Soğuk Savaş yıllarında Ortadoğu'da ABD olmadan savaş da barış da düşünülemezdi. Bölgenin güç hiyerarşinin tepesinde oturan ABD, Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından da bölgede belirleyici güç olmaya devam etti; ta ki Irak işgaline kadar. Irak, ABD'nin bölgeyle ilişkilerini derinden etkiledi. Bir taraftan yalanlar üzerine kurulmuş Irak işgalinin askeri ve finansal faturası; diğer taraftan da savaş ve ABD'nin içine düştüğü çıkmaz bölgesel aktörlerin hareket alanlarını genişletmesine ve geleneksel güç hiyerarşisini sorgulamasına sebep oldu.
Örneğin, İran bu aktörlerden birisiydi. ABD'nin Irak işgalinin belki de en bariz kazananıydı. İşgal sırasında önce ABD'ye karşı direnen gruplara destek oldu, ardından ABD ile anlaşıp yeni Irak'ı şekillendirmeye çalıştı. Tescilli İran düşmanı neoconlar Irak serüvenleriyle İran'ı bölgede daha etkin bir konuma taşıdılar. Cumhuriyetçilerin Beyaz Saray'ı kaybetmesiyle birlikte Irak, Obama dönemi dış politikasının da belirleyici psikolojik bariyerlerinden birisi oldu.
Irak travması yüzünden Obama yönetimi dış politika adımları atarken ürkek davranageldi. Müdahaleci pozisyondan izleyici siyasete yönlenmeye çalışırken, birkaç medyatik konu dışında dış politika gelişmelerinde isteksiz, kararsız ve ilgisiz bir tutum sergiledi. Arap Baharı ve Ukrayna gibi kilit ve sancılı süreçlerin yaşandığı, Filistin'de iki devletli çözüm hayallerinin buharlaştığı ve terörizmin yaygınlaştığı bir dönemde ABD yönetimi izlediği kararsız ve ilgisiz politikalarla bu tarihi dönüm noktasının menfi seyrine büyük katkıda bulundu.
Mısır'la birlikte Arap Baharı'nda tökezlemesi başladı. En son Sisi darbesine verdiği destekle bölgede tercihini demokrasiden değil statükodan yana kullandı. Suriye'de ne yapılmaya çalışıldığını üst düzey yetkililerin bile anlamadığı bir siyaset izledi. Suriye stratejik öncelik değil dedi; fakat Suriye'deki ilgisizliğin yarattığı IŞİD gibi sorunlarla yüzleşmek zorunda kaldı. Suriye'de cesaretlenen Rusya, Ukrayna'da ABD'nin başını çektiği bloka meydan okudu ve mevzi kazandı. Yakın müttefiki İsrail'in başbakanı Netanyahu, Obama'yı umursamadığı gibi ABD Kongresi’ni de kullanarak yönetime meydan okudu, yeni yerleşimler ve ırkçı politikalarla iki devletli çözümü çöpe attı. Dışişleri Bakanı Kerry'nin müzakere çabaları da beraberinde çöpe gitti. Küba'yla yakınlaşıldı, İran'la masaya oturuldu ama dünyanın önümüzdeki on yıllar boyunca mücadele etmek zorunda olduğu IŞİD gibi sorunlar, yüz binlerce can kaybı ve yıkım hep Obama yönetiminin gözleri önünde gerçekleşti.
An itibarıyla yıkımın devam ettiği Suriye konusunda hem yaptıklarıyla hem de yapmadıklarıyla en büyük sorumluluklardan birisi de ABD'nin üzerinde. Bir yandan BMGK'da bir türlü verimli bir şekilde kullan(a)madığı gücü, diğer taraftan da Suriyeli muhaliflere başından beri olduğu köstek, ABD'nin Suriye'deki yıkımdaki menfi katkısını ortaya koydu. Hava saldırılarının IŞİD'le birlikte Suriyeli muhalifleri hedef alması, kimyasal Esed'in ihlal ettiği kırmızı çizgilere göz yumması, insani yardım konusunda ekonomik gücüne paralel adımlar atmaması ABD'nin Suriye karnesinin zayıf olmasının başta gelen sebepleri arasında yer aldı.
İleride Obama dönemi dış politikasını yazacaklar, kararsız kelimesini fazlasıyla kullanmak zorunda kalacaklar.
[Akşam, 25 Mayıs 2015]