Tüm karamsar görüşlerin aksine Avrupa Komisyonu beklenildiği üzere Türkiye'nin gerekli 72 koşuldan 67'sini sağladığını gerekçe göstererek Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyi'ne Türk vatandaşlarına yönelik vize uygulamasının kaldırılması yönünde tavsiyede bulundu. Kalan koşulların sağlanmasının ardından Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi'nde yapılacak oylama ile vize muafiyeti 1 Temmuz itibarıyla yürürlüğe girmiş olacak.
Her şeyden önce bir haksızlığın giderilmesi adına hiçbir rasyonel ve ekonomik temeli kalmamış olan vize uygulamasının kaldırılmasının ikili ilişkilere pozitif bir hava katacağı açıktır. Vize uygulamasıyla AB kendi değerlerini yaymak ve AB'yi cazip hale getirme konusunda elindeki en önemli soft power imkanlarından birini yıllardır anlamsız bir şekilde kullanmamaktaydı. Vizelerin kalkmasıyla beraber Türkiye ile Avrupa arasındaki insani ve ekonomik ilişkiler daha da yoğunlaşacak ve zaten var olan karşılıklı bağımlılık daha da artacaktır. Bu şekilde soğuk savaşın başlamasından beri var olan ittifakın temelleri daha da güçlenmiş olacaktır.
Buna rağmen Avrupa Birliği'nin ve onun önde gelen ülkelerinin liderlerinin Türkiye'ye bakışlarında bir paradigma değişikliğine gittiklerini iddia etmek çok zordur. Mülteci krizinin zorlamasıyla uzunca dönemdir Türkiye'ye karşı dışlama ve yabancılaştırma politikası izleyen bazı Avrupalı politikacıların Türkiye'ye yönelik söylemlerini değiştirdiklerini ve daha pozitif bir dil takındıklarına şahit olduk. Buna rağmen bu tavır Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde daha önce görüldüğü gibi daha çok başı sıkıştıkça Türkiye'ye yönelen pragmatik yaklaşımların bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sonuçta ne Merkel Türkiye'ye yönelik imtiyazlı ortaklık önerisinden vazgeçmiş ne de diğer AB liderleri Türkiye'nin Avrupa'nın güvenliği ve istikrarı için nerdeyse bir asırdır oynadığı stratejik rolün farkına varmış görünmektedir. Bazı Avrupalı liderler daha çok küçük iç siyasi hesaplar ve kimlik siyasetine dayalı ideolojik nedenlerle Türkiye'yi dışlama ve küstürmeye yönelik politikaları benimsemiş durumdadırlar. Halbuki Türkiye'nin, dışında bırakıldığı bir AB'nin ne küresel düzeyde ne de Ortadoğu gibi bölgesel düzlemlerde oynayabileceği bir rol bulunmaktadır. Diğer taraftan Türkiye'nin de güvenliği ve ekonomik istikrarı için AB'ye olan ihtiyacı açıktır.
Bundan dolayı AB'nin Türkiye'ye yönelik politikalarında esasen zorunlu bir siyasi taviz olarak görülen vize muafiyetinden öte bir paradigma değişikliğine ihtiyaç vardır. Bunun için de iç siyasetin dar dünyasından kurtulabilen ve küresel ölçekte vizyon sahibi Avrupalı liderlere ihtiyaç vardır. Ancak bu tarz liderler Türkiye'nin Avrupa'nın güvenliği ve istikararı için oynadığı stratejik önemi kavrayabilirler. Ama maalesef bugün Avrupalı liderlerin çoğu aşırı sağın yükselişi, ekonomik kriz, mülteci krizi ve gün geçtikçe artan Rus tehdidi gibi karşı karşıya oldukları meydan okumalara cevap üretememekte ve günü kurtarma telaşı içerisinde hareket etmektedirler. Bundan dolayı açılacak olan yeni müzakere başlıklarıyla Türkiye ile AB arasındaki lişkilerde yeniden bir bahar havası yaşanmasına rağmen zamanla bu havanın dağılması muhtemeldir. Geçmişte birçok kez olduğu gibi bir daha ki krize kadar AB'nin Türkiye'ye yönelik "görmedim, duymadım, işitmiyorum" siyasetini izlemesi pekalâ mümkündür. Buna rağmen bunun sürdürülebilir olmadığı gayet açıktır. Bundan dolayı bir paradigma değişikliği ve bunu gerçekleştirebilecek olan yeni Avrupalı liderlere her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Şu andaki konjönktür ise bu konuda maalesef umutlu olmamıza imkan vermemektedir.
[Zaman, 5 Mayıs 2016].