Hükümetin, Suriye ve Irak'a asker gönderme ve yabancı askerlerin geçişine izin verme yetkisini kapsayan tezkereyi Meclis'e götürdüğü bir dönemde Batı basınında AK Parti'nin dış politikasının iflas ettiğini iddia eden yazılar artıyor.
2009 Davos sonrası başlayan bu moda Erdoğan yönetiminin iç siyasette de "otoriterleştiği" ve "İslamlaştığı" eleştirilerini de içeriyor.
Bunun son örneği İngiliz Reuters ajansında çıkan analizde mevcut.
Analizde, Davutoğlu Hükümeti'ne yapılan eleştiri meselenin özüne işaret ediyor.
Türkiye'nin "bölgesel güç olma hayalinin başarısızlıkla sonuçlandığı" ve kendine atfettiği kurucu rolün "kibrin göstergesi" haline geldiği öne sürülüyor. Benzer şekilde, İtalyan II Giornale gazetesinde çıkan bir yazıda da "Ilımlı İslam ve onun demokrasi ile uyumlu olduğu masalı, bir asırdan kısa bir süre içinde Türkiye'de doğdu ve yine Türkiye'de öldü" yorumu dile getirildi.
AK Parti tecrübesini hem Türkiye'nin dönüşümünün hem de İslam- demokrasi uyumunun başarısızlığı şeklinde sunan bu yaklaşımın hedefi net. Türkiye'nin bölgesel bir güç olarak kendisini nasıl konumlandırdığını sorunsallaştırmak. Ve AK Parti'nin Ortadoğu'da düzenin kurulmasına aktif katkı yapma iradesini sorgulayarak tedip etmek.
Bu gayretin altyapısı da Arap Baharı sonrası Ortadoğu'ya yerleşen kaotik ortamın sorunlarının sorumluluğunu Türkiye'ye yüklemek.
Üretilen imaj şudur: Yeni Osmanlıcı emellere gark olmuş, hırslı Türkiye... Komşuları ile sorunları olan, Suriye'de ve Mısır'da kaybeden Türkiye... IŞİD'in yükselişinin mesulü ve aynı zamanda Kobani'de Kürtleri IŞİD'e ezdiren Türkiye... Bütün bu eleştirilerin üstünü örttüğü şey Türkiye'nin bölgesel politikasının arka planındaki iradenin ne olduğudur.
Şöyle soralım: Türkiye Ortadoğu'da ne istiyor? Bölgesel düzenin bölge içi aktörlerce barış ve işbirliği içinde tesis edilmesi. Halkların tercihi yönünde yönetimlerin oluşması ve Filistin sorunu başta, bölgedeki çatışmaların sonlandırılması. Bu yeni düzenin oluşumuna Türkiye olarak kurucu bir aktör şeklinde katılmak.
Yani özgürlüğün ve düzenin birlikteliği...
Ancak Türkiye ne ile karşı karşıya? ABD'nin başarısız müdahaleleri ve bölgesel mezhepçi kutuplaşma ile derinleşen kaos. Devlet yapılarının çözüldüğü bir ortamda devlet altı aktörlerin ve terörist grupların kurduğu iktidar haleleri. Esed rejiminin ve Sisi yönetiminin halklarına zulmeden otoriter uygulamaları.
Selameti Türkiye'de bulan Araplar, Ezidiler ve Kürtler'in ülkemize mülteci akını...
İşte asıl mesele bu noktada başlıyor.
Türkiye'nin ekonomi ve kültürel işbirliği gibi yumuşak güç unsurları ile oluşturulmasını istediği düzen yerine bölgede çatışmalar ve güvenlik sorunları yaygınlaşıyor. IŞİD'ın oluşturduğu tehdit Türkiye'yi sert güç unsurlarına müracaat etme zorunda bırakıyor. Bu çerçevede, IŞİD'e karşı oluşturulan koalisyona aktif destek vermeyi, Suriye ve Irak'ta güvenlik hattı ya da güvenli bölgeler oluşturulmasını tercih ediyor.
Obama'nın IŞİD ile mücadele için kurduğu mütereddit ve zayıf koalisyonun başarılı olması durumunda da başarısız olması durumunda da yeni sorunlar bekliyor Türkiye'yi.
Yeni göç dalgalarına ek olarak IŞİD ile, Esed rejimi ile ya da PYD çatışma ihtimali...
Terörün ülke içine uzanması ihtimali...
Net olan şey şudur: Türkiye'nin bölgedeki derdi düzen ve özgürlüğün tesisidir. Bu ikisinin birbirine bağlı olduğunu biliyoruz. Ve bu defa Türkiye komşularından gelmekte olan sorunları sert güç unsurları ile karşılama kararı almıştır. Bu yeni bir durumdur.
ABD ile aynı koalisyonda olma görüntüsü eleştiri üretecektir. Elbette Hükümet bir savaşa sürüklenmeden kendi milli çıkar hedeflerini gerçekleştirmeye çalışacaktır. Bununla birlikte, bu zor kararın riskleri ve sorunları ile yüzleşmek kaçınılmaz olacak.
Yeni imaj operasyonları da dahil...
[Sabah, 3 Ekim 2014]