1- Batı medyasının 15 Temmuz darbe girişimine ilk tepkileri ne oldu?
Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki Paralel Devlet Yapılanması (PDY)/Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensubu cunta tarafından teşebbüs edilen darbeye ABD ve Avrupa kamuoyunun verdiği ilk tepkiler bekle-gör stratejisi etrafında şekillenmiştir. Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) gibi kurumların, ABD ve çeşitli Avrupa ülkelerinin yetkililerinin verdiği ilk tepkilerin zamanlaması bu görüşü desteklemektedir. Batılı yetkililerden gelen demokrasi ve hukuk devleti vurgusu ile seçilmiş hükümete destek çağrıları zamanlama olarak darbenin sivil güçler tarafından boşa çıkartıldığının kuvvetli emarelerinin belirmeye başlamasına denk gelmektedir. Bu anlamda yukarıda sayılan kurum ve ülkelerin yetkililerinin darbenin ve dolayısıyla hükümetin akıbeti belli olmadan kendilerini bağlayıcı açıklamalardan sakındıklarını not etmek gerekmektedir.Benzer bir tutum Batılı medya mecralarında da karşımıza çıkmaktadır. Darbe girişimini son dakika olarak takipçilerine duyuran Batılı medya organları, olanları anlatırken darbe karşıtı bir pozisyon almadan herhangi bir son dakika gelişmesini duyururken kullanılacak "serinkanlı" bir dili tercih etmiştir. Ancak bu tutumu gazeteciliğin "objektiflik" ilkesi ile açıklamak mümkün değildir. Çünkü anti-demokratik bir müdahaleye karşı tavır alan bir gazetecilik dili kullanmak gazetecilik faaliyetinin dayandığı değerlere içkin bir davranıştır.
Bu anlamda New York Post tarafından darbenin yapıldığı gecenin sabahında okuyucu ile paylaşılan Michael Rubin’in yazısı oldukça dikkat çekicidir. "Türkiye’deki Darbe Nasıl Umut Olarak Okunabilir" başlıklı yazı yukarıda açıklanan türden bir "tarafsızlık" kusurunun çok ötesinde anti-demokratik bir tutumu ortaya koymaktadır. Her darbenin "trajik" olduğu vurgulandıktan sonra sivil güçler tarafından boşa çıkartılmış olan 15 Temmuz darbe girişiminin faziletleri sıralanmıştır; önceki darbelerin hiçbirisinde Türk ordusu hiçbir zaman iktidarı uzun süre elinde tutmak istememiş, sadece koruyucu rolünü üstlenmiş ve demokrasiyi tesis etmek için denge mekanizmalarını kurmuştur.
2. İlerleyen günlerde haber içeriklerinde bir değişiklik oldu mu, öne çıkan temalar nelerdi?
Öne çıkan temaları başlıca dört ana başlıkta değerlendirebiliriz:- Odak Dağıtma
- Marjinalleştirme
- Okuru Güncelliğini Yitirmiş Söylemlere İnandırma
- Açık Manipülasyonlar Yürütme
Söz konusu marjinalleştirme çabalarını güncelliğini yitirmiş söylem üzerine bina eden yayın organları "Laikliğin Ebedi Koruyucusu" ordu imajını ön plana çıkartmışlardır. Darbe girişiminin "İslamcı hükümete karşı modern değerlerin anayasa tarafından görevlendirilmiş bekçisi olan ordunun bir kalkışması" olduğu şeklinde bir söylem kullanılmıştır. 16 Temmuz günü yayınlanan Almanca gazetelerin hemen hepsinde "Wächter des Laizismus" (Laikliğin Bekçisi) olan ordunun idareye laiklik karşıtı gidişat sebebiyle el koymaya çalıştığı başlıkları yer aldı. Neue Zürcher Zeitung aynı gün "Die Wächter der Republik" (Cumhuriyetin Bekçisi) başlığı ile verdiği haberde darbe karşıtı pozisyonu tartışılmaz olan Orgeneral Ümit Dündar’ın basın toplantısındaki resmi adeta darbeciymiş gibi vermiştir. Söz konusu tavır Batı basınının bir kısmı tarafından takınılmış ve bir diğer kısmı tarafından yadsınmış bir tavır olmanın çok ötesinde bir yaygınlığa sahiptir. 15 Temmuz darbe girişimi söz konusu olduğunda hiçbir şekilde gündeme alınması mümkün olmayan bu eski söylem Batı kamuoyunu Erdoğan karşıtlığında konumlandırma çabalarının bir parçası olarak kullanılmıştır.
Kolayca görüleceği üzere eski söylemin kullanılması ile darbe karşıtı göstericilerin marjinalleştirilmesi çabasının aynı merkezde odaklandığı görülecektir. Bu merkezi kısaca "odak dağıtma" olarak adlandırabiliriz. Batı basınında çıkan haberlere bakıldığında sanki Türkiye’de hiç darbe olmamış ancak "Erdoğan’a bağlı azgın bir kitle" laiklik karşıtı sokak gösterilerine başlamışçasına bir hava yaratılmıştır. Independent, "Erdoğan Kendisine Karşı Yapılan Darbeyi Türkiye’nin Tamamen İslamlaştırılması İçin Kullanabilir" başlıklı haberde insanların sokaklarda "Allahuekber" diye bağırarak dolaştığını iddia etmektedir. Haber İstanbul sokaklarının mini etekli kadınlar için artık daha güvenliksiz olduğu gibi iddiaları içerisinde barındırmaktadır. Benzer bir tutumu The Washington Post’un "Kaostaki Türkiye’nin Seküler Vatandaşları Daha Gergin" başlıklı haberinde de görmek mümkündür. Haberde darbe girişiminin ardından aşırılıkçıların sokakların hakimi olduğu iddia edilmektedir.
Kolayca okunabilecek olan gerçek uluslararası kamuoyunda demonlaştırılmak istenen Erdoğan’ın, darbe girişimi nedeniyle açıkça maruz bırakıldığı haksızlıktan doğabilecek sempatiyi ortadan kaldırmaya dönük bir çabanın varlığıdır. Örneğin darbe girişimine maruz kalmış bir Erdoğan’ın uluslararası kamuoyunda destek görmesi ihtimali kabul edilemez görülmüştür. Aynı şekilde hukuk devleti, temel insan hakları ve demokrasi gibi birçok kurumu işlemez hale getirecek olan darbeye karşı duran Türkiye imajı "İslamlaşan Türkiye" şeklinde değiştirilmeye çalışılmıştır.
18 Temmuz günü Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinde Reinhard Müller tarafından kaleme alınan "Ist Putschen Erlaubt?" (Darbe Yapmak Meşru mudur?) başlıklı yazıda "İnsan hakları demokrasinin önünde gelir" ara başlığı altında insan haklarını ihlal eden Mursi, Erdoğan gibi kişilere karşı anti-demokratik tedbirler almanın mümkün olduğu vurgulanmıştır. Bu düşünce yapısının çarpıklığı bir yana, Türkiye ile Mısır’da yaşananları mukayese etmek açık bir manipülasyon örneğidir. 16 Temmuz günü Rus Sputnik haber ajansında yer alan haberde Taksim Meydanı’nda darbe karşıtı gösteri yapan vatandaşlara ait bir resmin "Halk Darbeyi Kutluyor" alt başlığı ile verilmesi açık manipülasyonun bir diğer örneğidir.