Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ikili ilişkiler ve bölgesel meseleler gündemiyle Doha’ya gitti. Katar, Türkiye’nin Körfez bölgesindeki en güçlü müttefiklerinden biri olmasının yanında hem güvenlik hem de ticaret açısından da en güçlü iş birliğine sahip olduğu ülkelerden biridir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti “Ortadoğu’da normalleşme” dalgasının başladığı çok önemli bir döneme denk gelmiştir. Geçen hafta Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid iki ülkenin normalleşme çabalarının bir başka göstergesi olarak Türkiye’yi ziyaret etmiş ve Erdoğan tarafından Ankara’da ağırlanmıştı.
Bu gelişmeler perspektifinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar ziyaretinin ne anlama geldiğini ve Ankara-Doha ilişkilerini etkileyip etkilemeyeceğini bu konunun uzmanlarına sorduk.
Hazırlayan Gloria Shkurti Özdemir
Uzmanlar Helin Sari Ertem Özden Zeynep Oktav Marwan Kabalan Emad Y. Kaddorah Osama Kubbar Gökhan Ereli
Helin Sari Ertem İstanbul Medeniyet Üniversitesi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar ziyareti Türkiye-BAE yakınlaşmasının adeta sağlaması niteliğinde. BAE ve Katar 2021 başında Ula’da yapılan Körfez İş Birliği Konseyi zirvesinden bu yana zaten buzları eritmiş ve sıra Türkiye’nin bölge ülkeleri ile ilişkilerinin normalleşmesine gelmişti. Son aylarda Türkiye’nin Suudi Arabistan, Mısır ve Bahreyn’le başlattığı diyalog ortamı BAE ile normalleşmeyi de beraberinde getirdi. Bir anlamda Katar tüm bu normalleşme çabaları için katalizör işlevi gördü. Dolayısıyla da ortada Türkiye-Katar ilişkilerini endişeye sevk edecek bir durum yok bilakis bu iş birliğini daha da geliştirme potansiyeli söz konusu.
Her iki ülke bölgede yaşanan sıkıntılı süreçler ve baskı ortamına rağmen uzunca bir süredir iş birliği halinde. Ankara ve Doha yönetimleri başta Suriye, Libya ve Yemen krizleri olmak üzere küresel ve bölgesel pek çok konuda benzer görüşlere sahipler ve bu sayede stratejik bir ortaklık kurmuş durumdalar. Bölgesel uzlaşma vurgusuyla öne çıkan ve bölge ülkelerinin geniş bir kesimini kapsayan bu yeni dönemde Türkiye ve Katar arasındaki iş birliği daha rahat bir atmosferde güçlenerek devam edecektir.
Tüm bu olup bitenleri sistemsel, bölgesel ve yerel dinamikler açısından anlamlandırmak mümkün. Sistemsel açıdan bakıldığında küresel düzlemde yaşanan ABD-Çin rekabetinin belirleyici olduğu söylenebilir. Çin ile rekabete odaklanan Amerikan yönetiminin eski Başkanı Barack Obama’dan bu yana Avrupa ve Ortadoğu’da bölge ülkelerinin “kendi sorunlarını öncelikle kendilerinin halletmesi” yönünde bir siyaset izlediğini, diğer bir deyişle “uzaktan dengeleme”ye (offshore balancing) gittiğini görüyoruz. Bu açıdan bakıldığında Ortadoğu’da gerek Türkiye gerekse diğer müttefik ülkelerin aralarındaki sorunları en aza indirmeleri dolayısıyla normalleşmeye gitmeleri sistemsel dengeler açısından Washington’ın da istediği bir durumdur. Müttefikleri arasındaki bağın kuvvetlenmesi bölgesel krizlere ABD yerine öncelikli olarak bu aktörlerin müdahale etmesini kolaylaştıracak, bu sayede Washington yönetimi dikkatini Asya Pasifik’e yönlendirebilecektir.
Bölgesel açıdan baktığımızda ise Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerin görece daha uyumlu ve iş birliğine açık politikalar izleyerek “Ortadoğu’da birlik”ten yarar sağlamaya çalıştıkları söylenebilir. Bu yaklaşım Türkiye’nin son dönemdeki beklenti ve ihtiyaçları ile de uyum içindedir. Libya, Suriye ve Yemen gibi kritik bölgesel sorunlarda bir kilitlenme söz konusu ve bunu aşabilmek için önde gelen bölge ülkelerinin uzlaşmaktan ya da belirli konularda taviz vermekten başka çaresi bulunmamaktadır. Devam eden istikrarsızlık ve gerilim ortamı ise en çok bölge ülkelerine zarar vermektedir. Gelinen noktada tüm taraflar ilişkilerin iyileşmesinin, kötüleşmesinden çok daha fazla getirisi olduğunu anlamış durumdadır.
Burada söz konusu iyileşmenin yerel boyutta yani ülkelerin iç siyasetinde oluşturacağı olumlu etkiye de değinilmeli. Bölge ülkeleriyle ilişkilerde sağlam bir zemin kazanımı Türkiye’nin diğer coğrafyalarda yaşadığı sorunlarda (örneğin Doğu Akdeniz ve Ege’de) elinin güçlenmesi kadar iç siyasette de görece rahatlaması anlamına gelecektir. Körfez ülkeleriyle normalleşme sayesinde Türkiye’ye yönelebilecek sıcak para özellikle ekonomik anlamda can suyu niteliğindedir. Sıcak para akışı beklenen ölçüde gerçekleşmese dahi ilk etapta kamuoyunda bir destek mesajı olarak algılanacak, yalnızlık hissini azaltacaktır. Ortadoğu’da birlik duygusunun güçlenmesi, söz konusu diğer ülkelerin halkları üzerinde de olumlu bir etki bırakacak, pandemi döneminde yaşanan içe kapanmayı aşmayı kolaylaştıracaktır.
Son yıllarda net bir şekilde görülmüştür ki Ortadoğu’da “kazan-kazan” yaklaşımına geri dönülmesi sadece Türkiye değil diğer aktörler açısından da çok daha avantajlıdır. Umarız bölgede gördüğümüz normalleşme hamleleri uzun vadede kalıcı olur. Zira bu durum doğru değerlendirilebilirse en çok bölge halklarının lehine sonuçlar oluşturacak, İslam dünyasının mustarip olduğu parçalanmışlık hissini bir nebze de olsa azaltarak Ortadoğu’nun huzur ve refahına katkı sağlayacaktır.
Özden Zeynep Oktav İstanbul Medeniyet Üniversitesi
Türkiye ve Katar 1972’den beri müttefik. Bu iki ülkenin birbirine yakınlaşmasına neden olan iki faktör var. Bu faktörlerden biri güvenlik, ikincisi ise ticaret. 2015’te Türkiye, Katar-Türk Birleşik Müşterek Kuvvet Komutanlığının liderliğinde Katar’da yaklaşık 3 bin askerin bulunduğu bir askeri üs kurdu. Katar’ın Türkiye’deki toplam yatırımları 22 milyar dolara ulaştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin BAE ile yakınlaşması esnasında Katar’ı ziyaret ederken Ankara bir yandan da Suudi Arabistan ve Mısır ile daha iyi ilişkiler kurmayı hedefliyor.
Buradaki bir mesele de Tel Aviv yönetiminin giderek daha fazla sayıda aktörün normalleşme sürecinin bir parçası olmasını istemesi sebebiyle İsrail’in konumuyla ilgili. Ancak Tel Aviv’in Körfez İş birliği Konseyi üyeleri dahil, bölgesel aktörlere İsrail’in Ortadoğu ve Basra Körfezi’ndeki “baş aktör” rolünü kabul ettirmesi oldukça zor görünüyor. Bu bağlamda Körfez İş birliği Konseyi ülkelerinin (özellikle Katar ve BAE’nin) Türkiye ile ticaret ve güvenlik ilişkilerini başlatmaya veya artırmaya yönelik heveslerinin arkasındaki temel motivasyonun ekonomi ve güvenlik imkanlarını hızla çeşitlendirmeye yönelik stratejik kararlarıyla yakından ilişkili olduğu söylenebilir. Şu anki ABD Başkanı Joe Biden’ın iktidara gelmesiyle Washington yönetimi petrol, silah satışları ve İran’ın baskılanmasına odaklanan ticari bir ilişkiden ziyade insan hakları ve diplomasinin Körfez ile ilişkilerinde yeni öncelikleri olacağını açıkça ortaya koydu. Bu, aynı zamanda başta Katar ve BAE olmak üzere Körfez İşbirliği Konseyi devletlerinin daha fazla bölge içi iş birliği ilişkileri arayışına girmesine yol açtı.
Türkiye, Katar ile birlikte Kabil Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı’nın işletilmesi üzerinde çalışmaya devam ederken her iki ülkenin liderleri de muhtemelen 6-7 Aralık’ta Afganistan’ın güvenlik sorununu ele alacak. Buna ek olarak insan hakları ihlalleri konusunda Katar’ın yoğun eleştirilere muhatap olduğu bir dönemde yapılacak olan Katar 2022 FIFA Dünya Kupası’nın güvenliği her iki liderin de temel kaygısı olacak.
Marwan Kabalan Arap Araştırma ve Siyaset Çalışmaları Merkezi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Aralık 2020’de Doha’ya yaptığı son ziyaretten bu yana bölgesel ve uluslararası ilişkiler köklü bir değişim geçirdi. Ocak 2021’de Suudi Arabistan’ın Ula şehrinde düzenlenen Körfez İş birliği Konseyi zirvesinde “Körfez kulübü”nü paramparça eden ve normalleşme olmasaydı bu kulübün bitişine yol açabilecek olan neredeyse dört yıllık bir kriz sona ererdi. Türkiye-Katar ilişkileri bu kriz sırasında neredeyse bir ittifaka dönüştü. İki ülke Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı devletinin çöküşünden bu yana ilk kez Türkiye’nin Körfez bölgesine askeri güç göndermesine izin veren bir antlaşma imzaladı.
İki ülke arasındaki ilişkilerin güçlenmesine de katkı sağlayan Arap Baharı devrimleri kötü sonuçlandı. Türkiye ve Katar İslamcı güçlerin kazanmaya çalıştığı Arap dünyasında demokratik geçişi destekledi. Bu devrimler Suriye, Libya ve Yemen’de kanlı uluslararası boyutlar kazanan iç savaşlara dönüştü. Sorunsuz ve barışçıl bir demokratik geçişe tanık olan Tunus’ta bile Başkan Kays Said, Anayasa’yı askıya aldı ve Temmuz 2021’de Parlamentonun yetkilerini dondurdu.
Uluslararası alanda ise eski ABD Başkanı Donald Trump Kasım 2020 seçimlerini kaybederek sahneyi terk etti ve demokratik rakibi Joe Biden iktidara geldi. Başlangıçta Katar’ı terörizmi finanse etmekle suçlayarak ablukayı destekleyen Trump’tan zarar gören Katar bu değişimi memnuniyetle karşıladı. Türkiye ise tam tersine seçim kampanyası sırasında hükümeti çok eleştiren Joe Biden’ın zaferinden pek memnun olmadı. Katar özellikle Amerikan güçlerinin Afganistan’dan kaotik bir şekilde çekilmesinden sonra ABD’nin en gözde Körfez müttefiki haline gelirken diğer taraftan Türkiye’nin YPG/PYD ve onun çatı örgütü SDF gibi terör örgütleriyle mücadelesine katkı sunmadı.
Ancak değişen bölgesel ve uluslararası ortama rağmen Türkiye-Katar ilişkilerinin zarar göreceğine inanmak için hiçbir neden bulunmuyor. Aksine iki ülkenin ilişkilerinin sürmesi ve daha da gelişmesi beklenmekte. Zira iki ülkenin bu durumu kesinleştirecek sayıda ortak görüşü ve çıkarı mevcut. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Doha ziyareti de Türkiye’nin değişen bölgesel yönelimlerinin Katar ile stratejik ilişkilerini etkilemeyeceğinin sinyalini vermekte ve bunu doğrulamaktadır.
Emad Y. Kaddorah Arap Araştırma ve Siyaset Çalışmaları Merkezi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 6-7 Aralık 2021’deki Katar ziyareti 2014’te kurulan Türkiye-Katar Yüksek Stratejik Komitesinin yıllık olağan toplantıları kapsamında gerçekleşecektir. Lakin bu yıl ki toplantı özellikle çok büyük bir önemi haizdir. Bu aynı zamanda BAE Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayid’in Kasım’da Ankara’ya yaptığı –ikili ilişkilerde ve belki de bölgesel iş birliğinde yeni bir sayfa açan– ziyaretten sonra ilk ziyaret. Ziyaretin Basra Körfezi’ndeki değişen jeopolitik dengelerin ve Türkiye’nin BAE açılımının Türkiye-Katar ittifakının ivmesini kaybedeceği anlamına gelmediğini bir kez daha teyit etmesi bekleniyor. Zira iki ülke bilhassa güncel bölgesel meselelerin çoğunda mutabık kalmıştır. Bununla beraber bu olumlu gelişmeler Ankara-Doha ittifakının meyvelerini verdiği söylenebilir.
Ekonomik yönden ise herkes şu anda Ankara’nın dolar karşısında değer kaybeden Türk lirasını ele alma ve Katar’dan gelenler de dahil olmak üzere yeni yabancı yatırımları çekme çabalarına odaklanmış durumdadır. Ancak Doha ile ekonomik ilişkiler bundan daha da geniş ölçekli. Türkiye-Katar Yüksek Stratejik Komitesinin kuruluşundan bu yana ilişkiler derinleşmiş ve iki ülke 62 antlaşma imzalamıştır. İki ülke arasındaki ticaret hacmi iki katına çıkarak 1,6 milyar dolara ulaşmıştır. Katar’ın Türkiye’deki 22 milyar dolarlık yatırımı diğer tüm Körfez İş birliği Konseyi ülkelerinin yatırımlarını geçmiştir. Bununla birlikte BAE’nin Sharjah kentindeki Port Khalid’den, İran’ın Bandar Abbas şehri üzerinden Türkiye’deki İskenderun Limanı’na bir ticaret yolunun açılması, muhtemelen bir zorluk teşkil edecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretinin bu bölgesel iş birliği yolunun faydalarını vurgulaması ve bu iş birliğinin Katar ile ilişkiler pahasına olmayacağının altını çizmesi bekleniyor. Son olarak bu ziyaret doğalgaz alanında iş birliğine de odaklanabilir. Karadeniz’deki yeni gaz keşifleri Katar ile enerji ilişkileri geliştirilmesinin önemini azaltmadığını söyleyebiliriz. Türkiye’nin doğalgaz üretimindeki rolü gelenekselleşmiş olan bu ülkeyle hem tecrübe paylaşımı noktasında hem de üretim kotaları ve pazar ilişkileri müzakerelerinde ilişkilerini güçlendirmesi gerekecektir.
Osama Kubbar Katar Stratejik Araştırmalar Merkezi
Türkiye ve Katar uluslararası ilişkiler ve iş birliğinin farklı seviyelerinde “özel ilişki” olarak tanımlanabilecek bir bağa sahiptir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretinin Türkiye’nin yakın müttefiki Katar ile bölgedeki yeni gelişmeler karşısındaki duruşunu yakın bir şekilde koordine etmek ve birleştirmek için çalışmakta olduğu şu günlerde, bölgede öngörülen bazı tehditlere karşı bir cevap niteliğinde olmasını bekliyorum. Türk lirası büyük bir baskı altına girmekte ve ABD doları karşısında kritik bir geri çekilme yaşamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan kurulu ekonomik düzene karşı savaşırken liradaki gerileme ise iç piyasalarda baskıya neden olmakta.
Bununla beraber Libya’da yaklaşmakta olan seçim –eğer ki işler ters giderse– gelişmelerin tersine dönmesine sebep olabilir. Libya Seyfülislam Kaddafi ve emekli General Hafter’in de aday olduğu, seçim sürecini düzenleyen hiçbir yönerge veya anayasal kuralın olmadığı bir cumhurbaşkanı seçimine gidiyor. Libya’da adil bir seçim şansı bulunmamakta ve olası bir seçim sonucu şu anki durumdan daha çok tehdit edici görünmektedir. Ayrıca BAE’nin Türkiye ile yakınlaşması da gündemde. Muhammed bin Zayid’in geçen hafta Ankara’ya yaptığı ziyaret de “bölgesel ilişkiler” yüksek ihtimalle ağırlıklı konuşulmuştur..
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin bölgesel rakipleriyle yeni bir sayfa açmaya ve tansiyonu düşürmeye yönelik çalışıyor. Mısır, Suudi Arabistan ve BAE Türkiye’nin bölgedeki vizyon ve amaçlarına karşı çıkarken bu ülkelerin hepsi de bu çekişme ve stresin bedelini ödemiştir. Bütün bölge bir uzlaşma ve iş birliğine büyük ihtiyaç duymakta ve Muhammed bin Zayid’in Ankara ziyaretinin ardından Erdoğan’ın Katar ziyareti ile artık daha umut verici bir konuma gelmektedir. Güçlü BAE-İsrail ilişkisini göz önünde bulunduran Muhammed bin Zayid’in Ankara ziyareti esnasında heybesinde çok şey bulunmuş olmalıdır.
Bana kalırsa bölge yeni değişim ve dönüşümlere doğru yol almakta ve Cumhurbaşkanı Erdoğan da üzerinde tartışılacak ve uzlaşı sağlanacak birçok konuyu gündemine alarak Katar’ı ziyaret edecektir.
Gökhan Ereli ORSAM
Cumhurbaşkanı Erdoğan 6-7 Aralık’ta Katar’a bir ziyaret düzenleyecek. Her şeyden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti Türkiye-Katar siyasi, askeri ve ekonomik ilişkilerinin bir ileri noktaya taşınmasını sağlayacaktır. Bununla birlikte söz konusu ziyaret temelde iki noktada ele alınabilir. Bu noktalardan birincisi Ankara-Doha ilişkilerindeki siyasi ve askeri boyutlar iken ikinci nokta ise Türkiye-Körfez ilişkilerinde açılan yeni sayfa ile ilgilidir.
2021’de Suudi Arabistan ve BAE ile siyasi anlamda bir “normalleşme” yaşayan Türkiye özellikle Bahreyn ile de diplomatik ilişkilerini kuvvetlendirerek Körfez’de önemli bir manevra alanı elde etti. Halihazırda Türkiye-Katar arasında üst perdeden devam eden siyasi ve askeri ilişkiler de Körfez krizinin çözülmesiyle birlikte Körfez’de bir rol model teşkil edebilecek hale geldi. Bu anlamda Suudi Arabistan ile siyasi normalleşmede dışişleri bakanları Mevlüt Çavuşoğlu ve Prens Faysal bin Ferhan’ın yüz yüze görüşmesi seviyesine gelindi. BAE ile normalleşmede ise ülkenin fiili lideri Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid’in Ankara’ya gelişi normalleşmenin en üst düzeyden idare edildiğini gösterdi ve buna mahsuben oluşmuş olan karşılıklı siyasi iradeleri de teyit etti. Bu anlamda Katar’a düzenlenen ziyaret ile birlikte halihazırda iki ülke arasında güçlü olan ortaklık teyit edilecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şubat’ta BAE’ye de bir resmi ziyaret gerçekleştireceği ifade ediliyor. Bu anlamda değerlendirildiğinde geçtiğimiz günlerde BAE ile yaşanan süreçlerin Mısır ve İsrail ile de gerçekleştirileceği sinyallerinin verilmesi aynı zamanda söz konusu Katar ziyaretini de zamanlaması açısından daha önemli kılmaktadır. Normalleşmelerin yaşandığı ortamda gerçekleşecek olan ziyaret iki ülke arasındaki pozisyonların uyumlaştırılması meselesini de içerebilecektir. Bu anlamda söz konusu ziyarette Türkiye-Katar siyasi ilişkilerinin bölge siyasetindeki yansımalarının yanı sıra bölge siyasetinin ve normalleşme ikliminin iki ülke ilişkilerine etkilerinin de ele alınması muhtemeldir. Bu anlamda halihazırda iki ülkenin Ortadoğu’daki siyasi normalleşme eğilimlerine yönelik bakışı ve ortak iş birliği yollarının geliştirilmesi, Afganistan’da Katar’ın rolü ve Ankara-Doha askeri ilişkilerinin söz konusu ziyarette ele alınması da muhtemeldir.