AB liderleri dün aşılama, ABD-AB ilişkileri, Türkiye ve Rusya gündemi ile toplandı. Bu gündemin Türkiye ile ilgili kısmının "AB'yle yapıcı bir şekilde birlikte çalışmak için teşvik etmek" olması olumluydu. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Borrell de, zirve için hazırladığı raporda Türkiye ile "ilerlemeye dönük, orantısal ve geri alınabilir bir yaklaşım" önerdi. Bu yaklaşım, sorunları tümüyle kenara koymadan tedrici şekilde pozitif adımlara odaklanmayı içeriyor. Gümrük Birliği'nin güncellenmesini ve yasa dışı göçün önlenmesini merkezde tutuyor. Nitekim Alman Şansölyesi Merkel zirve öncesi Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de tansiyonu düşürücü adım atmasını ve mülteci krizindeki rolünü övdü. Ankara'yı "çok güvenilir bir ortak" olarak niteledi. Ancak Fransız Cumhurbaşkanı Macron salı günü France 5 kanalına verdiği mülakatta Avrupa'nın Türkiye ile yaşadığı çıkmazı gösteren cümleler sarf etti. Önce "NATO üyesi Türkiye'nin önemli bir ticari ortak ve Ortadoğu'dan Avrupa'ya yapılan yasa dışı göçle mücadelede kilit bir müttefik" olduğuna işaret etti. Ankara'nın kapıları açmasıyla "Avrupa'ya üç milyon Suriyeli mültecinin geleceği" korkusundan bahsetti. Sonra Türkiye'nin "Fransa'da yapılacak seçimleri etkilemeye" çalışacağını iddia etti.
Seçim popülizminin ayak sesleri
Son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilişkileri yumuşatan Macron, neden "seçimlere müdahale" iddiasını hem de AB liderler zirvesi öncesi dile getirdi? Merkel'in temsil ettiği "Ankara ile çalışmak zorundayız" görüşüne karşı bir şerh düşmek için mi? Kötü polis rolünü terk etmediğini göstermek için mi? Yoksa iç kamuoyuna "Türkiye ve Erdoğan eleştirisi" sermayesini hâlâ elinde tuttuğunu göstermek için mi? Hepsi bir arada olabilir. Ancak Macron'un Erdoğan ile daha önce girdiği polemiklerde zora düşmesine rağmen Türkiye ile ilgili yeni iddialarda bulunma ısrarı gerçekten can sıkıcı. Rusya, Çin ve İran'ın Batı demokrasilerindeki seçimlere müdahale ettiği iddiasına benzer şekilde Türkiye'yi etiketlemeye çalışması kabul edilemez. Hem asılsız hem de acziyet belirtisi. Erdoğan'ın ikili ilişkileri tamir çabasına atılan bir tekme. Dahası, Macron'un bir yıl sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde "Türkiye" teması ile kampanya yapabileceğini düşündürüyor. Aşırı sağın baskısı altındaki Macron, Le Pen ile yarışında "İslam, Türkiye ve Erdoğan" tehdidi ile yol alma eğiliminde. Bu eğilim hiç de yeni değil. Brexit'ten bu yana Avrupalı siyasetçiler, seçmenlerini Türkiye ile korkutuyor.
Erdoğan gerçekliğini kabullenmek
Bu defa ülkesinin ekonomik sorunlarını çözemeyen ve Suriye, Libya ve Dağlık Karabağ krizlerinde Erdoğan karşısında başarısız olan Macron, popülist bir dile sarılıyor. "İslamcı ayrılıkçılık" söylemi ile "Erdoğan fobisini" birlikte kullanmaya yöneliyor. Bütün bu ucuz popülizmine rağmen Macron'un bir konuda açık sözlü davrandığını söylemeliyim. O da Avrupa'nın stratejik çıkarları açısından Türkiye'nin "kilit rolde" olduğunu kabul etmesidir.
Macron ve benzeri Avrupalı liderlerin kabul etmesi gereken bir diğer husus, Erdoğan'ın liderliği ile Türkiye'nin yepyeni bir uluslararası konuma ulaştığı. Artık Ankara ile göz hizasında, hakkaniyetli pazarlık yapma mecburiyeti. Batı başkentlerinin "Erdoğan'a taviz vermeden Türkiye'yi nasıl kaybetmeyiz?" çabası anlamsız ve aslında nafile. Zira Erdoğan son dörtbeş yılda onların "agresif" bulduğu hamleleri ile Türkiye'nin haklı, milli çıkarlarının parametrelerini netleştirdi. Bundan dönüş olmaz. Türkiye ile hakkaniyetli yeni bir ilişkinin kurulması gerçeği artık Türk siyasetinin vazgeçilmezi.
[Sabah, 26 Mart 2021].