Katar krizi başladığından bu yana ısrarla iki şey söylüyorum. Bir Katar'a yapılan büyük bir haksızlıktır. İki Türkiye kendini bağlayacak düşmanlıklar üretmekten kaçınmalıdır. Ama bu Türkiye'nin kendince bir tarafa destek olmayacağı ve çekişme içerisinde kendini garanti altına alan adımlar atmayacağı anlamına gelmez. Sadece bu desteğin koşulsuz ve Türkiye'yi mahkûm edici bir hal alması sorunlu olur.
Dikkat ederseniz Türkiye gibi bazı bölge ülkeleri de aynı şekilde Katar'a yönelik bu tavrın son bulmasını istiyor fakat bu uğurda diğer tarafın düşmanlığını kazanmaktan uzak duruyor. Başta Kuveyt olmak üzere birkaç ülke Katar'dan yana olmasına rağmen bunu açık etmekten kaçınan bir tavır izleyip krizin zaman içerisinde soğuması ve çözülmesini bekliyorlar.
Aslında mesele tek başına Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olsa çok daha sert bir tavır bile alınabilirdi.
Bunların hiçbiri Türkiye için yüksek maliyet üretebilecek aktörler değil. Fakat kritik olan şey Amerika'nın pozisyonu.
Ve hala netleşmedi. Trump'ın attığı Katar karşıtı twitler bir devlet politikası haline gelmedi. Aksine Pentagon ile Trump arasında ve hatta Trump ile Tillerson arasında çatlak doğurdu. Bu karmaşanın ne yöne doğru evrileceği henüz belli değil. Trump açıkça Suud destekçisi olursa, o zaman Türkiye için Suud karşıtı tavır almak maliyetli olur. Yok, eğer Amerika Suud'a gerekli desteği vermezse Suud zaten Katar'ı tek başına deviremez. O zaman Türkiye gibi aktörler dolaylı yoldan Katar'ı Suud'un başına daha da fazla bela olacak şekilde bile destekleyebilir. Kısaca söylemek gerekirse, pozisyon almak için öncelikle Amerika'nın kendini bağlamasını beklemek gerek. Sonra da öbür tarafın açık düşmanlığını çekmeden Katar desteklenebilir.
Bu dikkati sürdürmek maalesef kolay değil. Zira kamuoyundaki tartışmalarda bile bu ince çizgilerin tutturulamadığı görülüyor. Savrulmaktan özellikle keyif alan ve savrulmayı marifet bilen tipler bir uçtan diğer uca uçmaya devam ediyor.
Kimi Türkiye'yi Suud düşmanlığına mahkûm edici ifadeler kullanırken kimisi de tam tersi için zorluyor. İlk grup yayılmacı bir romantizmden kurtulamıyor diğeri de Ortadoğu nefretinin esiri. Birisi Türkiye'yi Ortadoğu için bir araç olarak görüyor. Diğeri Ortadoğu'dan öylesine nefret ediyor ki, böyle bir meselenin varlığı bile onu rahatsız ediyor. İkisi de akıl dışı. İkisi de duygusal tepkiler.
Fakat insanların ağzı torba değil ki büzesin. Devlet bu ince siyaseti sürdürmeye çalışırken bir yandan da bu radikal söylemlere cevap vermek ve onları idare etmek zorunda. Maalesef ülkenin ana muhalefet parti lideri bile provokatif bir söylem benimsedi. Rabia üzerinden siyaset yapma peşinde.
Kamuoyu önünde konuyu ele alanların büyük çoğunluğu bu aşırı uçlara kasten gidiyor. Böylesi bir ortamda devletin makuliyet çizgisini sürdürmesi zor ama imkânsız değil.
Bir yandan taraflara uzlaşma teklif edilir. Bir taraftan Katar'a yapılanın haksızlık olduğu dile getirilebilir. Bir yandan gerekiyorsa insani yardım ve gıda nakli yapılabilir bir yandan meselenin uluslararasılaşması sağlanabilir. Fakat tüm bu esnada Türkiye kendisi için öncelikli adımları da atar. Örneğin Katar'daki Türk üssüne sevk edilecek askerler böyle bir duruma işaret ediyor. Türkiye'nin göndereceği asker Suud'a karşı değil daha önceki anlaşmaların bir sonucu olarak sunulur. Fakat aynı zamanda Türkiye'nin varlığının da altı çizilmiş olur.
Hem Türkiye'nin Katar'a askeri olarak yerleşmesi ile her türlü sürece hazırlıklı olması sağlanır hem de kriz her nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın Türkiye'nin üsse yerleşmesi işlemi bitirilmiş olur. Katar'da bir yönetim değişimi olsa bile Türkiye bu sayede orada olmayı garanti etmiş olur.
Yapılması gereken tam da böyle öncelikleri belli ve sonuç alıcı önlemler üretmektir. Kamu diplomasisi ve yumuşak güç araçlarıyla ülkenin başını belaya sokmak yerine sahada karşılığı olan adımlar atıp ülkenin önceliklerini garanti altına almak gerek. Bunun için de duygusal aşırılıklardan kaçınmak ve ince çizgiyi takip etmek lazım.
[Takvim, 12 Haziran 2017].