- Trump döneminde Transatlantik ilişkilerde yaşanan sorunlar nelerdi?
Trump ile Brüksel arasındaki sürtüşmeler 2016’da başlamıştır. Henüz başkan adayı iken Donald Trump’ın Brexit referandumunun sonuçlarını “büyük bir zafer” olarak nitelendirmesi AB tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Trump yönetiminin ABD ile AB arasındaki sanayi mallarına yönelik gümrük vergilerini ortadan kaldırmayı amaçlayan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) anlaşmasını hiçe sayan kararlar alması ilişkilere zarar veren bir başka gelişme olmuştur. Bu anlaşma Trump döneminde de facto askıya alınmıştır. 2018’de Başkan Trump, AB’den çelik ithalatına yüzde 25 ve alüminyum ithalatına ise yüzde 10 gümrük vergisi uygulayarak başta Almanya olmak üzere birçok Birlik ülkesinin tepkisini çekmiştir. Dünya Ticaret Örgütü’nün ABD’nin Boeing’e yasa dışı devlet yardımında bulunduğunu tespit etmesinden sonra AB’nin misilleme olarak Amerikan mallarına 4 milyar dolarlık gümrük vergisi getirme kararı ise ikili ilişkileri yıpratan bir başka gelişme olmuştur.
Trump yönetiminde Transatlantik ilişkiler sadece ekonomi alanında değil uluslararası güvenlik alanında da çeşitli gerilimlere sahne olmuştur. Başkanlığı döneminde Trump NATO’yu ağır bir dille eleştirerek İttifakı terörizmle mücadele için yeterince çaba göstermediği için “modası geçmiş” olarak nitelendirmiştir. Aynı zamanda AB ülkelerinin NATO harcamalarını arttırmamaları halinde ABD’nin 5. maddedeki karşılıklı savunma taahhüdüne uymayacağını belirtmiştir. Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” açıklaması ve iktidara geldiği günden bu yana Avrupa’da ortak müdahale gücü, savunma bütçesi ve eylem planını öngören Avrupa savunma politikasını hayata geçirme isteği de ilişkilerin gerilmesine sebebiyet vermiştir.
- Biden Transatlantik ilişkiler için ne vadediyor?
ABD’nin gelecek dönem başkanı Joe Biden’ın seçim sonrası ilk iş olarak AB liderleriyle telefon görüşmeleri gerçekleştirmesi Transatlantik ilişkilere verdiği öneme de işaret etmektedir. Nitekim Biden bu görüşmelerde Emmanuel Macron ve Angela Merkel’e NATO ve AB dahil olmak üzere Transatlantik bağları yeniden canlandırmaya verdiği önemi ve AB ile ortak bir şekilde çalışma isteğini dile getirmiştir. Ayrıca koronavirüs (Covid-19), sürdürülebilir ekonomik iyileşme, İran’ın nükleer programı, iklim değişikliği ve insan haklarının görüşüldüğü toplantıda Ukrayna ve Suriye’deki çatışmalar da masaya yatırılmıştır. Transatlantik ilişkilerde yaşanılan krizlerin farkında olduğunu belirten Biden bu konularda iyileşmeye gidileceğini belirtmiştir.
Biden ayrıca İrlanda Başbakanı Taoiseach Micheál Martin ve İngiltere Başbakanı Boris Johnson ile de telefonla görüşmüştür. Biden her iki lidere Good Friday Anlaşması’na (Kuzey İrlanda Barış Anlaşması) olan bağlılığını yinelemiştir. Eylül’de İngiltere Dışişleri Bakanı Dominic Raab ile yaptığı görüşmede de bu konuyu ele alan Biden o dönem “Kuzey İrlanda’ya barışı getiren ‘Good Friday Anlaşması’nın Brexit’in kurbanı olmasına” izin veremeyeceğini belirtmiştir. Böylelikle 2021’e girilmeden imzalanması gereken Brexit anlaşması öncesi Johnson hükümeti Amerikan desteğini kaybetmiş, Brexit anlaşması özelinde kartlar yeniden dağıtılmış, AB ve İrlanda’nın elleri güçlenmiştir.
Çin’i “en büyük düşman” olarak nitelendiren Biden’ın Avrupa’yla bu “ortak düşman”a karşı iş birliğine gitme beklentisi içinde olduğu anlaşılmaktadır. AB’nin ekonomik, ticari ve siyasi en büyük sorun olarak gördüğü Çin’e karşı yeni ABD yönetimiyle gireceği iş birliği Transatlantik ilişkilere ivme kazandıracaktır. Ancak yeni başkanın AB’den beklentileri aynı zamanda Avrupa’nın Çin’e karşı manevra alanını daraltacak bir durum da oluşturabilir. Bunun yanı sıra ABD’nin AB üyesi ülkelerin NATO harcamalarına katkı paylarını yükseltmelerine yönelik talebi Biden döneminde de devam edecektir. ABD’nin Biden’ın yönetiminde de –Trump döneminde olduğu gibi– özellikle Almanya’dan Kuzey Akım 2 projesi konusunda geri adım atması talebinde bir değişiklik beklenmiyor. Bu projenin Hollanda, Danimarka ve Polonya gibi diğer bazı AB ülkelerince de Birliğin enerji politikasına aykırı bulunması Almanya üzerindeki baskının yeni dönemde de artarak devam edeceğini gösteriyor.
- Avrupalıların Biden’dan beklentileri neler?
Bunun yanı sıra AB liderlerinin koronavirüsle ortak mücadele, Dünya Sağlık Örgütü reformu, demokrasi, insan hakları, veri gizliliği ve dijital vergilendirme gibi alanlarda beraber çalışabilecekleri bir ortağın seçimlerde galip gelmesinin Transatlantik ilişkilerinde yeni açılımlar kazandırması beklenmektedir. Ancak ABD-AB arasındaki bütün gerginliklerin yok olacağı düşünülmemelidir. NATO harcamaları ve Rusya’yla ilişkiler gibi ABD’nin uzun süredir rahatsız olduğu konuların kapanmayacağı ve Biden’ın iç kamuoyunun taleplerini karşılamak için bu konularda daha da talepkar olabileceği konuşulmaktadır.
- Avrupa ülkeleri Biden’a nasıl tepki verdi?
Google ve Facebook gibi dijital platformları vergilendireceğini açıklayan ve bir Avrupa ordusu kurma yönünde önerilerde bulunan Macron, Trump’ın tepkisini çeken liderler arasında olmuştur. Trump’ı Paris iklim anlaşmasından ve İran nükleer anlaşmasından çekilmemeye ikna edemeyen Fransa uluslararası arenada ABD desteğinden mahrum kalmaktan oldukça rahatsız olmuştur. Biden’ın seçilmesi ile birlikte İran anlaşmasının yeniden canlanacağı, Birleşik Milletler, Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası örgütlerde ABD’nin Fransa’ya destek olacağı beklenilmektedir. Fransız kamuoyunda bu gelişmelerin Fransa’nın küresel çıkarlarına hizmet edeceği beklentisi hakimdir. Bu neden Fransız hükümeti seçim sonuçlarından oldukça memnun olmuştur.
Trump’tan sonra Amerikan seçiminin en büyük kaybedeninin Boris Johnson olduğu düşünülmektedir. Trump, Brexit’e destek verip Johnson’a hızlı bir ticaret anlaşması yapmayı vadederken Biden İngiltere’nin AB’den ayrılmasına karşı çıkmaktadır. Biden’ın seçimleri kazandığının resmi olarak açıklanmasından sonra medya mensuplarıyla bir araya gelen Johnson “Avrupalı dostlarımız ve ortaklarımızla ticaret anlaşması yapmak için çok heyecanlıyım” beyanında bulunmuştur. Bu açıklama Birleşik Krallık-AB ilişkilerinin değişeceğine işaret etmektedir.
En dikkat çekici açıklama Slovenya Başbakanı Janez Janša’dan gelmiştir. Çarşamba günü Trump’ın seçimleri kazandığını iddia ederek Twitter üzerinden kendisini tebrik eden Janša’nın Boris Johnson ve Viktor Orban ile birlikte Trump’ın mağlubiyetinden en fazla rahatsız olan Avrupalı lider olduğu kabul edilmektedir.
- Yeni döneme yönelik muhtemel senaryolar nelerdir?
Seçim kampanyası süresince Transatlantik ittifakı canlandıracağını vurgulayan Biden’ın bu hedefe nasıl ulaşacağı henüz bilinmemektedir. Kimi uzmanlar Trump öncesi statükoya yeniden dönüleceği fikrindedirler. Buna göre Transatlantik ilişkilerin merkezinde NATO yer alırken Avrupa başkentleri (özellikle Berlin, Paris ve Londra) ile Washington arasındaki bağlar güçlendirilecektir. AB ile stratejik bir ortaklık kurmak Biden hükümetinin en önemli stratejisi olacaktır. Biden yönetiminin –Trump’tan farklı olarak– Birlik üyesi ülkelerle tek tek değil AB kurumlarıyla ilişkileri güçlendireceği düşünülmektedir. İklim, teknoloji, dijital platformlara yönelik yasalar, enerji, koronavirüs, Rusya, Çin ve İran gibi konuları ele almak adına AB ile ABD’nin yakın çalışma içinde bulunacağını düşünen bazı Avrupalı uzmanlar böylelikle Çin ve Rusya’ya ekonomik bir darbe vurulacağını savunmaktadırlar.
Bu görüşlerin yanı sıra ABD’deki yapısal ve demografik değişikliklerin geri döndürülemez bir hal aldığı ve bunun iktidarda kim olursa olsun politikayı etkilemeye devam edeceği kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Buna ek olarak Boeing-Airbus gerginliğinin ortadan kalkmadığı da göz önünde bulundurulacak olursa Transatlantik ilişkilerin bir seçimle normale döneceğini düşünmek şimdilik mümkün değildir.
Avrupa’da özellikle yeni Başkan Biden’ın İngiltere, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerdeki aşırı sağcı ve Trump’la özel ilişkiye sahip yönetimlerle ilişkileri nasıl yöneteceği de merak konusudur. Diğer yandan Avrupa aşırı sağının en büyük meşruiyet kaynağı olarak gördüğü Trump yönetiminin gitmesiyle birlikte Avrupa merkez siyasetinde aşırı sağın gerilemesine yönelik beklentiler de güçlenmiştir. Ancak aşırı sağı doğuran sistem sorunları ve sosyoekonomik nedenler düşünüldüğünde bu beklentiler çok da gerçekçi görünmemektedir. Diğer yandan merkez siyasetin aşırı sağın ana söylemlerini benimsediği bir siyasi iklimde aşırı sağ hareketlerde yaşanması muhtemel bir gerilemenin ne ifade edeceği de oldukça tartışmalıdır.