Türk Dış Politikası ve Rehine Krizi

Yeni Türk Dış Politikası ve Rehine Krizi

Son dönemlerde, siyasi fırsatçılık ve hınç politikası, AK Parti karşıtı muhalefetin gramerini belirleyen başlıca iki unsura dönüşmüş durumda.

Birkaç gündür gündemin en önemli meselesi, IŞİD’in Musul’u işgali ve Türkiye vatandaşlarının rehin alınması konusu.

Türkiye’nin, rehineleri kurtarmak adına bölgede ve uluslararası alanda yürüttüğü çalışmalar son hızla sürmesine rağmen henüz sonuç alınabilmiş değil.

Bu ortamda kamu otoritesini temsil edenlere eleştiriler yöneltilmesi, sorunu bir an önce çözmeleri için telkinlerde bulunulması gayet doğal.

Siyasi fırsatçılığa ve hınç politikasına esir düşülmediği müddetçe bu eleştiri ve telkinler, alternatif çözüm önerileri oluşturmaya imkan tanıyabilir ve istenen sonuca daha sağlıklı bir biçimde ulaşılabilir.

Ne var ki son dönemlerde, siyasi fırsatçılık ve hınç politikası, AK Parti karşıtı muhalefetin gramerini belirleyen başlıca iki unsura dönüşmüş durumda.

Burada hem rasyonel hem de irrasyonel unsurları bünyesinde barındıran bir muhalefet etme biçimi söz konusu.

Siyasi fırsatçılık, rasyonel muhalefet alanına, hınç politikası ise irrasyonel muhalefet alanına tekabül etmektedir.

AK Parti dış politikasının bu süreçten ari olabileceğini kim söyleyebilir.

Hani yeterince “rasyonel olmamakla” itham edilen “dış politika” çizgisi.

YENİ DIŞ POLİTİKA

Eğer bugün değişen bir Türkiye’den bahsediyorsak, bunun varoluş zeminini sağlayan en önemli unsur yeni Türk dış politikasıdır.

2000 sonrasında bir yeryüzü cehennemine dönen, istikrarsızlaşma ve kaosu en derin şekilde yaşayan bir coğrafyada Türkiye, kendi içine kapalı bir siyaset yerine, çevresiyle bütünleşen iddialı bir siyaset izlemeyi tercih etti ve bir bölgesel güce dönüştü.

Türkiye’nin bu konumu, sadece Türk ekonomisine katkı yapmadı aynı zamanda sağladığı sembolik zenginlik, akademiden medyaya geniş bir alanı beslemiş, büyümesine imkan tanımıştır.

SEMBOLİK DİRENÇ

Hal böyle olsa da, süreçten doğrudan beslenen aktörlerin bir kısmı da dâhil olmak üzere bir dizi aktör yeni Türk dış politikasına sembolik bir direnç gösterdi.

Bu aktörleri en genel anlamda iki ana kategoride toparlayabiliriz;

  • Türkiye’nin çıkarlarını doğrudan Batı’nın ve 1945 sonrasında Batı’nın temsiliyetini üstlendiği düşünülen Amerika’nın çıkarlarında görenler
  • Türkiye’nin çıkarlarını Batı ve Amerikan karşıtlığında görenler

İlginç olan, bu iki kesimin de, yeni Türk dış politika çizgisine yönelik ilk sistematik saldırı gündemini teşkil eden “eksen kayması” tartışmalarından bu yana, aynı içerik ve argümanlarla yol almalarıdır.

Her iki pozisyonun da ortak noktası, Türkiye’yi özne olma imkânından mahrum bırakma çabası içerisinde olmasıdır. Birinci pozisyonu savunanlara göre Türkiye, “Batı’dan uzaklaşıp Ortadoğu’ya saplanmış”tır. İkinci pozisyonu savunanlara göre ise Türkiye, “Batı adına Ortadoğu’ya sızmaya çalışmakta”dır.

Hal böyle olunca, uluslararası alanda özellikle Davos olayı sonrasında yapılandırılan Türkiye karşıtlığı fırsat bilinmiş, yeni Türk dış politikası eleştirilirken bir yandan İsrail’in “her şeye gücü yeten efsane devlet” imajına, diğer yandan Amerika’nın “kadir-i mutlak kurucu özne” algısına hizmet edilmiştir.

Bugün bu iki kesim de yeni Türk dış politikasını “mesnetsiz İslam kardeşliği romantizmi” olarak yansıtmaya çalışmakta ve karşı karşıya kaldığımız rehine krizini bu ideolojik körlükle okumaktadırlar.

[Akşam, 17 Haziran 2014]