Her geçen gün değişen ve gittikçe karmaşık bir hal alan Suriye meselesinde siyasi çözüm hakkında herhangi bir öngörüde bulunmak oldukça zor. Azami kazanç sağlamanın oluşturduğu hırs ile mevcut tehditlerden arınma sarkacında gidip gelen askeri pozisyonlar sahanın temel gerçekliği olarak karşımızda durmaktadır. Uluslararası çabalar artık rutin toplantılardan öte bir anlam taşımıyor ve bu durum uzun bir süredir böyle. Belirsizlikler silsilesi o kadar fazla ki külli bir çözüm masasının oluşması için gerekli olan temel bileşenlerin bir araya getirilmesi bile neredeyse imkansız durumda. Hal böyle olunca savaşın dinamiğinde herhangi bir azalma oluşmuyor ve yüzbinlerce insan kaybına her gün yenileri ekleniyor. Suriye, modern ulus-devlet tarihi açısından o kadar büyük tecrübeler oluşturdu ki, bu tecrübelerin uluslararası ilişkilerde önümüzdeki dönemde birçok kırılma meydana getireceği aşikar.
Suriye’de sahada güç bulunduran aktörler açısından en mühim husus yakın müttefikler bulup bunlarla beraber hareket etmektir. Tek başına mücadele gücü bulunmaması veya sahaya fazla asker konuşlandırma niyetinin olmaması gibi faktörler aktörlerin tutumlarında belirleyicidir. Sahadaki güç dengesini büyük oranda belirleyen küresel aktörlerin, Suriye’deki ittifak tercihlerinde sergiledikleri tavırlar birbirinden çok farklı değil ancak temel zihin kodlarının birbirlerinden oldukça uzak olduğunu net bir şekilde söyleyebiliriz. Dolayısıyla ülkenin geleceğinin şekillenmesinde askeri kazanımların yanı sıra ittifak tercihlerinin ortaya çıkaracağı sonuçlar da etkili olacaktır. Bu açıdan Suriye’de küresel ve bölgesel aktörlerin birbirleriyle ve yerel aktörlerle kurdukları ilişki biçimlerine odaklanmak elzemdir. ABD ve Rusya gibi büyük güçlerin ittifak tercihleri konusunda daha esnek hareket etme şansı bulunurken bölgesel aktörler bu esnekliğin çerçevesinde davranmak zorunda kalmaktadırlar.
ABD ve Rusya’nın, Suriye savaşı boyunca sahada ortak hareket edecek aktör bulma konusunda oldukça geniş imkanlarının olduğunu belirtmemiz gerekir. Bu iki aktörün elinde bulundurduğu araçlar, bu tür bir esnekliği mümkün kılacak fırsatlar sağlamakta. Bunun kimi zaman bölgesel bir aktör kimi zaman yerel bir unsur kimi zaman da terör örgütü olması şaşırtıcı değildir. Kısa vadede kendi stratejik perspektifiyle uyumluluk sağlayacak her aktör ile ortak iş görülebilir mantığının uzun vadede oluşturacağı maliyetler göz ardı edilerek üstelik... Halihazırda bu iki büyük gücün ortak paydada buluştuğu iki önemli başlık mevcut. Birincisi Esad rejiminin sorunsallaştırılmaması ve Esad’ın görevden ayrılması diye bir ısrarlarının olmaması. İkincisi ise PYD-YPG ile yakın angajman içerisinde olmak ve sahada PYD-YPG’yi korumak.
YPG İLE ORTAKLIĞIN SINIRI
DEAŞ ile mücadele kapsamında Irak ve Suriye’de operasyonları yöneten ABD açısından görünürdeki temel kriter bu örgütün merkeze alınarak mücadelenin şekillenmesi. Yani, tüm aktörlerin DEAŞ ile mücadeleyi öncelemesi ve enerjilerini bu alana sevk etmeleri. ABD’nin Esad rejimi hakkında öteden beri pasif davranması ve herhangi bir müdahalede bulunmaması ABD’nin BM temsilcisi Haley’in “Esad’ın devrilmesi artık ABD’nin önceliği değil” açıklamasıyla iyice ete kemiğe bürünmüş durumda. Zaten ABD’nin bu yönde bir çabasının olmayacağı uzun bir süre önce anlaşılmıştı. Rakka Operasyonu için Trump’ın Obama yönetiminden farklı bir işbirliğine gidebileceği söylentileri ise görünüyor ki havada kaldı. ABD Rakka Operasyonunu YPG ile sürdüreceğini açıkça deklare etmedi ancak sahadaki gidişat bunu kanıtlar niteliktedir. PYD-YPG’ye yönelik yapılan sevkiyatlara ve verilen ekipmanlara, hatta stratejik silahların hibe edilmesine şahit olduk. Bu açıdan ABD’nin YPG ile ortaklığını sadece DEAŞ ile mücadele bağlamında sınırlı tutmak istemediği anlamı çıkabilir.
Rusya ise sahada rejim, İran ve Hizbullah ile kurduğu askeri ortaklığa PYD-YPG’yi de ekledi. Geçtiğimiz hafta içerisinde Rusya’nın Afrin bölgesinde üs kuracağı duyuldu ve Rus askeri araçlarının bu bölgede çekilen fotoğrafları basına yansıdı. Böylelikle Münbiç’te kurulan ABD ve Rus güvenlik kalkanının yanına Afrin bölgesindeki Rus varlığı da eklenmiş oldu. Elbette Rusya’nın bu hamlesinin altında yatan birçok sebep var. Türkiye’nin olası müdahalesinin önüne geçmek, PYD-YPG kozunun sadece ABD himayesi altında olmasını bozmak, sahadaki askeri personel ihtiyacını bu örgütten devşirmek, muhaliflere yönelik yeni operasyonlar için birlikte hareket etmek ve en önemlisi Rakka Operasyonu sonrası oluşacak tabloda elindeki kozların sayısını artırmak öncelikli olarak sıralanabilir. Rusya’nın PYD-YPG ile ilişkileri oldukça uzun bir geçmişe sahip ancak ABD’nin bu örgütle iş tutmasından beri PYD-YPG’ye mesafeli olmuş fakat hiçbir zamanda bağını koparmamıştı. ABD ve Rusya’nın PYD-YPG kartına sıkı sıkıya sarılmış olmalarına rağmen ilişkilerinin mahiyetlerinde önemli farklılıkların olduğunu ifade etmeliyiz. Rusya’nın PYD-YPG ile ilişkisi sahada kazanımlara odaklanmış ve kullanışlı olduğu müddetçe sürdürülecek bir ortaklık olarak belirirken, ABD’nin bu örgüte verdiği destek basit bir operasyon birlikteliğinden ziyade Suriye’de kalıcı bir aktörün oluşmasını sağlama çabası olarak değerlendirilebilir. Zira ABD’nin Türkiye’ye rağmen ve olağanüstü yardımlarla donatarak oluşturduğu bir ittifakın kolay çözülmesini beklemek naiflik olur. Bununla birlikte hem ABD ile Fırat’ın doğusunda hem de Rusya ile Fırat’ın batısında stratejik ittifaklar kuran PYD-YPG’nin özellikle Rakka Operasyonu sonrası bu ilişkileri nasıl sürdüreceği belirsizdir. Çünkü sahadaki alan paylaşımları o kadar iç içe geçmiş durumdaki bu iki büyük güç ile birlikte sahada sorunsuz hareket etmek imkansız hale gelecektir. Dolayısıyla ABD ve Rusya’nın halihazırda müttefik tercihlerindeki esnekliğin önümüzdeki dönemde sürdürülmesi zor görünmektedir.
MÜCBİR TERCİHLER
Bu hafta içerisinde yapılan MGK toplantısının sonuç bildirgesinde Fırat Kalkanı Harekatı’nın başarıyla tamamlandığı vurgulandı. 24 Ağustos’ta başlatılan operasyon el-Bab’ın alınmasının ardından noktalandı. Ancak hem terörden arındırılan bölgelerin muhafazası hem de gerektiğinde yeni ve başka bir isimle başlatılacak operasyon için Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı devam edecek gibi görünmektedir. Askeri varlığın kapsamı ve boyutunun ne olacağı henüz açıklanmadı ancak sahadaki şartlar itibariyle çok da büyük bir boşaltma beklenmemektedir. Kaldı ki Rakka Operasyonu için ABD’ye sunulan teklife henüz net bir cevap verilmediğinin de akılda tutulması gerekir. Fırat’ın batısında Münbiç ile Afrin arasındaki bölgenin DEAŞ’tan arındırılması ve sınırdan uzaklaştırılması operasyonun en büyük başarısı. Türkiye’nin askeri seçenekleri kullanmada tereddüt göstermeyeceği ve bunun için yeşil ışık bekleme gibi bir kırmızı çizgisinin olmadığı da gösterilmiş oldu. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte ihtiyaç hissedilmesi halinde Türkiye’nin sahada müdahale potansiyeli hem daha yüksek hem de daha hızlı olacaktır.
Münbiç ve Afrin’de PYD/YPG’nin yanında oluşturulan ABD-Rusya kalkanının Türkiye tarafında hoşnutsuzluk oluşturduğunu ve bu ilişkinin teröre destek olarak görüldüğünü belirtmek gerekir. Suriye’nin kuzeyinde ABD ve Rusya’nın terör örgütüyle iş tutması Türkiye’nin ulusal güvenlik önceliklerinin göz ardı edilmesi manası taşır. Ancak Rakka’da ABD’nin olumsuz davranmasını ve Münbiç ile Afrin’de Rusya’nın hamlelerini Türkiye için bir alan daralması olarak nitelemek doğru değil. Zira bu bakış açısıyla Türkiye’nin Suriye’deki varlığını ve etkisini Suriye’nin kuzeyi ile sınırlama hatasını düşülebilir. Elbette ki küresel güç faktörünün devreye girdiği zamanlarda bölgesel aktörlerin imkanları daha da azalmaktadır. Benzer süreci Rusya’nın Suriye’ye girmesi sonrasında İran da yaşamaktadır. Dolayısıyla Türkiye halihazırda yavaş yavaş şekillenmekte olan statükoya, sert güç unsurlarını her daim hazır tutarak kararlılığını göstermelidir. Bu bağlamda Türkiye’nin Suriye projeksiyonundaki temel hedef, PYD-YPG’yi orta vadede küresel güçlerin kullanamayacağı dolayısıyla aktör olmaktan çıkaracağı hamlelerde bulunmak olmalıdır.
[Star Açık Görüş, 1 Nisan 2017].