1. İsrailli üç gencin ölü bulunmasıyla başlayan, Filistinli bir gencin yakılarak öldürülmesiyle tırmanan ve gelinen noktada yaşanan hava saldırıları sonucu, çoğu kadın ve çocuk 100’den fazla Filistinlinin katline ve yaralanmasına neden olan Filistin-İsrail gerilim sürecini değerlendirir misiniz?
İkisi 16, biri 19 yaşında olmak üzere İsrail’in yasadışı yerleşimlerinde yaşayan üç genç kaçırıldı. Kim tarafından kaçırıldıkları konusunda net bilgimiz yok. Yaklaşık bir hafta sonra, önce kaçırıldıkları araba yakılmış halde, ardından da üç gencin cesedi bulundu. Daha kaçırılma haberi duyulur duyulmaz, Netanyahu ve İsrail hükümeti doğrudan Hamas’ı suçladı. Cesetler bulunduğu andan itibaren ise Hamas’a suçlama yeni bir boyut kazandı ve “Hamas’ın bunu çok ağır bir şekilde ödeyeceği” ilan edildi. Netanyahu bu süreçte son derece ağır bir nefret söylemi kullanarak İsrail’in geneline yayılan Filistinlilere yönelik intikam saldırılarını körüklüedi. Tabiî, aşırı sağcıların baskın olduğu hükümet içerisinden de Hamas’a yönelik uzun soluklu bir operasyon yapılması için Netanyahu’ya çok ciddi manada baskı geldi. Cesetlerin bulunmasının hemen sonrasında bütün bu nefret söylemlerinin artmasıyla birlikte özellikle İsrail’de aşırı sağcı kesimler intikam saldırılarına girişti. Burada en ön plana çıkan olay, Kudüs’te Muhammed El Hudayr isimli bir gencin kaçırılması ve çok kısa bir süre sonra cesedinin yakılmış bir şekilde bulunması oldu. Ardından yapılan polis soruşturmalarıyla, altı İsrailli aşırı sağcı genç suçlu olduklarını, Muhammed El Hudayr’ı canlı canlı yaktıklarını itiraf etti. Ama bu tek olay değil; bu süreçte Filistinlilere yönelik birçok linç girişimi yaşandı. Bu, meselenin biraz sosyal boyutu... Netanyahu bu noktada sokağa dökülen, intikam saldırılarına girişen halkı biraz yatıştırmak için daha yumuşak ifadeler kullanmakla birlikte, diğer taraftan Gazze’ye yönelik operasyonun hazırlıklarını yaptı. Ancak altını çizmekte fayda var, başta da söylediğim gibi henüz bütün bu kaçırılma olayının arkasında kimin olduğunu bilmiyoruz. Ama Netanyahu ve İsrail hükümeti bunun bütün sorumluluğunu Hamas’a yükleyip Gazze’ye yönelik saldırıya başladılar. Hatta İsrail’in ilk yaptığı işlerden biri, uluslararası hukukta hiçbir yeri olmayacak bir şekilde, sorumlu gördüğü iki Filistinlinin evini havaya uçurmak oldu. Böyle toplu bir cezalandırma yoluna gitti...
2. Peki, Netanyahu’nun yakılan gencin ailesini arayıp, taziye mesajında bulunmasını nasıl yorumluyorsunuz?
İsrail halkının içerisinde bulunduğu ve cesetlerin bulunmasından sonra intikam çağrılarına dönüşen öfke, Netanyahu tarafından önce desteklendi -hatta Netanyahu hem şifaen hem de sosyal medya üzerinden intikam çağrıları yaptı-, ardından işlerin kontrolden çıkmaya başlamasıyla ve İsrailli aşırı sağcıların birçok yerde intikam saldırılarına, linçlere girişmesiyle birlikte gerilimi düşürecek bir adım olarak Netanyahu, yakılan Filistinli gencin ailesini aradı. Ama bu meseleyi Gazze’ye yapılan operasyonlardan ayrı bir mesele olarak tuttu. Söyleminde bir yumuşamaya gitti, fakat Gazze’ye yönelik operasyonda yumuşama göstermedi, hatta onun dozunu tırmandırdı ve operasyonun kapsamını genişletti.
3. İsrail kabinesi, 40 bin yedek askeri orduya çağırmasının yanı sıra “saldırıların Hamas’ı bitirmeye yönelik bir operasyon olduğu ve Gazze şeridine yapılan operasyonların uzun süreceği” söylemleriyle ne hedefliyor?
Yaşanan olayların kronolojik açıdan nasıl geliştiği önemli. Kaçırma olayı oldu, ardından Filistinli genç öldürüldü. Bu süreçte kaçırma olayı ile birlikte, İsrail daha önce kaçırılan İsrailli er Gilad Şalit’in serbest bırakılması için Hamas’la yapılan takas antlaşmasını bozacak şekilde, o zaman serbest bıraktığı Hamaslıları tekrar tutuklamaya başladı. Yani bir taraftan Gazze’ye ufak tefek operasyonlara başlayarak ateşkesi bozdu, diğer taraftan da, daha önce serbest bıraktığı esirleri tekrar tutuklayarak yapılan esir takası antlaşmasını bozdu. Bunun üzerine Gazze’den İsrail’in güneyindeki kentlere roket saldırıları başladı. Burada not etmemiz gereken belki önemli bir husus, roketlerin şimdiye kadar İsrail tarafında hiçbir can kaybına sebep olmaması. Fakat buna rağmen İsrail’den, özellikle hükümetin farklı fraksiyonlarından gelen motivasyon, Gazze’ye yönelik çok yoğun ve uzun sürecek bir operasyon yapılması yönünde. Mesela, İsrail’in iç istihbarat örgütü olan Şin-Bet’in eski Başkanı Avi Dichter bir açıklama yaparak, “Bu operasyonun bir önceki ‘Dökme Kurşun Operasyonu’nda olduğu gibi, üç hafta değil veya ondan da önceki Gazze saldırısında olduğu gibi sekiz gün değil, en az bir sene sürmesi ve Gazze’de Hamas’ın askeri gücünün tamamiyle yok edilmesi gerektiği” tarzında bir açıklamada bulundu. Dichter’in bu açıklaması, İsrail’in güvenlik bürokrasisinin yaklaşımını özetliyordu. Yapılacak saldırıların sadece hava saldırısı olmayacağı, kara saldırısını da içereceği ve bunun uzun vadeye yayılacağı fikri gitikçe kuvvetlendi. Bunun üzerine İsrail ordusu yaklaşık 40 bin yedek askeri görev başına çağırarak, son birkaç günde Gazze’ye yönelik operasyonlarını arttırdı. Şu ana kadar havadan operasyonunu devam ettirdi fakat yedek askerlerin de çağırılmasını dikkate alırsak, karadan da bir operasyon başlatma ihtimali de yüksek. Bu konuda koalisyonun ortaklarından Netanyahu üzerine büyük bir baskının geldiği biliniyor.
4. Son aylarda uluslararası ilginin büyük oranda Suriye, Irak, Ukrayna’daki olaylara yoğunlaştığı ancak bu arada Filistin'de Milli Mutabakat Görüşmelerinin ‘Uzlaşı Hükümeti’ kurulmasıyla olumlu bir şekilde sonuçlandığı göz önüne alındığında, İsrail saldırılarının zamanlamasına ilişkin görüşleriniz nedir?
Bütün bu yaşanan olayların arkasındaki en önemli dinamiklerden birisi, Hamas ile Fetih arasında kısa bir süre önce kurulan Uzlaşı Hükümeti. Öncelikle, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin İsrail ile Filistin arasında yaklaşık dokuz ay yürüttüğü bir barış görüşmesi söz konusuydu. Taraflar arasındaki bu görüşmelerin başarısızlığa uğramasıyla birlikte, özellikle Fetih tarafı Hamas’la bir Milli Uzlaşı Hükümeti kurulması yoluna gitti. Bu durum İsrail’i fazlasıyla öfkelendirdi. Netanyahu, İsrail’in terörist olarak kabul ettiği Hamas’la kurulan bu ittifakı sert bir şekilde eleştirip, uluslararası camia nezdinde bu Ulusal Uzlaşı Hükümetinin gayrimeşru olduğu ve terör bağlantılı olduğu” tezini işlemeye başladı. Kaçırma olayı duyulur duyulmaz ise Netanyahu önce Hamas’ı eleştirdi, ardından Fetih’i eleştirdi ve Fetih’le birlikte kurulan Milli Uzlaşı Hükümetine saldırmaya başladı. Netanyahu’nun bu yaklaşımı bile, bütün bu yaşananları, Filistin Milli Uzlaşı Hükümetine karşı bir operasyona çevirme çabası içerisinde olduğunu açık bir şekilde gösteriyor. Şimdi şöyle bir durum da var: Bütün bu saldırılarda özellikle Batı’da başta Amerika olmak üzere İsrail’in tezlerini kabul etme konusunda veya onlara sempati duyma konusunda bir eğilim söz konusu. Uluslararası camiadan yapılan açıklamalara bakarsak, Gazze’de şimdiye kadar çocuk ve kadınların yoğunluklu olduğu sivil Filistinlilerin şehit edilmesine rağmen, bunlardan hiç bahsetmeden “İsrail’in kendini savunma hakkı” tarzı bir klişe sıklıkla kullanılıyor. İsrail Hükümeti, İsrail’in kendini savunma hakkı klişesini bu Milli Uzlaşı Hükümetiyle bir arada değerlendirmeye çalışıyor. Bunun için uluslararası camiada şimdiye kadar Filistin milli uzlaşısına destek veren ülkelerin fikrini değiştirmeyi ve Milli Uzlaşı Hükümetinden desteklerini çekmeleri için bu kaçırma olayını, ardından da Gazze’den İsrail’in güneyine gelen roketleri bahane göstermeye çalışıyor.
Buna ek olarak İsrail güvenlik bürokrasisinin bir zaafiyet ve güvenlik boşluğu olarak değerlendirdiği Gazze’deki Hamas varlığını ve tüm saldırılara rağmen Hamas’ın roket envanterini ve menzilini genişletmesini hedef alıyor. Uzun soluklu ve Hamas’ın askeri yeteneklerinin sıfırlanmasını amaçlayan bir saldırı yapılması için hükümet nezdinde baskı faaliyetlerini yürütüyor.
5. Son olarak, Filistin’de yaşananlara Arap ülkelerinin kayıtsızlığının arka planını değerlendirir misiniz?
Arap ülkeleri bugüne kadar en somut çözüm önerisi olarak bir Arap Birliği inisiyatifi getirdiler. Böylelikle aslında üzerinde uzlaşılacak şartlar altında İsrail’e bir barış teklif ettiler, fakat İsrail bu teklife cevap dahi vermedi. Arap tarafının bugüne kadar Filistin konusunda yapmış olduğu en ciddi öneri, en ciddi girişim de bu sebeple askıya alınmış oldu. Ama bu ciddi girişimin yanında şunu da görmek lazım, her Arap organizasyonunda Filistin meselesi özel bir yer tutar. Arap Dünyası, Filistin meselesine yönelik çok güçlü söylemlerde bulunur, fakat iş icraata geldiği zaman bu varlıklı veya büyük imkânlara sahip dünya çok aktif bir rol üstlenmez. Belki bunun en büyük istisnası İsrail’in son büyük Gazze saldırısında yirmiden fazla Arap Dışişleri Bakanının ve Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu’nun çatışmaların devam ettiği bir noktada Gazze’yi ziyaret etmeleriydi. Bu belki de bugüne kadar Arap dünyasınca verilmiş en kuvvetli mesajlardan birisiydi. Bu süreçte Mısır’da yapılan darbe neticesinde, Gazze ziyaretine katılan Mısır Dışişleri Bakanı’nın değişmesiyle kritik bir değişiklik yaşandı. Mısır Gazze için kritik öneme sahip bir ülke. Mısırsız bir denklemde Gazzelilerin işi oldukça zor. Bunun üstüne bir de Gazze’ye yönelik operasyonların Mısır’la koordineli bir şekilde yapıldığı yönünde haberler var ki, bu durum Gazze’nin meşru müdafa kapasitesini de sınırlandırmakta. Özetle, Filistin meselesi söylemsel olarak kullanılmaya çok elverişli. Fakat iş adım atmaya geldiğinde Arap dünyası maalesef -çok büyük oranda- geri planda duruyor.
[Söyleşi: Zeynep Berre Özçelik, SETA]