Yemen'de İran destekli Husilerin Aden'e yürüyüşü ve Suudi Arabistan liderliğindeki operasyon (Kararlılık Fırtınası) Ortadoğu'daki bölgesel güç mücadelesini yeni bir evreye taşıdı.
İran'ın Lübnan, Irak ve Suriye'den sonra Yemen'de elde ettiği kazanımlardan rahatsız olan ülkelerin bu müdahalesi "Sünni bir blok kurma" çabasının ilk adımı olarak nitelendirildi. Nitekim geçen cumartesi Mısır'ın Şarm elŞeyh kentinde toplanan Arap Birliği 26. Zirvesi'nden de Ortak Arap Gücü kurulması kararı çıktı.
Son dönemde S. Arabistan ile yakınlaşan Türkiye'nin bu yeni dönemde nasıl bir politika izleyeceği tartışılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Yemen müdahalesine destek vermesi ve İran'ı "bölgeyi domine etmeye çalışmak"la eleştirmesi kimi çevrelerce Sünni bloklaşmaya katılmak olarak yorumlandı. Halbuki ilk defa bu kadar net şekilde eleştirilse de Türkiye'nin, İran'ın Arap Baharı sonrası yürüttüğü bölgesel siyaset tarzından memnun olmadığı biliniyor.
Irak, Suriye ve şimdi de Yemen'de silahlı gruplar kurarak bu ülkelerin siyasetine müdahil olan İran'ın bölgeyi mezhep çatışmasına sürüklediği kapalı kapılar ardında ifade ediliyordu. Bu eleştirilerinde Türkiye mezhepler üstü bir dil kullandı.
Yine Türkiye, bölgedeki ülkelerin "makul" milli çıkarlarını gerçekleştirmesi konusunda işbirliğini tercih etti. Nitekim 2010'da İran'a nükleer programı konusunda destek veren Türkiye ABD ile ters düşmeyi göze almıştı. Hatta o dönemde Erdoğan-Davutoğlu ikilisi İrancı olmakla suçlanmıştı. Bugün ise Sünni bloklaşmaya katılmakla eleştiriliyor. Bu eleştiri Türkiye'nin bölgede ne yapmaya çalıştığını gözden kaçırıyor.
Hatırlayalım, Arap Baharı'ndan sonra Türkiye'nin amacı Mısır'ın demokratik dönüşümü ile yeni bir bölgesel düzenin kurulmasına katkı sağlamaktı. Yeni düzenin hedefi İran ve S. Arabistan tarafından yürütülen mezhepsel kutuplaşmayı aşmaktı. Ancak demokratik dalga Mısır'da Sisi darbesiyle kırıldı.
Statükonun karşı-devriminin arkasında Körfez ve S. Arabistan vardı. İran da sert gücünü kullanarak bölgesel boşluğu doldurmaya yöneldi. Şii milisler üzerinden billurlaşan güç temerküzü bir imparatorluk özlemine dönüştü. Bu noktada yapılması gereken İran'ın Şiici siyasetini dengelemekti. Yemen'de Husilerin darbesi bu dengeleme ihtiyacını gösteren son örnek oldu.
Dengeleme bloklaşmaya varmamalı... Körfez medyasında yer bulan "İran'la mücadele için bölgesel koalisyon" fikri bölgesel soğuk savaşın ilanı anlamına gelmektedir. Vekalet savaşlarının sürdüğü bölgede İran'ı dengeleme kavramı yerine İran'la mücadele kavramının oturtulması daha fazla çatışma demektir. Dini- mezhebi söylemle birleşen bu mücadele "gerçek İslam" adına daha fazla şiddet demek.
Bugün bölgenin önünde iki tarz-ı siyaset bulunuyor. İlki, İran ve S. Arabistan'ın temsil ettiği bloklaştırmaya dayalı yaklaşım. İkincisi ise, blok siyaseti yerine ortak menfaatlere dayalı ikili ilişkilerin konu bazlı ele alınması.
Türkiye konusuna göre değişen ikili yakınlaşmalar çerçevesinde bir bölgesel siyaset yürütmektedir. Erdoğan'ın İran eleştirisini ve nisandaki gezisinde gündeme gelecek açıklamaları bu minvalde yorumlamak gerekir.
[Sabah, 31 Mart 2015]