Avusturya’nın başkenti Viyana 24 Haziran 2020’den itibaren dört gün süren protesto gösterilerine sahne oldu. Pandemi döneminde en ufak bir gösteriye dahi izin vermeyen ve bu nedenle ülkenin en tanınmış hukukçuları tarafından eleştirilen Avusturya hükümeti AB üyesi olması hasebiyle kendisinin de terör örgütü olduğunu kabul ettiği PKK gösterilerine izin vermekte bir beis görmedi. Üstelik PKK’lı Soner O. isimli bir kişi geçtiğimiz yıl Avusturya’da sosyal yardım görevlisi bir memuru öldürmüş olmasına rağmen gösteri izni alınmasında sorun yaşanmadı. Terör örgütü PKK ve Antifa’nın ortaklaşa düzenledikleri ve Türk soluna aidiyet bildiren bilumum marjinal örgütlerin kalıntılarının iş birliğinde düzenlenen gösterilerin Viyana için “klasik gösteri semti” olarak kabul edilen 1. Bölge yerine Türk diasporasının yoğun olarak yaşadığı bir bölge olan 10. Bölge’de düzenlenmesi oldukça dikkat çekici olmuştur.
En son Europol raporlarında da açıklandığı üzere Avrupa’yı –bu arada Avusturya’yı– finansal, eğitimsel ve adam kazandırma alanlarında lojistik üs olarak kullandığı bilinen PKK’ya gösteri izni vermek gibi kurumsal/resmi provokasyonun yanı sıra söz konusu gösteri/lerin Türk diasporasının yoğun yaşadığı bir bölgede düzenlenmesi/düzenletilmesi Türk gençlerinin reaksiyonlarının baştan hesaplandığını göstermektedir. Nitekim yaşananlar bu hesapların tuttuğunu gösterdi ve Türk gençleri terör örgütü yandaşlarının provokasyonlarına karşı tepkilerini ortaya koydular. Bunun üzerine Türkiye’nin Viyana Büyükelçisi Ozan Ceyhun’un da belirttiği gibi Avusturyalı güvenlik mensupları Türk gençlerine saldırdılar. Çok sayıda kişi yaralandı ya da polis tarafından göz altına alındı. Gösteriler sona erdi ve sahne kapandı.
Gösteriler Bağlamında Ankara-Viyana İlişkileri
Hem Avusturya hem de Türkiye kamuoylarında oldukça fazla ses getiren gösteriler nedeniyle her iki ülke karşılıklı olarak birbirlerinin büyükelçilerini dışişleri bakanlıklarına davet ettiler. Avusturya tarafında Başbakan Sebastian Kurz, dışişleri bakanı, içişleri bakanı ve entegrasyon bakanı konuya dair açıklamalar yaptılar ve bu açıklamalarında Türkiye’yi ve Türk diasporasını suçladılar. Türkiye ise Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla bir yazılı açıklama yayımlayarak Avusturya’yı uyardı.
Türk Dışişlerinin açıkladığı gibi teröre karşı mücadelede samimi olmayan bir tutum içine girdiği anlaşılan Avusturya’nın PKK’ya yönelik bundan sonra da “kolaylaştırıcı” adımlar atacağını öngörmek gerekmektedir.Söz konusu açıklamalar arasından ikisi başlığımız bağlamında özellikle değinilmeyi hak etmektedir. İlki Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg’in “Göstericilerin terör örgütlerinin destekçisi olarak nitelenmesi reddettiğimiz bir söyleyiştir. Bundan sonra bundan vazgeçilmelidir” açıklamasıdır. Schallenberg söz konusu açıklamayla onlarca PKK ve Abdullah Öcalan flamalarının taşındığı, marşların çalındığı gösterilerin PKK gösterileri olmayıp demokratik hak talebine örnek olduğunu ifade etmek istemiştir. Bu vesileyle tam da Türk Dışişlerinin açıkladığı gibi teröre karşı mücadelede samimi olmayan bir tutum içine girdiği anlaşılan Avusturya’nın PKK’ya yönelik bundan sonra da “kolaylaştırıcı” adımlar atacağını öngörmek gerekmektedir. Bu noktada değinilmesi gereken küçük bir not da PKK propaganda kitaplarının basıldığı Mandelbaum Yayınevi’nin Başbakanlık ve diğer resmi makamlar tarafından desteklendiği gerçeğidir.
İkinci ilginç açıklama ise Kadın ve Entegrasyon Bakanı Susanne Raab’tan gelmiştir. Raab gösteriler bağlamında Avusturya’da paralel toplumların varlığından endişe ettiğini belirterek elli yıldır kullanılan “entegrasyon” kelimesi yerine yeni kavram olarak “paralel toplumlar”ı politik ajandasının merkezine yerleştirmeye karar vermiş görünüyor. Hemen akabinde Raab “Radikalleşmeye Karşı Faaliyet Planı” isimli bir faaliyet planı açıklamıştır. Avrupa’da çok sayıda “meslektaşı” gibi İslam’a dair hiçbir akademik altyapısı olmamasına rağmen kendisini “İslam uzmanı” olarak lanse eden Susanne Schröter’in yapmış olduğu bir araştırmayı dayanak noktası yapan Raab kısa bir süre sonra kurulacak olan yeni güvenlik biriminin zeminini gösteriler aracılığıyla hazırlamış olmasının rahatlığında yaptığı basın açıklamasında “yeni düşmanlar”a karşı ne yapacaklarını anlatmıştır. Raab’ın hedef tahtasına koyduğu toplumsal kesimlerin Türk diasporasının çok önemli bir kesiminin olacağı tartışma götürmez. Her ne kadar Raab aşırılığa vurgu yapıyorsa da gösteriler sırasında Avusturya’da yasaklanmış olan Bozkurt işaretinin Türk gençleri tarafından yapılmasının üzerinde ısrarla dururken aynı yasak kapsamındaki PKK sembollerinin resmi izinle arzıendam etmesine ise hiç ses çıkarmamaktadır. Raab’ın zikredilen radikalleşmeden ne anladığı ise aynı açıklamasında Avusturya’daki Türklerin yüzde 45’inin kendisini Avusturya’dan daha çok Türkiye’ye yakın hissettiğinin ortaya konulduğu bir araştırmaya atıf yapmasıyla ortaya çıkmaktadır. Raab aslında radikalleşmeden değil de Türkiye’ye yakınlık duyulmasından rahatsız olmuş görünmektedir. Bu da hem PKK’nın önümüzdeki dönemde Avusturya devleti tarafından destek görmeye devam edeceğini hem de Türk diasporasının “paralel toplum oluşturma”, “radikalleşme” başlıkları altında değerlendirilerek baskılanmasının artacağını ve söz konusu baskılamanın bu sefer çok büyük kesimleri hedef alacağını işaret etmektedir.
Koalisyon Hükümeti Ne Yapmak İstiyor?
Koalisyon hükümetinin son olaylar aracılığıyla elde etmeye çalıştığı birkaç amacın bulunduğu anlaşılıyor. Bunlardan birincisi yabancı unsur olarak değerlendirilen diğer toplumsal kesimlere olduğu gibi Türk diasporasına karşı da on yıllardır “kurgusal entegrasyon” kavramı aracılığıyla sürdürülen baskının bundan böyle “paralel toplumlara karşı mücadele”, “radikalleşmeye karşı mücadele” başlıkları altında geliştirileceği anlaşılıyor.
İkincisi Başbakan Kurz’un İsrail lobisinin desteğini elde etmek için Türkiye karşıtlığı yapmasıdır. Bilindiği gibi Başbakan Kurz içinde bulunduğumuz dönemde Avusturya’nın İsrail’le ilişkilerini tarihinin en iyi seviyesine getirmiştir. Kurz’un bu hamlesinin arka planında onun İsrail lobisini giderek artan bir oranda çatırdama sinyalleri veren AB’nin belirsiz ve tehlikeli geleceği sonrası için ABD desteğini sağlamada anahtar olarak görmesinde yatmaktadır. Öte yandan İsrail muhipliğinden uzaklaşmış olan Türkiye’ye karşıtlık yapmak da açıkçası Avusturya için çok maliyetli görünmemektedir.
Üçüncü ve son hedef olarak ise yaklaşan Viyana eyalet seçimlerini belirtmek gerekir. 11 Ekim 2020’de gerçekleştirilecek olan seçimlerde 2015’te yüzde 9’luk hezimetten uzaklaşmak isteyen ÖVP ile yüzde 11 oy alan ırkçı FPÖ’nün ardından ancak üçüncü olmasına rağmen SPÖ ile koalisyon kurmayı başaran Yeşiller’in oy oranlarını artırma hedefleri bilinmektedir.
Bu noktada yaklaşan seçimlerde oy artışını sağlamak olarak ifade edeceğimiz ortak hedef için koalisyon hükümetini oluşturan ÖVP-Yeşiller’in PKK gösterileri aracılığıyla farklı seçmenlere mesaj verdiklerini vurgulamak gerekir.
Türk diasporasına karşı on yıllardır “kurgusal entegrasyon” kavramı aracılığıyla sürdürülen baskının bundan böyle “paralel toplumlara karşı mücadele”, “radikalleşmeye karşı mücadele” başlıkları altında geliştirileceği anlaşılıyor.Bu çerçevede ÖVP’nin gösteriler aracılığıyla bir bardakta fırtına koparmasının arkasında yatan hesabın Başbakan Kurz’un uzun dönemdir başarıyla kurguladığı ve uyguladığı aşırı sağcı seçmene göz kırpması olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kurz’un bu manevrasıyla tarihsel olarak hiçbir zaman diğer eyalet seçimlerinde gösterdiği başarının bir benzerini Viyana’da gösterip birinci parti olamayan ÖVP’nin bu seçimde de SPÖ’yü geçmesi hayatın olağan akışına aykırı gibi görünüyorsa da çok büyük bir oy artışı gerçekleştireceği tahmin ediliyor. Bunun en önemli nedeni ise ırkçı parti FPÖ’nün geçtiğimiz yıl yaşanan skandallar nedeniyle çok büyük oy kaybı yaşaması ve bu partiye kemikleşmiş oy verenlerin dışında kalan kesimlerinin büyük oranda ÖVP’ye yöneleceklerinin öngörülmesidir.
Yeşiller’e baktığımızda ise bu partinin bir önceki dönemde Federal Mecliste milletvekilliği yapan ve Avusturya’daki Türk diasporası tarafından “PKK milletvekili” olarak görülen Aygül Berivan Aslan’ın bu dönemde Meclise giremeyerek oluşturduğu “boşluğu” doldurmaya çalıştığını gözlemliyoruz. Buna göre Yeşiller uzun zamandır Türkiye’ye yakın duran Türk diasporası ile bağlarını koparma hamlesinin gereği olarak PKK ve Türkiye karşıtı diğer terör örgütü yandaşlarını kendisine doğal müttefik görmektedir. Nitekim Viyana Eyaleti Başkan Yardımcısı Birgit Hebein de PKK gösterilerinden birine katılmış ve desteğini açıklamıştır.
Yeşiller’in artık Avusturya’daki Türk diasporasının çok önemli kesiminden oy beklentisi olmadığı için rahat pozisyonda olduğunu belirtmek gerekir. Aynı şeyi ÖVP için de söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Zira bilindiği üzere bu ülkedeki Türk diasporası geleneksel olarak SPÖ’ye ve –PKK yandaşlığına evrilene kadar– Yeşiller’e oy vermektedir. Bu noktada ırkçı FPÖ ve ÖVP’nin aşırı sağcı seçmenin oyları için yarıştığını ve dolayısıyla Türk diasporasını ve Türkiye’yi yine hedef tahtası olarak araçsallaştırmaya çalıştıklarını söylemek gerekir. Yeşiller’in ise başka kaygılarla bu araçsallaştırmaya katıldığını ifade edebiliriz..