‘Amerikan rüyasının’ en önemli unsurlarından birisi bu ülkenin kapılarının etnik, dini ve milli kökeni ne olursa olsun herkese açık olduğu fikriydi. Dünyanın en güçlü ülkesinin dünyanın her köşesinden insanların gelmek için can attığı bir ‘fırsatlar ülkesi’ olduğu düşüncesiydi bu. Çok çalışanın önünde hiçbir engel olmadığı, kurallara uyduğunuz sürece ayrımcılıkla karşılaşmayacağınız, din ve kültürünüzü istediğiniz gibi yaşayabileceğiniz bir toplum vadediyordu Amerika. Toplumun en üst seviyelerine ulaşabilen ve milyarlarca dolarlık şirketleri yöneten göçmen kökenli yöneticilerin başarısı da bu vaadin gerçekleştiğinin ispatı sayılıyordu. Ancak Trump’ın 2016 ve 2024 kampanyalarındaki göçmen karşıtı söyleminin, bugün uygulanmaya başlanan sınır dışı operasyonlarıyla zirve yapması, Amerikan rüyasının artık herkese açık olmadığı mesajını veriyor.
Sınır Dışı Operasyonları
Trump yönetimi işbaşına gelir gelmez geniş çaplı operasyonlarla ‘’illegal göçmenleri’’ sınır dışı etme vaadini yerine getirmek amacıyla düğmeye bastı. Amerikan tarihinin en büyük sınır dışı etme operasyonuna imza atma sözü veren Trump yönetimi, Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Teşkilatı’nı (ICE) harekete geçirerek birçok eyalette baskınlar düzenliyor. Bu baskınlarda suç işlemiş illegal göçmenlerin öncelendiği söylense de Beyaz Saray’ın günlük 1000 ila 1500 göçmeni sınır dışı etme baskısı yaptığı basına yansıdı. Bu rakamlara ulaşılabilmek için sadece suç işleyen veya çete mensubu olanların yetmeyeceği açık. Bu durumda Trump’ın vadettiği büyük sayılara ulaşmak için, farklı nedenlerle vize süresini geçirmiş (sivil suç) veya iltica başvurusu yapmış olsa da henüz resmi bir statüsü olmayan insanların da hedef alınması gerekecek.
Trump yönetimi sınır dışı etme konusunda ne kadar müsamahasız olduğunu göstermek için ICE’a ‘’sığınak şehirlerle’’ birlikte okullara ve kiliselere dahi girme yetkisi vermiş durumda. New York, Chicago ve Los Angeles gibi büyük Amerikan şehirleri suç işlememiş göçmenlerin tutuklanmasına izin vermeyen kanunlar geçirdikleri için ‘’sığınak şehirler’’ olarak anılıyordu. Bu şehirlerdeki yerel polis ve kolluk kuvvetleri, Trump’ın bu şehirlere federal güçlerle donanmış ICE’ı göndermesine engel olamıyor ve suçlu göçmenlerin bulunması konusunda da iş birliği yapmak durumunda. Trump başkanlık kampanyası döneminde Demokratların yönettiği büyük şehirlerin illegal göçmenlere kucak açarak hem göçmenlik yasalarını ihlal ettiğini hem de halkın güvenliğini tehlikeye attıklarını iddia etmişti. ICE operasyonlarıyla seçim vaatlerini yerine getirdiğini göstermek isteyen Trump, bu şehirlere yaptığı siyasi baskıyla da Demokratları suç işlemiş göçmenleri savunma pozisyonuna itmeye çalışıyor.
Trump yönetimi her ne kadar önceliklerinin yasa dışı göçle mücadele olduğunu iddia etse de şimdiye kadar alınan kararlar ve göçmenlere yönelik operasyonlar, kendisini Amerika’nın ‘asıl sahibi’ olarak gören beyazların, ülkenin giderek esmerleşmesine tepkisi olarak okunabilir. Yasal iltica statüsüne başvurusunun sonucunu bekleyenlerle ülkeye kaçak yollarla girenlerin veya suç işlemiş olan kaçak göçmenlerin hepsinin aynı ‘’illegal’’ olarak tanımlanarak aynı kefeye koyulması Amerika’nın gerçeklerini yansıtmıyor aslında. Hasbelkader bu ülkeye gelip vize süresini geçirerek bir hayat kuran, eşi ve çocukları Amerikan vatandaşı olan milyonlarca ‘belgesiz’ göçmen var. Bunların hepsinin sınır dışı edilmesi lojistik olarak neredeyse imkânsız. Ancak bugünlerde başlayan geniş çaplı sınır dışı etme operasyonları hem bu insanları korkutarak normal hayatlarına devam etmelerini engelliyor hem de onların Amerikan toplumunun bir parçası olmadığı mesajını veriyor.
‘‘Bana Yoksullarınızı Veriniz’’
Göçmenler ülkesi Amerika’nın tarihi, farklı göçmen gruplarına karşı oluşan siyasi dalgaların utanç verici pratikleriyle dolu elbette. Farklı dönemlerde İrlandalı, Çinli, Alman, İtalyan, Yahudi, Japon, Meksikalı, Latino, Güney Asyalı, Doğu Avrupalı, Ortadoğulu ve Müslüman göçmenler farklı sebeplerle yabancı düşmanlığının hedefi oldular. Bu anlamda bugünkü göçmen karşıtı dalganın da çok şaşırtıcı olmaması gerekiyor ancak bugünlerde bütün göçmen grupların hedef alındığını görüyoruz. Yıllarca ucuz işgücü sağlamalarından ekonomik fayda sağlanan ve birçoğunun bir ömür boyu ‘‘belgeli’’ göçmen haline gelebilmek için çalışıp didindiği kitlelerin toplumun dışına itilmeye çalışılmasının Amerikan rüyasının altını oyduğu kesin. Ekonomik ve sosyal dinamizmle birlikte nüfuz artışını da destekleyen göçmenliğin sınırlanarak Amerika’nın beyazlara ait olduğu mesajının öne çıkması, ülkeyi dünyanın farklı kültürlerine karşı da daha izole hale getirecektir.
Özgürlük Heykeli’nde yazılı Emma Lazarus’un şiirinden alıntılanan “Bana yorgunlarınızı, yoksullarınızı, özgürce nefes almak için yanıp tutuşan kitlelerinizi veriniz” ifadelerinin giderek anlamını yitirdiği bir Amerika var karşımızda. 17. Yüzyıl Püriten göçmenler Amerika’yı dünyaya örnek olacak ‘tepenin üstündeki şehir’ olarak tanımlamışlardı. J.F. Kennedy, Reagan ve Obama gibi birçok başkan da Amerika’nın bütün dünyanın umudu olan ve demokrasi ve moral değerlerin bayraktarlığını yapan istisnai karakterinden bahsetmeyi alışkanlık haline getirmişlerdi. Amerika’nın yerlilerini yerinden eden ve etnik temizliğe tabi tutan göçmenlerin zaman içinde yeni gelen göçmenlere dışlayıcı davranması Amerikan tarihinin en temel çifte standartlarından biri olageldi.
Amerika, tüm çelişkilerine rağmen kendisini herkese kucak açan bir göçmenler ülkesi olarak tanımlamaya devam ediyor. Ancak bu anlayışın giderek zayıfladığı ve Trump yönetiminin sınır dışı operasyonlarının da bu sürecin bir sonucu olduğu açık. 11 Eylül’den beri hem terörle savaş adı altında yaptığı stratejik hatalar hem de ekonomik krizler dolayısıyla kendini güvensiz hisseden Amerikan halkının yabancı düşmanlığı ve göçmen karşıtlığına daha fazla prim verdiğini görüyoruz. Özgürlük Heykeli’nin göçmenleri kucaklayan ifadelerine karşın, Amerikan rüyası Trump’ın ifadesiyle ‘‘b.k çukuru’’ ülkelerden gelenlere artık kapalıydı. Bunun geçici bir dalga olduğunu düşünenler olsa da Amerikan rüyasının sınırlarını gösterdiğini ve bu rüyanın belli göçmen kitleleri için artık ulaşılamayacak bir yere doğru evirildiğini söyleyebiliriz.
[Yeni Şafak, 31 Ocak 2025]