Bilgehan Öztürk Uzmanlar: Sibel Düz Gökhan Çınkara Yücel Acer Mustafa Caner
Gökhan Çınkara Necmettin Erbakan Üniversitesi Hamas'ın Aksa Tufanı ne anlama geliyor? Hamas’ın ve Filistinli diğer grupların Aksa Tufanı operasyonu –isminden de anlaşılacağı üzere– merkezine Mescid-i Aksa’yı motive eden bir dinamikle harekete başladı. Bu operasyonla gruplar temel olarak Gazze’de devam edegelen on beş yıllık ablukayı ve onunla bağlantılı olarak Filistin sahasındaki statükoyu aşmak istiyorlar. Kısa süreçte taktiksel düzeyde bu hedefe ulaştıklarını söylemek mümkündür. Bu operasyon küresel kamuoyunu sarsacak ve pozisyon almaya itecek bir eylem olarak öne çıkıyor. İsrail-Filistin gerilimi münferit bir gerilim mi yoksa bölge çapında genel bir tırmanma dönemine mi giriyoruz? Bu, tarihsel derinliği olan bir eylem ve operasyon olarak görülebilir. Hamas ve İslami Cihad’ın temel taşıyıcıları olan bu operasyon en son Mayıs 2021’de hareketlenen Gazze sahasında yeni bir düzlemi de açıyor. Bu aşamayla Filistin davasının öne çıkan aktörleri Hamas ve İslami Cihad olarak görülebilir. Hamas ve İslami Cihad Batı Şeria’da devam edegelen politik sürece ve aktörlere alternatif bir tercih olarak öne çıkıyor. Mezkur eylemin Filistin’de İntifada sonrası jenerasyonun içinde olduğu bir eylem olduğunu da eklemek gerekiyor. Görülen eylem tarzındaki farklılaşma bu yeni neslin yaklaşım ve strateji farklılıklarını da yansıtıyor. Bölge çapında olayların genişlemesinin Suriye, Lübnan ve İran sahalarına operasyonların yansıması ile mümkün olabileceğini düşünüyorum. İran bu çatışmanın neresinde? İran, bu operasyonun icrasında doğrudan aktif olarak katılım mı gösterdi yoksa olağan bir şekilde aktörlere yardımlarını yapmakta mı? İran’ın pozisyonu şu an İsrail’de tartışılan bir konu. Tablonun çok netleştiği söylenemez. Filistin meselesi bundan sonra nasıl evrilecek? Filistin meselesi varlığını devam ettirecektir. Fakat yeni neslin strateji değişikliği ve buna dönük arzusu ile eski neslin müzakereci stili arasındaki çatışma da ortaya çıkabilir. Filistin meselesi görünen o ki İsrail ile ilişkilerde kökten ve radikal bir kopuş içerisinde. Bölgesel normalleşme bu gelişmeden nasıl etkilenecek? Suudi Arabistan ve İsrail arasındaki normalleşme süreci bu süreçte kamusal niteliğini yitirecek fakat iletişim devam edecektir. İki ülke arasındaki ilişkiler Filistin bileşenini aşan bir yapısallık içerisinde şekilleniyor. Ama günün sonunda Filistin’in her Arabın ve her Müslümanın hassasiyet gösterdiği bir coğrafya olduğunu elitler göz önünde bulunduracak ve son olaylar neticesinde bunu daha yoğun şekilde dikkate alacaklar diye düşünüyorum. Yukarı git
Yücel Acer Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, SETA Uluslararası hukuk açısından mevcut çatışma nasıl değerlendirilebilir? İsrail’in işgal etmediği ancak 2007’den beri abluka altında tuttuğu Gazze Şeridi’nden İsrail’e yönelik 7 Ekim Cumartesi günü başlatılan askeri eylemler ve İsrail’in bu eylemlere verdiği ve vermeye devam ettiği askeri karşılık birçok hukuki mülahazayı da beraberinde getirmektedir. Filistin ve İsrail taraflarının uluslararası hukuk bağlamında hakları ve sorumluluklarının neler olduğu, eylemleri ve yöntemlerinin hukukiliği gibi birçok hukuki meselenin ele alınması bir kez daha gerekli hale gelmiştir. Ancak şu aşamada en elzem olan hukuki husus, meşru müdafaa hakkını kullandığını beyan eden İsrail’in bu hakkını hangi sınırlılıklar içerisinde ve hangi noktaya kadar kullanabileceğinin belirlenmesidir. Meşru müdafaa hakkı, BM Antlaşması’nın 51. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeden ortaya çıkan önemli unsurlar şöyle sıralanmaktadır:
- Meşru müdafaa hakkının doğal olduğu yani her devletin böyle bir hakka kendiliğinden sahip olduğu
- Mevcut bir silahlı saldırı olması gerektiği
- Devletlerin kendini savunma haklarının tek başlarına ya da kendilerine yardım edebilecek diğer devlet ya da devletlerle birlikte kullanabileceği
51. maddede de belirtildiği gibi, meşru müdafaa hakkı doğal ve yapılageliş hukukunda da bulunan bir hak olduğundan, bu hakkın doğasında orantılılık unsuru da bulunmaktadır. Bu bağlamda meşru müdafaa hakkı çerçevesinde kullanılan gücün orantılı olması gerekir. Meşru müdafaa hakkı doğuran eylemle orantılı olmayan, karşı tarafı cezalandırmaya ya da intikam almaya dönük eylemler meşru müdafaa hakkının hukuki sınırlarını aşmaktadır. Bu unsurla bağlantılı bir şekilde saldırıya verilecek karşılığın saldırıyı durduracak ve geri itecek ölçütte olması gerekmekte, bu gerekliliğin ötesinde güç kullanıldığında meşru müdafaa hakkının sınırları aşılmaktadır. Dolayısıyla Filistin tarafından gerçekleştirilen askeri eylemlerin bir saldırı olduğu ve meşru müdafaa hakkı doğurduğu kabul edilse bile meşru müdafaa hakkını kullandığını beyan eden İsrail’i birçok hukuki sınırlar ve kısıtlılıklar beklemektedir. İsrail, karşı askeri eylemlerini ancak saldırı durdurulana kadar ve varsa işgal edilmiş topraklarını kurtarana kadar devam ettirebilir. Kullanılan gücün orantılı olması yani saldırıyı durduracak ve ülkesinin yasal parçalarının kurtarılmasını sağlayacak ölçütün ötesine geçmemesi gerekir. Bu bağlamda ABD’nin muhtemelen müşterek meşru müdafaa hakkı temelinde bölgeye İsrail’e yardım maksadı ile gönderdiğini beyan ettiği savaş gemileri ve uçaklarının kullanımı orantılılık prensibini ağır bir şekilde ihlal edecektir. Zira karşı tarafta yaklaşık 2 milyon insanın yalnızca 41 kilometre kadar uzanan ve en fazla 12 kilometre derinliğe sahip dar bir bölgeye sıkıştığı bir Filistin ülke parçası bulunmaktadır. Kaldı ki tek başına İsrail’in dahi kendi gücünü orantılılık sınırları içerisinde kullanması hukuki bir yükümlülük durumundadır. Meşru müdafaa hakkı saldırılar durdurulana kadar kullanıldıktan sonra çatışmalar kesilerek sonraki sorunların barışçıl yöntemlerle çözülmesi de hukuki bir zorunluluktur. BM Antlaşması’nın 2. maddesinin 3. paragrafı bütün ülkelere sorunları şiddet içermeyen yani barışçıl yöntemlerle çözme yükümlülüğü getirmektedir. Son olarak sivillere ve sivil yerleşim yerlerine saldırının meşru müdafaa hakkının tamamen dışında olduğu vurgulanmalıdır. Öte yandan İsrail’in Gazze’de yürüttüğü askeri eylemlerinin sivil kayıplara yol açması, sivil yerleşim yerlerine ve sivil altyapıya zarar vermesi en hafif ifadesi ile ağır savaş suçlarına yol açacaktır. Uluslararası Ceza Mahkemesinin halihazırda Filistin topraklarında işlenen bu türden suçları soruşturduğu hatırlandığında, İsrail’in askeri eylemlerinde dikkat etmesi gereken önemli bir hukuki kısıtlılığın da bu olduğu bilinmelidir. Yukarı git
Mustafa Caner SETA İran bu çatışmanın neresinde? İran’ın son yıllarda Hamas ile ilişkilerini oldukça geliştirdiği bir gerçek. Tahran yönetimi Hamas’a siyasi, askeri ve mali destekte bulunuyor. Hamas’ın böylesine sofistike ve geniş çaplı bir operasyon gerçekleştirme kabiliyeti kazanmasında İran’ın payı yadsınamaz. İran’ın ayrıca İslami Cihad gibi başka silahlı Filistinli gruplarla da ileri seviyede ilişkileri bulunuyor. Hamas-İran ilişkileri Hamas’ın dış destek arama çabasından dolayı bir mantık evliliği formatındayken İslami Cihad-İran bağlantısı ise ideolojik bir zemine oturmaktadır. İranlı üst düzey hükümet yetkilileri, operasyonun planlama aşamasında olduklarına dair iddiaları sert bir dille reddettiler. İran’ın resmi tavrının operasyonun ardından siyasi destek vermek olduğu görülüyor. Böylece İran, doğrudan bir askeri çatışma riskini hukuken bertaraf edip vekil kuvvetleri yoluyla İsrail ile çatışma yoluna gitmiş görünüyor. Öte yandan ABD ile son dönemde gündeme gelen yeniden müzakere ihtimaline karşı da bu saldırıların kullanılması gündemde. Şimdilik iki taraf da müzakerelerden geri adım atmış görünmüyor. Antony Blinken’ın Hamas saldırısındaki İran’ın rolüne dair söylediği “Elimizde İran’ın müdahil olduğuna dair yeterli kanıt yok” şeklindeki sözleri de Washington’ın Tahran yönetimiyle köprüleri atmak istemediğini gösteriyor. Ancak İran’da güvenlik bürokrasisinin ve özellikle Devrim Muhafızları Ordusunun (DMO) hükümetten bağımsız hareket ettiği bir gerçek. Hamas’ın bu operasyon öncesinde İranlı askeri yetkililerle görüştüğü biliniyor. Ucu/sonuçları İran’a dokunması kesin olan bu çapta bir operasyonun İranlı yetkililerin bilgisi dışında gerçekleşme ihtimali oldukça zayıf. Öte yandan Lübnan Hizbullahı’nın Lübnan-İsrail sınırından sızma girişimleri gerçekleşiyor. Hizbullah-İran bağlantısı, Hamas-İran bağlantısından çok daha güçlü ve organik. Bütün bu tabloya bakarak İran’ın bir emir komuta zinciri içerisinde Hamas’ı operasyona yönlendirdiğini söylemek doğru olmasa da tablonun tamamen dışında olduğunu söylemek de yanlıştır. Hamas’ın operasyonunun geniş bir alana yayılarak Lübnan ve Suriye’yi kapsaması olası görünüyor. Direniş Cephesi adı verilen ve İran’a müzahir gruplardan oluşan yapılanmanın bu tarzda bir yayılım karşısında alacağı pozisyonun daha önceden defalarca çalışıldığı kanaatindeyim. Savaşın uzaması ve yayılması halinde İran faktörünü daha çok konuşmak gerekecek. İran’ın buradaki amacının İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki normalleşmeyi hedef almak olduğu söylenebilir. Nitekim İran dini lideri Ali Hamaney’in danışmanlarından Ali Ekber Velayeti’nin Hamas saldırısı sonrasında “İsrail ile normalleşmeye çalışanlar bu gelişmelerden ders almalı” şeklindeki sözleri bu argümanı doğrulamaktadır. Bunun dışında İsrail’in Suriye’de gerçekleştirdiği hava saldırılarının İran için ciddi kayıplar doğurduğu ve Hamas saldırısının bu anlamda da İsrail’e karşı caydırıcı bir işlev taşıdığı söylenebilir. İran’ın “küçük şeytan” olarak kurucu ideolojik kurgusunda başköşeye yerleştirdiği İsrail’e karşı bölgedeki çatışmacı motivasyonu diri tutması her zaman için kendi yararınadır. Yukarı git