Suriye’de Esad sonrası halkın iradesine dayanan istikrarlı bir yönetim oluşması zaman alacak. Suriyeli farklı gruplar arasında milli bir uzlaşma sağlanmasının önünde hem iç hem de dış engeller var. Bu engellerin aşılması veya yönetilmesi hem pragmatik hem de soğukkanlı bir siyasi irade gerektiriyor. Muhalefetin şu ana kadar verdiği pozitif mesajlar yanında kargaşa görüntüsünden uzak durması avantaj teşkil ediyor. Ancak gerek YPG ve Deaş gibi grupların varlığı gerekse İsrail’in askeri müdahaleleri ülkenin toprak bütünlüğü ve milli egemenliğinin tesis edilmesinin kolay olmayacağını gösteriyor. Dahası, şimdilik yenilmiş ve sahadan çekilmiş görünen İran ve Rusya’nın izleyeceği politikalar bu resmi daha da karmaşık hale getirebilir.
İstikrar Arayışı
Suriye’nin istikrarlı bir sistem kurabilmesi için en büyük avantajı, Türkiye’nin desteği olacaktır. İç savaşın başından beri Suriye muhalefetine verdiği destek, ulusal çıkarlarını korumak için askeri ve siyasi olarak sahada olması ve senelerdir Suriyeli sığınmacılara ev sahipliği yapmış olması, Türkiye’yi Suriye’de istikrara katkı sağlayacak en önemli aktör kılıyor. Diğer dış aktörler Suriye ötesindeki stratejik hedefleri doğrultusunda hareket ederken, Türkiye Suriye’nin istikrarını kendi ulusal güvenlik çıkarıyla bir görerek hareket etti. PYD/PKK’nın alan kazanmasının engellenmesi, Türkiye’nin güvenliğinin sağlanmasıyla birlikte Suriye’nin bütünlüğünün korunması açısından da önemli. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin güvenlik kaygılarının giderilmesi ancak Suriye’de istikrar sağlanmasıyla mümkün.
Diğer ülkelerin stratejik çıkarlarına bakıldığında Suriye’de istikrar ve barışın sağlanmasının öncelikli olmadığı görülüyor. İran için Esad rejiminin ayakta kalması, Lübnan’a uzanan ‘direniş hattının’ korunması açısından önemliydi. Hizbullah’a insan, para ve silah akışının korunması gerekiyordu. Rusya için ise ABD’ye ‘rejim değişikliği politikalarından vazgeç’ mesajının verilmesi ve ‘Ortadoğu’da ben de varım’ diyebilmek önemliydi. Rus gemilerinin Akdeniz’de demirleyebilmesi de stratejik bir kazanımdı. İsrail için Esad ‘bildiğimiz şeytan bilmediğimiz şeytandan evladır’ anlayışı doğrultusunda öngörülebilir bir aktör olmakla kalmayıp Golan Tepeleri’nden fiilen vazgeçen zayıf bir yönetimi temsil ediyordu. Amerika da PYD üzerinden Rusya ve İran’a alan bırakmamak ve Deaş’la savaşmak bahanesiyle varlığını sürdürdü.
Amerika’nın Suriye Politikası
Türkiye dışındaki aktörlerin bundan sonraki süreçte de Suriye’nin istikrarından ziyade kendi stratejik kazanım ve önceliklerine odaklanacaklarını tahmin etmek güç değil. Amerikan ordusu Merkez Komutanlığı’nın (CENTCOM) PYD’ye destek vermeye devam etmesi ve Deaş’ın olduğu yerleri bombaladığını açıklaması, Amerikan politikasında bir değişiklik olmadığı mesajını veriyor. Biden’ın açıklamalarından da Trump gelene kadar bu politikanın devam edeceği anlaşılıyor. Blinken Türkiye’ye geldiğinde de bu mesajın tekrarının ötesine geçmeyecektir zira Washington’ın Suriye’deki yeni koşullara uygun kapsamlı bir politika arayışında olduğuna dair bir işaret yok. Trump’ın ‘bırakın savaşsınlar bizim derdiğimiz değil’ minvalindeki açıklamalarını yeni bir politika arayışı olarak okumak pek de mümkün değil.
Trump’ın Suriye’den çekilmek istediği sır değil ancak ilk döneminde Suriye’deki ‘petrolü almalıyız’ şeklindeki açıklamaları hatırlandığında CENTCOM ve İsrail tarafından kalmaya ikna edilebileceği ihtimalini göz ardı etmemek gerekiyor. CENTCOM Deaş’ın bitmediği, PYD kontrolündeki hapishanelerdeki Deaş militanlarının serbest kalacağı, Rusya ve İran’ın hala aktif olduğu gibi tezlere başvurabilir. İsrail ise Şam’ın eski el-Kaide’li teröristlerin eline geçtiğini ve kendi güvenliği için Suriye’de tam hareket özgürlüğüne sahip olması gerektiğini savunacaktır. Amerika’nın Suriye’den çıkmasının yanlış olacağını söyleyip CENTCOM’un tezlerine destek olabilir. Bu durumda Türkiye’nin Trump’ı PYD’ye desteğini sona erdirmesi için ikna etmesi daha zor hale gelebilir.
Türkiye’nin Çıkarı
Amerika’nın politika değişimine bağlı olarak hem İran hem de Rusya Suriye’de stratejik kayıplarını telafi etmek isteyebilir. Türkiye Trump’ı PYD/PKK ilişkisine son vermeye ikna edebilirse, Rusya ve İran PYD için yeni bir umut kapısı olabilir. Türkiye’nin silah bırakma üzerinden çözüm önerisine yanaşmaya niyetli görünmeyen örgüt, Amerika’nın kalması için elinden geleni yapacaktır ancak bu mümkün olmazsa farklı sponsorlara yönelecektir. Şam’da oluşacak yeni siyasi iradeyle müzakere üzerinden Suriye içerisinde çözümün parçası olmak istemez ve dış aktörlerin stratejik hedeflerine hizmet etme pazarlığı yapmakta ısrar ederse dışlanmakla kalmayıp hedef haline gelebilir. Bu da hem Suriye’nin istikrara kavuşması hem de Türkiye’nin ulusal güvenliğini sağlaması açısından yeni bir meydan okuma anlamına gelir.
Türkiye’nin bugüne kadar gösterdiği stratejik sabrın meyvelerini toplamaya başladığı bir döneme giriyoruz. Ancak önümüzdeki süreçte Suriye’deki siyasi inşa sürecinin iç ve dış aktörler tarafından akamete uğratılması şaşırtıcı olmaz. Devlet kurumlarının ve siyaset pratiğinin son derece zayıf olduğu ve güçlenmesi için zamana ihtiyacı olduğu iç savaştan yeni çıkmış bir ülkede, kendine özerk bir alan inşa etmeye çalışan grupların ve bunları destekleyen uluslararası aktörlerin tamamen oyun dışı kaldığını düşünmek yanıltıcı olacaktır. Türkiye bu süreçte yer alacak en etkin aktör olarak, hem Suriye’nin iç aktörleri arasındaki siyasi uzlaşmanın sağlanması ve hem de uluslararası güçlerin dahlinin müzakere edilmesi noktalarında kritik bir rol oynayacak.
Bölgesel dengelerin her an değişebileceğini ve dış aktörlerin çoğunun Suriye’nin istikrarını kendi stratejik önceliklerine feda edebileceğini unutmamak gerekiyor. Türkiye’nin diplomatik gücünün diğer ülkeleri Suriye’de istikrarın öncelenmesine ikna etmeye yetecek nitelikte olması en büyük avantajlarından biri olarak öne çıkıyor. Türkiye siyasi feraseti ve stratejik öngörüsüyle hareket ederek Suriye’de barış ve istikrarı tehlikeye atacak riskleri ortadan kaldırmayı başaracaktır. Bu sürecin kolay olmayacağı kesin ancak Suriye’de istikrarın sağlanmasının Türkiye için ulusal güvenlik çıkarı haline gelmiş olması başarıyı mecbur kılıyor.
[Yeni Şafak, 13 Aralık 2024]