Mısır, Türkiye ve Ortadoğu’da Sistemik Değişim
Tunus’ta yaşananlar bir domino etkisi yaratır mı tartışmaları, Ortadoğu’da – özellikle Mısır’da- son bir kaç haftadır meydana gelen gelişmelerden sonra anlamını yitirdi. Zira Tunus’ta başlayan değişim rüzgarlarının bölgenin kırılgan rejimlerini etkisi altına alması artık statükocu güçlerin yüzleşmesi gereken bir vakıa haline dönüştü. Mısır’da devam eden demokratikleşme pazarlıkları, Yemen’de Ali Abdullah Salih’in başkanlığa tekrar aday olmayacağını açıklaması, Ürdün’deki kabine değişikliği, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Arap Dünyası’na reform çağrıları, Cezayir ve diğer bölge ülkelerindeki gösteriler Ortadoğu’daki statükonun devam ettirilebilirliğiyle alakalı meşru soruları gündeme getirdi.
Soğuk Savaş dönemi sonrasında kurulan tek kutuplu dünyanın Ortadoğu’daki izdüşümü baskın güç Amerika ile bölgedeki otoriter Arap liderler arasında sürdürülen bağımlılık ilişkisiydi. Bu ilişki, bazı Arap liderlerin kendi halklarının taleplerine mukabele etmekten ziyade ABD’nin bölgedeki ekonomik ve stratejik ihtiyaçlarını karşılamaya teşne olduğu bir sistem ortaya çıkardı. Bu sistem ABD’nin gücü, bu gücün otoriter liderler üzerindeki izdüşümü ve bu liderlerin mevcut sistemden nemalanmaları buna karşılık halkların tatminsizliği üzerine kurulmuştu.
Bölgedeki mevcut sistemin senelerdir istikrar ile anılması meselenin düşündürücü tarafı. Baskın ülke ve bölgedeki ortakları arasındaki ilişkilerin stabil olduğu ve ülkelerin hamlelerinin ve tepkilerinin yazılı veya çoğu zaman yazılı olmayan kurallarla sınırlandırıldığı bir sistemin yalancı bir istikrar havası vermesi anlaşılır bir durumdur. Ülke içinde herkesin konumunu ve derecesini bildiği hiyerarşik yapının uluslar arası sistemde de hayat bulması bu istikrar algısını kuvvetlendirmiştir. Fakat halkların tatminsizliği üzerine kurulmuş sistem, istikrarlı görünse bile bir fay hattının üzerine kurulmuştur. Ortadoğu’da “istikrar”la anılagelmiş Mısır’da meydana gelen son gelişmeler bir yandan yalancı istkrarın kırılganlığını diğer yandan da hakim bölgesel sistemin sürdürülebilir olmadığını gözler önüne serdi. Bu noktada Ortadoğu’da deprem niteliğindeki gelişmeleri nelerin tetiklediğine Mısır özelinde bakmakta fayda vardır.
Bölgesel sistem sokağın tatminsizliği üzerine kurulu
Öncelikle Arap sokağı ve Arap liderler arasındaki siyasal, ekonomik ve sosyal uçurumlar, liderlerin iktidarlarını elde tutabilmek için popüleriteden çok baskı ve kısıtlamalara başvurmasına sebep oldu. Nüfusunun üçte ikisinin 30 yaş altı olduğu, işsizlerinin onda dokuzunu 30 yaş altı nüfusun teşkil ettiği, yaklaşık %40’ının yoksulluk sınırında günlük 2 dolar ile yaşamaya çalıştığı Mısır halkı ile Mübarek ailesi, askeri ve siyasi elit ve işadamları arasındaki uçurum bile sosyal bir patlama için yeterliydi. Mübarek’in halkın tatminsizliği üzerine kurulmuş bölgesel sistemi devam ettirme gayretleri de sokak ile arasındaki siyasi bağı kopardı. Irak savaşına verdiği destek ve İsrail’le özellikle Gazze ablukasındaki dayanışması, Mübarek’i halkın gözünde bir Amerikan/İsrail yandaşı yapmaya yetti. Bir zamanların Arap dünyasının lideri Mısır’ın bölgede meydana gelen gelişmelerde ABD’nin bölge politikalarının uygulayıcısı rolünden ileriye gidememesi de hem halk nezdinde hem de Arap dünyasında büyük prestij kaybına uğramasına sebep oldu.
Yerel güçler baskın gücü sınırlıyor
ABD’nin 11 Eylül sonrası Ortadoğu’ya “nizam” verme çabaları, Irak ve Afganistan savaşları ve İslam dünyasıyla sorunlu ilişkileri bir yandan Ortadoğu halklarının ABD’nin kurallarını belirlediği sisteme olan antipatilerini artırırken diğer yandan da özellikle 2009’daki ekonomik krizle birlikte ABD’nin bölgedeki rolünün sorgulanmasına ve mümkün olduğunca revize edilmesine sebep oldu. Bu süreç ABD’nin bölgedeki gücünün de yeni aktörlerle sınırlandırılmaya başladığı bir dönemi başlattı. Bir yandan İran bölgesel uzantılarıyla ABD’nin bölgedeki müttefiklerinin hareket alanını kısıtladı. Mesela, İran özellikle Hizbullah’a verdiği askeri ve maddi destekle Lübnan’da ABD ve İsrail’e rağmen Hizbullah’ın yükselişini mümkün kıldı. Diğer yandan da Türkiye güçlenen ekonomisi, tek parti iktidarının getirdiği reel siyasi istikrar ve bölgeyle derin tarihsel-kültürel bağları sayesinde bölgenin en etkili yumuşak güç ülkesi konumuna girdi. Bir yandan baskın gücün bazı bölgesel politikalarına milli çıkarları göz önüne alarak karşı gelirken (1 Mart Tezkeresi ve BM’deki İran oylaması vb.) diğer yandan da bölgede kurduğu işbirliği konseyleri ve yaptığı ekonomik faaliyetlerle sadece yönetim kademesinde değil halklar arasında da bir bağımlılık ilişkisi kurma yolunda önemli adımlar attı. Bu bağımlılık ilişkisi, Amerika ile bölgedeki otoriter Arap liderler arasında sürdürülen bağımlılık ilişkisine bir alternatif olarak gelişti ve Arap sokağından büyük destek gördü.
İstikrarı halkın meşru taleplerinde aramak lazım
Bu ilişki aynı zamanda Türkiye örneğini de Arap sokağında görünür kıldı. 2000’lerin başında ekonomik çöküş yaşayan, koalisyon hükümetleri ve askeri vesayetin yarattığı istikrarsızlığın had safhada olduğu, tehdit algılarının demokrasinin gidişatını ve güvenlik kaygılarının bölgesel izolasyonunu tayin ettiği bir ülke iken yaklaşık 10 senelik bir süre zarfında katettiği yol Arap sokağını bir yandan umutlandırırken diğer yandan da sokağın kötü yönetime karşı muhalefetini derinleştirdi. Bir diğer deyişle Türkiye örneği, bölgede gelişmenin standartlarını belirledi ve halkların elindekiyle tatmin olmaması gerekliliğini bir defa daha ortaya koydu. Bölgede bir kıyas noktası haline dönüşen Türkiye, bu yönüyle bir yandan Arap sokağının beklentilerini yükseltirken diğer yandan da statükocu ABD ve otoriter Arap liderler için de bir endişe kaynağı oldu. Endişenin temelinde ise Türkiye’nin bölgedeki yalancı istikrarın üzerinde kurulduğu tatminsizliğe son 10 yıldaki ekonomik, siyasi ve demokratik başarısıyla ilham kaynağı olması yatmaktaydı.
Organski ve Kugler’in formüle ettiği Güç Geçişi Teorisi’nin tabiriyle bölgedeki istikrar, baskın güçlere meydan okuyabilecek güçlerin sistem içerisindeki pozisyonlarından tatmin olup olmadıklarıyla ilişkilidir. Hala bir “orta güç” olsa da Türkiye, başarı hikayesinin de etken olduğu yumuşak gücüyle bölgede baskın gücün halkların tatminsizliği üzerine kurulu statükosuna meydan okuyabilmesiyle Ortadoğu’da değişim rüzgarlarının tetikleyicisi olmuştur. İstikrarı, halkın meşru taleplerinin yerine getirilmesiyle ilişkilendiren ve bunu önce kendi üzerinde tatbik eden Türkiye, bu yönüyle bölgede bir paradigma kaymasına sebebiyet vermiştir. Bu paradigma kayması, bölgedeki baskın güç odaklı sistemi ve mevcut güç dengelerini sürdürülemez kılmış ve değişime zorlamıştır. Mısır, bölgede yaşanan bu sistemik değişimin sadece bir parçasıdır.