7 Ekim günü başlayan ve halen devam eden saldırıları ile İsrail, Gazze'de ve diğer Filistin topraklarında insanlık tarihinde eşine az rastlanır bir insani kıyımı gerçekleştirmeye devam ediyor. Bu kıyımı, en yakın tarihli örneklerinden birisi olan Bosna Hersek'teki kıyımlardan da farklı olarak bütün görsel kanıtları ile tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde gerçekleştiriyor.
Görsel iletişim çağında bu vahşetin, kısa süreliğine dahi olsa durdurulamadan yaklaşık bir yıldır devam edebilmesinin temel nedeni, Batı'nın güçlü ülkelerinin bu vahşeti sistematik ve aleni bir şekilde desteklemeleri ve söz konusu destek karşısında dünyanın geriye kalanının bunu engelleyecek derecede bir birliktelik göstererek gereken tedbirleri alamamalarıdır.
Türkiye gibi sınırlı sayıda ülkenin hem insani hem de hukuki düzlemde elinden geleni yapmasına rağmen sınırlı kalan dayanışma, vahşetin durdurulmasına en azından şu ana kadar yetmemiş gözüküyor. Doğu kökenli vatandaşlarının yükselen sesini bir kenarda tutarsak, Batı kamuoyunun belirgin sessizliği hatta İsrail'e desteği, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da ifade ettiği gibi "Haçlı zihniyetinin helan devam ettiği"nin açık kanıtlarından birisi olarak kabul edilebilir.
İsrail, 1967 Savaşı'ndan hemen sonra, bu Savaş'ta işgal ettiği Filistin topraklarında başlattığı ve ilk kez Kfar Etzion'da (Küdüs ve El-Halil arasındaki bir bölge) kurduğu yasa dışı yerleşim yerlerini sürekli genişletmiş ve genişletmeye devam etmektedir. Bir başka yasadışı yerleşim yeri olan Nablus kentine bağlı Beyta'da, Evyatar karakolunun yakın zamanda genişletilmesi üzerine 2020'den bu yana haftalık protestolar düzenlenmektedir. İsrail esasen bu yasadışı faaliyetlerini geçici nitelikli değil "tarihi ve dini bağlar" gerekçesi ile kalıcı nitelikli planlayarak bütün Filistin topraklarını İsrail'e katma genel planını uygulamaktadır. 1967 Savaşı'ndan hemen sonra bazı hukukçuların ve BM kararlarının uyarılarına rağmen İsrail bu planı adım adım uygulamaya devam etmektedir.
Türkiye ve ABD çifte vatandaşı olan 26 yaşındaki Ayşenur Ezgi Eygi de 6 Eylül'de Nablus yakınlarındaki Beyta köyünde düzenlenen bir protesto yürüyüşü esnasında başından vurularak öldürüldü. Ayşenur, Seattle'daki Washington Üniversitesi'nden Mayıs ayında mezun olmuş ve Batı Şeria'nın İsrail işgaline karşı barışçıl ve sivil yöntemlerle Filistinlilere destek veren Uluslararası Dayanışma Hareketi'nde (ISM) gönüllü olarak çalışan bir insan hakları aktivisti idi. Uluslararası Dayanışma Hareketi'ne göre Ayşenur, 2020'den bu yana Filistin'in Beyta köyünde öldürülen 18. protestocu oldu.
Uluslararası Dayanışma Hareketi'nden yapılan açıklamada "Filistinlilerin topraklarının sömürgeleştirilmesine ve Evyatar'ın yasadışı yerleşimine karşı barışçıl bir şekilde gösteri yapıyorduk. İsrail ordusu göz yaşartıcı gaz ve gerçek mühimmat atmaya başladığında durum daha da tırmandı ve bizi geri çekilmeye zorladı. Yolda, askerlerden yaklaşık 200 metre uzakta duruyorduk ve çatıda açıkça görülebilen bir keskin nişancı vardı. Gönüllü arkadaşımız biraz daha geride, bir zeytin ağacının yanında, diğer aktivistlerle birlikte duruyordu. Buna rağmen ordu onu kasıtlı olarak kafasından vurdu" bilgisi paylaşılmıştır.
İsrail, Ayşenur Ezgi Eygi'nin kendi açtığı ateş sonucu öldürüldüğünü kabul etmiştir. İsrail silahlı güçleri adına yapılan açıklamada Eygi'nin "kasıtsız şekilde vurulma ihtimalinin yüksek" olduğu ve "kendisine yönelik olmayan ancak isyanın başlıca kışkırtıcısını hedef alan IDF'nin açtığı ateşten dolaylı" vurulmuş olma ihtimalinin bulunduğunu beyan etmiştir.
İsrail bu açıklaması ile aslında şiddet içermeyen yöntemler uygulayan göstericilerin keskin nişancıların kullandığı ateşli silahlarla hedef aldığını kabul etmiş olmaktadır. Zira açıklamada açılan ateşin Ayşenur Ezgi Eygi'yi değil, "isyanın başlıca kışkırtıcısı" olarak adlandırdığı başka bir kişiyi hedef aldığı belirtilmektedir.
Bu cinayetin İsrail tarafından bağımsız ve tarafsız bir soruşturma konusu yapılmayacağı, yapılsa bile kimsenin bir ceza almayacağı şimdiden açıktır.
ABD'nin resmi ağızlardan yaptığı ve yapmaya devam ettiği açıklamalarından da anlaşıldığı gibi, ABD kendi vatandaşlarının öldürülmesi durumunda dahi İsrail'e "fazla dokunmama" politikası izlemeye devam edecektir.
Olayın ilk saatlerinde ABD Başkanı Joe Biden, "Bu konuda sizin için daha fazla detay elimde olacak; ancak henüz bu bilgilere sahip değilim. Daha fazla bilgiye ihtiyacım var, o yüzden (Beyaz Saray'dan) geç çıktım, ekibimle telefondaydım, daha sonra elimde daha fazla bilgi olacak" şeklinde konuşmakla yetinmiştir. Dışişleri Bakanlığı da Eygi'nin öldürülmesiyle ilgili "Ayşenur Eygi adlı Amerikan vatandaşının bugün Batı Şeria'da trajik ölümünün farkındayız. Eygi'nin ölümüyle ilgili ivedi şekilde daha fazla bilgi topluyoruz" demekle yetinmiştir.
ABD'nin sonraki günlerde yapılan açıklamalarında da İsrail'i doğrudan suçlayan ifadelerden kaçınma amacı güdüldüğü, esasen "yok sayma" ya çalışıldığı görülmektedir. Başkan Biden daha sonra olayın mermi sekmesi nedeni ile bir kaza şeklinde gerçekleştiğine dair bir açıklama yapmıştır.
Dışişleri Bakanı Blinken ise en son yaptığı açıklamada, "Hiç kimse bir protestoya katıldığı için vurulmamalı ve öldürülmemelidir. Hiç kimse görüşlerini özgürce ifade ettiği için hayatını riske atmak zorunda kalmamalıdır….Bize göre İsrail güvenlik güçlerinin Batı Şeria'daki faaliyetlerinde, angajman kurallarının değiştirilmesi dahil bazı temel değişiklikler yapması gerekiyor" şeklinde konuşmuştur. İsrail'in eylemlerinde hiçbir reel dönmüşüme yol açmayacağı açık olan bu beyanlardan sonra Beyaz Saray Ulusal Güvenlik İletişim Danışmanı John Kirby, şu anda İsrail'in yürüttüğü cezai soruşturmanın sonucunu izleyip görmenin ihtiyatlı bir davranış olacağına inandıklarını ifade etmiştir.
Nitekim Rachel Corrie Barış ve Adalet Vakfı, İsrail Hükümeti'nin Aysenur'un öldürülmesinden sorumlu tutulmasının sağlanması gerektiğini, daha önce öldürülen Rachel Corrie'nin durumu da dahil olmak üzere İsrail ordusu tarafından öldürülen diğer Amerikalılar vakalarında ABD Hükümeti'nin sorumluları hesap vermeye zorlayamadığını veya isteksiz davrandığını beyan etmiştir.
Uluslararası Dayanışma Hareketi de "Bu cinayet, Gazze'de soykırıma olanak sağlayan ABD ve Avrupa hükümetlerinin İsrail hükümetine ve ordusuna verilen onlarca yıllık destek ve dokunulmazlığın sadece bir başka örneğidir. Filistinliler sömürgeleştirmenin ağırlığı altında çok uzun süre acı çektiler. Filistin özgürleşene kadar dayanışma içinde olmaya ve şehitleri onurlandırmaya devam edeceğiz." açıklamasını yapmıştır.
İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze'de gerçekleştirdiği ve soykırım noktasına varan kıyımları devam derken, diğer yandan Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te de sivilleri katletmeye devam etmektedir. BM'nin yayınladığı rakamlara göre Gazze saldırılarının başlangıcından 12 Ağustos 2024'e kadar Doğu Kudüs de dahil olmak üzere Batı Şeria'da öldürülen Filistinli sayısı 594'e yükselmiştir. Öldürülen Filistinlilerin büyük bir kısmı İsrail silahlı güçleri tarafından öldürülmüşken bir kısmı da yasadışı yerleşimciler tarafından ve İsrail güçlerinin en azından göz yumması ile öldürülmüşlerdir.
Türkiye, meselenin üzerine çok daha kararlı gideceğinin işaretlerini bizzat Cumhurbaşkanı'nın ağzından ifade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Eygi'nin şehit edilmesini lanetleyerek İsrail'in işlediği insanlığa karşı suçların hesabını hukuk önünde vermesi için her platformda çaba göstermeye devam edeceklerini belirtmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan "İsrail'in işgal karşıtı sivil protestoya karşı yaptığı barbarca müdahaleyi lanetliyorum" diyerek "Türkiye olarak, İsrail'in neredeyse 1 yıldır devam eden, çoluk çocuk, genç yaşlı demeden 41 bin insanı katlettiği bu işgal ve soykırım politikasının son bulması ve işlediği insanlığa karşı suçların hesabını hukuk önünde vermesi için her platformda çaba göstermeye devam edeceğiz" demiştir.
Bu bağlamda Türkiye'nin Uluslararası Adalet Divanı önünde devam eden soykırım davasına müdahillik başvurusunun gerekçesini, kendi vatandaşının öldürülmesi temelinde Divan'ın kurucu antlaşmasının 62. maddesine de dayandırarak güçlendirici bir başvuru yapacağı öngörülebilir. Ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde devam eden ve işgal altındaki topraklardakiler da dahil Filistin ülkesinde suç işleyenlerin soruşturulup yargılanacağı hukuki süreç, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki olayları da kapsamaktadır. Ayşenur Ezgi Eygi de dahil olmak üzere Batı Şeria'da öldürülen sivillerin cinayetlerinden sorumlu kişilerin bu bağlamda hesap vereceği ihtimalini de hatırda bulundurmak gerekir. Yeter ki haklarında yakalama kararı çıkabilecek bu kişiler yakalanıp Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne teslim edilebilsinler.
Nihayetinde Türkiye'nin kendi ulusal hukuk sistemi içerisinde de meseleyi takip edeceği anlaşılmaktadır. Adalet Bakanı Tunç, Ayşenur Ezgi Eygi'nin öldürülmesi ile ilgili "Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldığını ve iç hukuk bakımından sonuna kadar bu sürecin takip edilerek Ayşenur'un hakkının korunacağını ifade etmiştir. Türk Ceza Kanunu'nun 12. maddesine göre, cezalandırılabilmeleri için Türkiye'de bulunmaları gerekse de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına zarar veren suçları işleyen yabancı ülke vatandaşları Türkiye'de yargılanabilirler. Bakan Tunç bu süreçte toparlanacak delillerle Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yürüyen sürece de destek verileceğini ifade etmiştir. Öyle gözüküyor ki bu durumda da Türkiye, İsrail ve onun destekçilerine karşı hukuki mücadele yürüten birkaç devletten birisi olmak durumundadır ve olacaktır.
[Sabah, 14 Eylül 2024]