Katar dış politikası ile ilgili ilginç kararlar vermeye devam ediyor.
Önce 2019 yılının başından itibaren OPEC'ten çekileceğini duyurdu, sonra da Riyad'da düzenlenen ve Suud Kralı tarafından davet edilmesine rağmen Körfez İşbirliği Konseyi'ne katılmayacağını açıkladı.
Böylesi bir kararı alan ilk OPEC üyesi ülke Katar değil. Daha önce Endonezya, Ekvador ve Gabon üyeliklerini geçici süreliğine askıya almışlardı. Bu açıdan bakıldığında Katar'ın OPEC kararının siyasi boyutunun ağır basmadığı sonucuna varılabilir.
OPEC'ten çekileceğini duyururken bu kararın siyasi olmadığını, enerji kaynaklarının kullanım planlaması ile ilgili olduğunu vurgulasa da, böylesi bir kararın politikadan bağımsız olması mümkün değil.
OPEC kararının Katar'ı sıkıştırmaya dönük ambargonun hemen arkasından gelmesi gözden kaçmamalı.
En son düzenlenen KİK zirvesine katılmaması da Katar'ın dış politikası ve özellikle Körfez ülkeleri ile ilişkilerine dair politik bağlamını daha da ön plana çıkarmaktadır.
KİK zirvesine katılmamayı tercih etmesi de yalnızca abluka nedeniyle yaşanan krizin hala tam anlamıyla atlatılamamış olması değil, Katar'ın önümüzdeki dönemde KİK başta olmak üzere nasıl bir dış politika izleyeceği ile ilgilidir.
Başka bir deyişlei Katar'ın hem OPEC hem de KİK zirvesine katılmama kararı yakın geçmişin bir sonucu ve fakat Katar'ın –ve daha geniş bağlamda Körfez'in- nasıl bir eksene oturacağının bir göstergesi.
Katar'ın eskiye nazaran Suud ve diğer Körfez ülkelerinden daha otonom bir noktaya evrilmesi anlık bir gelişme değil. 2010 yılının sonunda başlayan Arap isyanları diğer ülkelerden farklılaşmasına yol açan süreçte, kritik bir dönemeci oluşturuyor.
2013 Temmuz'unda Mısır'da gerçekleşen darbe ise bu ayrışmanın bir politika değişikliğine dönüştüğü en önemli olay. Bu tarihten sonra Suud, BAE ve Mısır'ın oluşturduğu ittifak, Katar'a yönelik bazı zorlayıcı tedbirlere başvurdu.
Ancak Katar'ın kendini güvensiz hissetmesine ve daha otonom bir politika izlemesini gerektiren ana etken ise geçen yılın Haziran ayında uygulanan abluka oldu.
Abluka ile Katar'ın fark ettiği en önemli şey, tehdidin KİK'in dışından bir başka deyişle KİK'in kurulmasına neden olan İran'dan değil, içerden gelmiş olmasıydı.
Bu tehdidin kısa vadeli maliyetlerini Türkiye ve İran üzerinden, uzun vadeli sonuçlarını ise ABD ile savuşturması ise KİK içindeki pozisyonunu yeniden değerlendirmesine yol açtı.
Daha da önemlisi birçok ülke tarafından uygulanan ablukaya rağmen on sekiz ayın sonunda ablukanın ortaya çıkardığı maliyeti telafi etmesi, bu süreçte dış politikadaki opsiyonlarını çoğaltması Katar'ı psikolojik olarak rahatlatan ana unsurlar oldu.
Bu süreçte ABD yönetimi ile KİK'ten bağımsız olarak ilişki kurması, Trump'ı Pentagon ile dengelemesi ve Türkiye ile İran'la da ablukaya rağmen işbirliğini geliştirmesi Katar'ın bundan sonra KİK içinde kalmaya devam etse de daha otonom bir dış politika çizgisi tutturabileceğine işaret.
ABD yönetiminin savrukluğu ve dış politikayı günlük kararlarla yapılandırması bu arayışı daha da mümkün kılıyor.
Otonomi tabi ki kolay bir pozisyon değil. Bu noktada karşılaşabileceği en önemli risk de, ABD ile ilişkilerinin, Suud-ABD ilişkisine benzer bir noktaya evrilmesi. Tamahkar tüccar Trump'ın petrol ve doğalgaz zengini ülkelere bakışı bu anlamda etkili bir faktör olabilir.
[Fikriyat, 12 Aralık 2018].