2017 yılı Amerika-Türkiye ilişkilerinde, düşmanlıktan belirsizliğe geçiş yılıdır. Obama yönetimindeki ABD son güne kadar Türkiye’ye açık düşmanlık etmişti. Türkiye’yi istikrarsızlaştırıcı her türlü olaya Amerika doğrudan veya dolaylı destek veriyordu. FETÖ ve PYD başta olmak üzere Türkiye’ye saldıran örgütler resmen Amerikan koruması altına alınmıştı. 2016 yılında bu düşmanlık zirvesine ulaştı ve darbe teşebbüsünde somutlaştı. O zamana kadar Türkiye, eski müttefikinin tüm düşmanca tavrına rağmen, ilişkileri sürdürmeye gayret etmişti. Fakat darbe teşebbüsünden itibaren Türkiye, ABD ile arasına çok daha açık bir mesafe koydu. Amerikan düşmanlığı ise devam etti. Obama yönetimi son gününe kadar elinden geleni ardına koymadı.
2017 yılına gelindiğinde Trump’la beyaz bir sayfa açma ihtimali belirdi. Zira Trump söylemlerinde Obama’yı suçluyor ve onun her türlü siyasetini tersine çevirmeyi vaat ediyordu. Fakat olaylar beklendiği gibi gelişmedi. Trump, ülkede iktidarını kuramadı. Dış politikaya damgasını vuramadı. Amerikan dış politikası uzun süre serbest düşüşte devam etti. Obama döneminden kalma bürokratlar, yeni siyasi hedef yokluğunda kendi alanlarını genişlettiler ve bu alanlardan Türkiye düşmanlığını sürdürdüler.
Zamanla Trump’ın bu konuya da pek ilgisinin olmadığı ortaya çıktı. İçerideki iktidar mücadelesine öylesine odaklandı ki, dış politikada atılması gereken adımları dahi atmaz ve atamaz hale geldi. Hatta son zamanlarda dış politikayı, iç siyaset için bir araç olarak görme eğilimine kapıldı. Kudüs kararıyla iç siyasette bir manevra denedi fakat burada da işler sarpa sardı. Son olarak ortaya koyduğu ulusal güvenlik belgesiyle de bu hareketsizlik ve belirsizliğin devam edeceğini ortaya koymuş oldu. Trump’ın twitlerinden derlenen strateji planı, Trump’ın dış politika ve güvenlik önceliklerini vermekten uzak. Böyle olunca Türkiye’ye yönelik tavrının da ne olacağı veya yakın zamanda Türkiye’ye bir müttefik olarak ihtiyaç duyup duymayacağı gibi konular netlik kazanmıyor.
Belirsizlik de maalesef ilişkilere olumlu yansımıyor. Amerikan dış politikası belirsiz kaldıkça daha az güvenilir bir ortak oluyor. Ama Türkiye’ye zarar vermeye devam ediyor. Belirsizlik tüm dünyayı sarsıyor. Fakat son bir yılda Türkiye ABD'nin yokluğunda adım atmayı öğrendi. Barzani’nin bağımsızlık referandumu, Kudüs ve Katar krizlerinde ABD'nin yokluğunu fırsata dönüştürüp, somut kazanımlar elde etmeyi bildi. Kalan üç yılını tamamlayabilir mi bilinmez ama eğer Trump bu üç yıl boyunca iktidarda kalırsa ve bir kriz anında sıcak bir çatışmaya sürüklenmezse bu belirsizlik üç yıl daha sürecek demektir. Sonrası tekrar seçilip seçilemediğine göre değişecek. Bu kadar uzun vadeli tahlile şimdilik gerek yok ama 2018’in de belirsiz bir yıl olma ihtimali çok yüksek. Bu nedenle Türkiye de kendi elindeki kozları açık etmeden, adım adım bu ilişkiyi sürdürmenin ve kendine 2017’de sağladığı güvenceyi 2018’de daha da fazla avantaja dönüştürmenin yollarını arayacaktır.
Amerika ilgisizliğe teslim oldu
Halbuki Obama gittiğinde temiz bir sayfa açmak mümkündü. Türk tarafı bu anlamda elinden geleni yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Trump’la iki kez yüz yüze görüşme gerçekleştirdi. Defalarca telefonda konuştu. Bunları en zor şartlar altında ve ABD'nin umursamaz tavrına rağmen denedi. Bakanlar düzeyinde çok daha fazla görüşme gerçekleşti. Son olarak Başbakan Binali Yıldırım, Başkan Yardımcısı Pence ile görüştü. Fakat bunların hiçbirinde Amerikan tarafı Türkiye’nin müttefiklik hukukundan doğan beklentilerine karşılık vermedi.Hatta toplantıların öncesinde ve sonrasında Amerikan tarafı görüşmeleri çökertecek eylem ve söylemlerden çekinmedi. 16 Mayıs tarihinde yapılacak ilk görüşmenin hemen öncesinde Trump, PYD’ye silah yardımı yapılmasına ilişkin kararı imzaladı. Buna rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan muhatabını ikna etmeyi denedi. Rakka’ya yönelik ortak bir operasyon yapılması dahi teklif edildi. Fakat Trump’ın ilgisizliği bu konuda da kendini gösterdi. ABD Başkanı, bu planı kategorik olarak reddetti. Siyasi bir tavır alıp Obama siyasetini bozmak yerine var olanı sürdürme eğilimi gösterdi. Suriye’ye ve Rakka’ya ilgisinin olmadığını ve bu coğrafyada para ve asker kaybetmek istemediğini söyledi. Obama, PYD’yi Türkiye karşıtı olduğu için desteklerken, Trump ilgisizliğinden ve yeni bir planı olmadığından desteklemeye devam etti.
Bu görüşmelerde maalesef FETÖ konusunda da ilerleme kaydedilemedi. Trump bu konuda da adım atmadı. Halbuki bir iki pozitif sinyal bile Türk-Amerikan ilişkileri açısından çok kıymetli olabilirdi.
21 Eylül tarihinde Erdoğan ve Trump bir kez daha görüştü. Bu kez New York’ta yapılan görüşmelerin ardından Türk-Amerikan ilişkilerine son bir şans verilecek gibi oldu. Fakat hemen arkasından ABD'nin Ankara büyükelçiliği vize kriziyle ilişkileri tekrar sabote etti. Muhtemelen Trump’ın haberi dahi olmadan Ankara’da kurgulanan ve Dışişleri Bakanı Tillerson’ın destek verdiği veya vermek zorunda kaldığı bu hamle, Amerikan tarafının Türkiye karşısında ne kadar az kaldıracı olduğunu da gösterdi. Tarihte eşine benzerine az rastlanır bir saçmalık sahne aldı ve vize randevuları askıya alındı. Bütün diplomatik teamüllerin dışındaki bu adım, zaten uzun ömürlü olmadı. İki buçuk ay sonra yine Amerika tarafından kaldırıldı. Tutarlı bir zihni arka planı olmadığı açıkça ortaya çıktı.
İlişkilerde düzelme yaratmak için farklı kanal arayışları çerçevesinde Başbakan Binali Yıldırım ve Pence görüşmesi merakla takip edildi. 9 Kasım’da yapılan bu görüşmeden de anlamlı bir sonuç çıkmadı. İyi niyet beyanları dışında elle tutulur hiçbir açıklama yapılmadı. Belirsizlik devam etti.
Dış ilişkilerdeki siyasetsizlik
ABD dış politikasındaki belirsizliğinin ve siyasetsizliğinin en güzel örneklerinden birisi Barzani meselesiydi. Kimse ABD'nin bu kadar umursamaz ve bu kadar hazırlıksız olacağını beklemiyordu. Fakat ABD Barzani konusunda ne yapacağını bilmez haldeydi. Irak Merkezi Hükümeti, Kerkük operasyonunu başlattığında Amerikan ordusu ciddi bir şey olmadığı açıklamasını yaptı. Saatler sonra Kerkük Merkezi Hükümetin eline geçti. Amerika bu konuda da açık bir siyaset takip etmedi. Akıntıya teslim oldu.Katar meselesinde de benzer bir resim çıktı ortaya. Herkes ABD'nin Katar’a karşı Suud’u destekleyeceğini düşünürken, Washington Katar’la da bir silah anlaşması imzaladı ve Suudları ortada bıraktı. İlk gün destek verecek gibi duran Trump, sonra sessizliğe gömüldü.
Şimdi Suriye’de ABD'nin Rakka sonrası için de bir planı olmadığı çıkıyor ortaya. Boşluk nedeniyle Türkiye, İran ve Rusya ortak bir süreç başlattılar. ABD, bu konuda bile son derece sessiz. PYD’yi elinde tutmaya devam ediyor. Fakat onunla da ne yapacağı belirsiz.
Trump İran konusunda çok daha sert adımlar atacak gibi duruyordu. Ancak şimdiye kadar pek bir şey yaptığını söylemek mümkün değil. Seçim sırasında Obama’nın İran’la yaptığı anlaşmayı tarihin en kötü anlaşması olarak suçluyordu. İktidara geldiğinde bu anlaşmayı iptal edeceğini söylüyordu. Şimdilik erteleme yoluna gitti. Bu konuda da belirli bir planı olmadığı anlaşılıyor.
Umursamazlığın ve belirsizliğin son örneği Kudüs konusunda görüldü. Trump plansız bir şekilde sırf kendini kurtarmak adına popülist bir eyleme kalkıştı. Sonuç hem kendisi hem de ülkesi için hüsran oldu. Türkiye’nin öncülüğünü yaptığı bir tasarı BM Genel Kurulu’nda kabul edildi ve ABD'nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapma kararı gayrimeşru ilan edildi. ABD, tarihinin en büyük utançlarından biriyle karşılaştı. 128 ülkenin oyuna karşı ABD'yi sadece sekiz küçük ülke destekledi. Mikronezya ve benzeri ülkelerle beraber kendi evi olarak gördüğü BM’de yalnızlığa mahkûm edildi. Bundan endişe duyanlar oldu. Çünkü Trump oylama öncesi hem kendisi hem de BM temsilcisi aracılığıyla tehditler savurmuştu. Ve Türkiye bu tasarıya öncülük ettiği için Trump’ın öfkesinin Türkiye’ye yönelebileceğini düşüneneler vardı. Fakat bu hezimet öylesine derin bir hezimet oldu ki Trump’ın bu konuyu tekrar açacak hali kalmadı. Trump öylesine plansız ki, kendisini yalnız bırakanlara soracak bir hesabı dahi yok.
Trump’ın umursadığı ve hesapladığı tek şey kişisel iktidarını sürdürmek. Böyle olunca tüm bu alanlarda belirsizlik, plansızlık ve umursamazlık hâkim oluyor. Bu ilgisizliğin devam edeceğinin en iyi göstergesi ise Aralık ayında yayımlanan ulusal güvenlik belgesinde ortaya çıktı. Belirsizliklere son vermesi beklenen belge, listeye yeni belirsizlikler ekledi. Beş düşman (Çin, Rusya, Kuzey Kore, İran ve “cihatçı teröristler”) ismi açıkça hedef olarak zikredildi. Fakat bunların hangisinin öncelikli olduğu belli değil. Ayrıca bunlarla hangi yöntemler kullanılarak mücadele edileceği de belirlenmiş değil. Ortada net olan tek şey ABD'nin silah kullanmaya ve “hevesli partnerle” kısa vadeli iş yapmaya olan eğilimi. Diplomasiyi, ortak güvenliği ve hatta geleneksel müttefikleri bile göz ardı ediyor. Yani belge, Amerika’yı patlamaya hazır bir silah olarak tarif ediyor. Fakat bu silahın nerede ve nasıl patlayacağı belli değil.
Bu nedenle Trump’ın hala bir stratejisi vardır diyemiyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin alacağı pozisyon da netleşemez. Sadece Türkiye’nin değil. Rusya’dan Pakistan’a kadar kimse Trump’ın ne yöne döneceğine ve kime ateş edeceğine dair fikir sahibi değil. Böyle bakınca ulusal güvenlik belgesinin bile bir anlam ifade etmeyeceğini, Trump'ın öngörülemezliğinin zannettiğimizden de derin olabileceğini düşünmek gerekiyor. Bu belirsizlik tüm dünya siyasetini etkilediği gibi Türk-Amerikan ilişkilerini de şekillendiren ana etken olacaktır.
[AA, 2 Ocak 2018].