Ana omurgasının PKK’nın oluşturduğu, ABD önderliğindeki SDF güçleri Rakka’ya doğru ilerlerlerken, Suriye iç savaşı hızla yön değiştirecek gibi görünüyor ve giderek daha da karmaşık bir hal alıyor.
Rakka’nın geri alınması, her ne kadar DEAŞ’ın toprak genişlemesinin sıklet merkezinin dağılması ve Musul’u da Irak ordusuna kaybetmesiyle birlikte büyük ölçüde topraksız kalması sonucunu doğuracak olsa da, DEAŞ sonrası Suriye yeni bir güç mücadelesine, iç savaşın daha da şiddetlenmesine ve karakter değiştirmesine sahne olabilir. Bu durum, DEAŞ’ın Suriye iç savaşı boyunca yaşanan jeopolitik mücadeleyi tahkim eden bir araç olduğu gerçeğini görmemizi de yeniden sağlamış olacak. DEAŞ ile mücadele, bugüne kadar sadece Suriye’deki güç mücadelesinin perdelenmesine hizmet etmişti.
DEAŞ sonrasında yaşanacak yeni düzensizlik hali, başlangıç noktasına yeniden dönülmesine ve Suriye krizinin Arap Baharının diğer örnekleri içinde neden bir istisna olduğunu daha iyi anlamamızı sağlayacak. Suriye’de yaşanan, en başından beri iç savaş görünümünde, ancak Soğuk Savaş parametrelerinin tefrik edici bütün unsurlarını bünyesinde barındıran sistemik bir mücadeleydi. Krizin başında ve derinleşmesi sürecinde birçok aktör tarafından, bu durum ısrarla görülmedi.
DEAŞ’ın Rakka’dan sökülüp atılmasından hemen sonra, Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak daha zorlaşacak ve savaş mutasyona uğramış olacak. Fakat tarafları daha belirgin hale gelmiş bir paylaşım savaşı baş gösterecek. Bu savaş kimi aktörler için bir hayatta kalma meselesi, kimileri için revizyonist bir dönem, kimileri için de nüfuz mücadelesi olacak. Böylesi karamsar bir geleceğin Suriye’yi bekliyor olması ihtimalinin arkasında yatan iki temel neden var: Birincisi, bir bütün olarak ele alındığında yerel, bölgesel ve küresel ölçekte Suriye iç savaşı, yönetilmesi son derece zor, karmaşık bir noktaya ulaşmış durumda. Nitekim kriz, toprak mücadelesi ekseninde derinleşen etno-sekteryen çatışmanın yerel ve bölgesel bütün dinamikleriyle temayüz etmesine vesile olurken, aynı zamanda yakın ve uzak bütün bölgesel ve küresel aktörleri içine çeken bir güvenlik ve terör meselesine dönüşmesi nedeniyle, bir iç savaş görünümden giderek uzaklaşmıştır.
İkinci neden ise birincinin doğrudan bir sonucu niteliğinde. Söz konusu aşırı yerelleşmiş ve küreselleşmiş mücadele, Suriye’nin tek parça halinde kalmasını giderek zorlaştırıyor. Burada sormamız gereken soru şu: Eğer Suriye toprak bütünlüğünün sürdürülmesi imkansızlaşan bir savaş ve mücadele sahasına dönüştüyse bundan sonra bizi ne bekliyor? Daha sarih bir ifadeyle soruyu formüle etmek gerekirse: DEAŞ sonrası Suriye’yi nasıl bir askeri-politik düzensizlik bekliyor?
Rakka sonrasında, yukarıda ifade edilen iki olgunun neden olduğu bir Suriye karmaşasıyla yeniden, ama daha derin bir şekilde karşı karşıya kalacağız. Bu nedenle, DEAŞ’ı Suriye’de yenmek, hatta onu topraksızlaştırmak ve teo-politik gücünün kaynağını oluşturan ‘halifeliğine’ son vermek Suriye sorununu çözmeyeceği gibi, iç savaşın daha tehlikeli bir hal almasına ve çok boyutlu rekabetin daha da çatışmacı bir yöne sürüklenmesine neden olabilir.
KRÄ°Z DAHA DA DERÄ°NLEÅžEBÄ°LÄ°R
Suriye krizinin Rakka sonrası daha da derinleşme ihtimalinin arkasında üç temel dinamik olduğunu söylemek mümkün. Bu üç dinamik yerel, bölgesel ve küresel ölçekte yaşanan rekabet tarafından eş zamanlı bir biçimde şekillenirken, her biri diğerinin içine girmiş durumda ve nihayetinde sıfır toplamlı bir oyunun ortaya çıkmasına neden oluyor. Yani taraflardan birinin kazanması, her ihtimal ve şartta diğerlerinin kaybetmesi ve daha farklı bir çatışmanın tetiklemesi riskini taşıyor.
Bu dinamiklerden birincisi, ülkenin mevcut coğrafi alanı başta olmak üzere, nüfuz ve yayılma sahalarını da içerecek bir biçimde, jeopolitik ölçekte aşırı parçalanmış bir görüntü arz etmesi. Bu durumun neden olduğu çatışma ortamı, ister istemez yerel, bölgesel ve küresel düzeyde, birbiriyle savaş, çıkar çatışması ve rekabet içinde olan birçok aktörü ortaya çıkarıyor. Devlet ve devlet-dışı silahlı aktörlerin sayıları, çıkar çatışması, ideoloji ve dahil olunan ittifak çeşitleri açısından, yönetmesi son derece zor bir denklemin doğmasına neden oluyor. Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu ile birlikte DEAŞ’tan temizleyerek kontrol altında tuttuğu, görece olarak Suriye haritasında son derece küçük, ancak askeri ve stratejik düzeyde komplikasyonları çok boyutlu bir nitelik arz eden Fırat Kalkanı harekatı bölgesi, yukarıda ifade edilen olgunun kristalize olmuş halini gösteren çarpıcı bir misal niteliğinde. DEAŞ’ın temizlenmesinden sonra sınır güvenliğini garanti altına alan Türkiye, hedefini açık bir şekilde, PKK koridorunun kendi sınırı boyunca Suriye’nin en kuzeydoğu ucundan batıya kadar birleşmesini engellemek olduğunu ilan eder etmez temayüz eden askeri, stratejik ve taktiksel mücadelenin taraflarının çeşitliliği düşünüldüğünde, durumun ne kadar karmaşık olduğu hemen anlaşılır. Menbiç, Tel Rıfat ve Afrin üzerinde yaşanan, içinde rejim, Rusya, muhalifler, Türkiye, ABD ve PKK’nın yer aldığı, alan kontrolü sırasında temayüz eden mücadele buna güzel bir örnek teşkil ediyor. Görünüşte NATO müttefiki olan Türkiye ve ABD, Suriye sorununun genelinde (DEAŞ ile mücadele, eğit-donat programı ve Suriye görüşmeleri gibi konularda) ortak çalışıyor olsa da, Washington yönetiminin doğu Suriye’deki PKK konusundaki ısrarcı tavrının, iki aktörün Suriye krizine dair oluşturduğu bütünsel resmi nasıl parçaladığı ve bu iki müttefiki iki karşıt köşeye nasıl ittiği, bu örnekte görülebilir.
YÖNETİLEMEZLİĞİN HARİTASI
Coğrafi bölünmüşlük, DEAŞ sonrası ülkeyi istikrara taşımak için neredeyse yönetilmesi imkansız, aşırı parçalanmış bir haritanın oluşmasına da neden olmuş durumda. Mevcut durum ve Rakka sonrası dönem düşünüldüğünde, hiç bir aktör elinde tuttuğu alandan vazgeçmek istemeyecektir. PKK, ABD’nin desteğiyle hem doğu-batı hattında genişlemesini sağlamlaştırmaya çalışacak hem de Rakka üzerinden (imkansız olsa da) kendisine sosyo-politik ve ekonomik bir derinlik oluşturmak isteyecektir. Bu istek, ABD’nin Rakka sonrası büyük planı için de aslında elverişli görünüyor. Fırat nehrinin doğusunda, kendisine PKK aracılığıyla bir nüfuz bölgesi oluşturmaya çalışan ABD (her ne kadar bu planın Beyaz Saray’ın mı yoksa Pentagon’un mu olduğu anlaşılmış olmasa da), bu alanı PKK aracılığıyla istediği şekilde kontrol edecek bir düzeye taşımayı hedefliyor. Nitekim, ABD Özel Kuvvetler Komutanı Raymond Thomas’ın YPG’ye ‘isim değiştirme’ tavsiyesinde bulunduklarını, bunun üzerine (zaten hali hazırda PKK’nın bir örtülü bir gücü gibi hareket eden) örgütün adını ‘Suriye Demokratik Güçleri’ olarak değiştireceğini açık bir şekilde telaffuz etmesi, Washington’un PKK’yı sadece DEAŞ ile mücadele bağlamında taktiksel bir partner olarak seçmediğinin ispatı niteliğindedir. En azından, Trump yönetiminin nasıl bir planının olduğu hâlâ bilinmese de, askerlerin ve savunma bürokrasinin aklında böyle bir plan olduğu açıkça anlaşılıyor. Öyle ki ABD’nin, PKK’nın kontrol ettiği alanda kurduğu askeri üs bölgelerini haberleştiren Anadolu Ajansı üzerinden Türkiye’yi eleştirmesi sırasında yeniden ifşa olan Amerikan askeri etkinliği de, bu durumun geçici bir partnerlik meselesi olmadığını gösteriyor.
Tabii ki sadece ABD ile PKK’nın Suriye’de birlikte etkin olduğu bölgeye dair, Suriye’nin geleceğini daha kanlı bir şekilde etkileyecek çatışma dinamiklerine dair, birçok farklı senaryo ortaya koymak mümkün. Yakın bir gelecekte PKK-ABD birlikteliğine Türkiye, PKK karşıtı Kürtler, PKK’dan nefret eden Araplar, rejim ve daha birçok aktörün her birinin alacağı siyasi ve askeri pozisyonların çeşitli varyasyonlarından bahsetmek de mümkün. Tabii ki Washington yönetiminin Suriye’deki ikincil önceliklerinden biri olan, İran’ın ve ona bağlı milislerin dizginlenmesi meselesiyle baş edebilmesinin böylesi bir denklemde nasıl mümkün olacağı da ayrı bir soru olarak bir kenara not edilmeli.
Bu konunun belki de daha hassas olan kısmı ise, ülkenin kuzeybatısına sıkışmış ve doğası gereği giderek daha da karmaşık bir durumun oluşmasına neden olan muhalefetin kontrol ettiği alanında da coğrafi olarak çok parçalı olması. Muhalefetin hem kendi içinde parçalanmış olması hem de bütünsel bir stratejiden yoksun olması, bölgesel aktörlerinin ise ortak bir strateji ortaya koyamaması gibi sorunlar da coğrafi bölünmüşlüğü hayati bir soruna dönüştürüyor. Bu alandaki mücadelenin ve çatışmanın DEAŞ sonrası dönemde daha da şiddetleneceği tahmininde bulunmak yanlış olmaz. Güney’deki muhalefetin de ayrı bir siyasal ve coğrafi denklem oluşturması hem karmaşayı daha da artırıyor hem de DEAŞ sonrası Suriye’yi bir bütün içinde düşünmeyi zorlaştırıyor.
MOSKOVA-WASHÄ°NGTON HATTINDA MUHTEMEL GERÄ°LÄ°MLER
Öte yandan yerel, bölgesel ve küresel ölçekte kendi etkinlik mücadelesini yürüten Rusya’nın Suriye’de önce kendine ait alanı ve askeri varlığını koruyacağı, belki de Suriye’nin sıklet merkezini oluşturacak bir coğrafi bölgeden vazgeçmeyeceğini, rejimi de bunu korumak için destekleyeceğini, rejimin bunu sürdürebilir kılması için İran başta olmak üzere rejim yanlısı milislere alan açacağını da hesaba katmak lazım. Üstelik Rakka’da derinlik kazanmaya çalışan PKK’nın, rejimin hedefi haline geleceği de oldukça açık. Bu durum Rusya-ABD gerginliğini Suriye sahasında daha da arttırabilir. Rejimin askeri etkinliğinin, Rusya ve İran olmaksızın mümkün olmayacağını düşündüğümüzde, PKK’yı hedef alarak ABD’ye yaklaşan her rejim ve İran girişimi, Moskova-Washington hattında krizin boyutunu değiştirebilir. Dolayısıyla DEAŞ sonrası dönemde, temel olarak daha kesin bir şekilde dört parçaya bölünmüş ve her bir parça içinde çatışma riskinin daha yüksek olduğu bir Suriye coğrafyasıyla karşı karşıya kalacağız: Kuzeyde Türkiye ve muhalifler, Batı’da rejim, Rusya ve İran, güneyde diğer muhalifler, Kuzeydoğu hattına doğru yayılmış ABD ve PKK.
BÃœTÃœNLEÅžME Ä°MKANSIZ
Suriye krizinin derinleşmesine neden olacak ikinci dinamik ise, en az birincisi kadar önemli ve yukarıda ifade edilen üç boyutlu çatışma denklemini doğrudan etkileyecek cinsten. Coğrafi olarak ülkenin bölünmüş halini, DEAŞ sonrası yeni bir çatışma sarmalı içine sürükleyecek olan temel dinamik ise, söz konusu parçalanmanın, yeniden bir bütünleşmeye imkan tanımayacak ölçüde, farklı aktörler arasında sürüyor olmasıdır. Bu parçalanma DEAŞ sonrası daha kötü bir Suriye tablosunun ortaya çıkmasına neden olabilir. Buradaki kritik husus, oluşan dört ana nüfuz ve kontrol alanların hem birbiriyle hem de kendi içinde yerel, bölgesel ve küresel mücadelenin parçası haline gelecek bir aktör yelpazesi sunması. Şayet Fırat nehrini Suriye krizinde jeopolitik bir yarılma hattı olarak ele alırsak, coğrafi alan kontrolü sağlayarak hayatta kalmaya çalışan aktörlerin sayısı, nehrin iki yakasında da azımsanmayacak kadar fazla. Filhakika, ideolojik ve politik düzenin geleceğine dair bu aktörler arasındaki ayrışmalar, çatışma riskini ve DEAŞ sonrası düzeni etkileyecek cinstendir.
RAKKA'NIN TALİBİ ÇOK
Krizin Rakka ve DEAŞ sonrası daha da derinleşmesi ihtimalinin arkasında yatan üçüncü dinamik ise, başta DEAŞ’tan temizlenen bölgeler olmak üzere, PKK bölgesinin geleceğine dair siyasi bir planın yokluğu. Rakka’yı kimlerin nasıl yöneteceği belirsiz. Ancak taliplileri de epey fazla. Benzer bir durum Suriye’nin bütünü için de geçerli. Türkiye, Rusya ve İran arasında sürdürülmesine karar verilen ateşkes durumu ve çatışmasızlık bölgeleri üzerinden ortaya çıkan uzlaşı devam ederken, diğer yandan, bu bölgelerin bazılarını kontrol eden grupların varlığı nedeniyle çatışmanın da devam edeceği kesin. Üstelik DEAŞ çökertildikten sonra, (CENTOM’a göre hepsi ölecek olsa da!) militanlarının hangi silahlı guruplara katılacağı hesaba katılırsa, durum daha da değişebilir.
Sonuç olarak, bu üç unsur, sadece Suriye içi yerel dinamikler tarafından belirlenmeyecek, hem bölgesel hem de uluslararası rekabetin yansıdığı sistemik bir kriz ve çatışma ihtimalini de beraberinden getirecek. Böylesi bir tabloda Türkiye’nin stratejik hesabını çok dikkatli yapması gerektiği aşikardır. Güvenlik krizleri konjonktürel olmaktan çıkıp yapısal bir hâl alırsa, yakın bir gelecekte Türkiye daha fazla enerji sarf etmek zorunda kalabilir. Suriye krizinin Rakka sonrasında derinleşerek devam edecek olması da Türkiye’ye ekstra maliyetler yükleyebilir.
[Anadolu Ajansı, 25 Temmuz 2017].