1. Sabah Perspektif’teki son yazınızda Erdoğan’ın Barzani’yi Diyarbakır’da ağırlamasının Türkiye’nin devlet aklının bölgesel anlamda kırılma yaşaması anlamına geldiğini söylediniz. Nasıl bir kırılmadan bahsediyoruz?
Uzun yılların ardından Türkiye’nin bölgesel anlamda doğrudan somut bir sorunla yüzleştiği kriz anı Irak’ın işgali olmuştu. Irak’ın işgaliyle beraber ortaya şöyle bir manzara çıktı: Vesayet rejimi ülke içerisinde oldukça güçlü görünmesine rağmen, daha Irak işgalinden beş yıl önce [28 Şubat] darbeyle hükümet devirmiş olmasına rağmen, sınırın diğer tarafında bir işgalin işaretleri ortaya çıktığında adeta çaresiz bir görüntü izledi. İşgal ile ilgili tartışmaların odağında olmasına rağmen Türkiye, ne beş yıl önce darbeyi yapan asker ne de ona destek veren diğer kurumlar sanki Türkiye’de değillermiş gibi kenara çekilmişlerdi. Yük büyük ölçüde birkaç ay önce iktidara gelmiş ve partisinin liderini de Başbakan yapamamış AK Parti’nin sırtına kalmıştı. AK Parti, daha o dönemde Irak işgaline ortak olmayarak, farklı tartışmalar ve Irak işgali öncesinde farklı pozisyonlar olsa bile, neticede bölgesel anlamda küresel dinamiklerin paralelinde olmadığını göstermiş oldu. İlk küçük kırılma o zaman yaşandı.
Ardından 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri öncesinde PKK’nın da vesayet odaklarına destek verecek şekilde eylemlerine başlamasıyla beraber, yoğun bir şekilde Kuzey Irak’a müdahale tartışmaları çıktı. O dönemde Başbakan, bu tartışmaları bedel ödemek pahasına sert bir şekilde reddetti; önce Türkiye içindeki PKK’lılarla uğraşalım diyerek Kuzey Irak’a harekâtı bir şekilde tehir etti. Ama 2008 içerisinde PKK eylemlerine devam ettiğinden dolayı Kuzey Irak’a daha önce yapılmış yirmiyi aşkın operasyondan birisi yapılmış oldu. Ardından da o tartışmalar sırasında PKK eylemlerinin yükseldiği her dönemde Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne dair olumsuz bir tablo ortaya çıktı. PKK eylemleri her yerde yükseldi. Bunu açıklamak da çok zordu. Statüko bir şekilde kendisini korudu. Irak ile ilgili Türkiye içerisindeki statüko kendini korudu. Ama Türkiye’nin Irak’ta olup bitenlerle ilgili yoğun bir dış politika hamlesi ve politikası oldu. Bu zaten dış politika anlamında Türkiye’nin devlet aklını dönüştürmeye başlamıştı.
Orada kenarda kalmış tek unsur Kürdistan Bölge Yönetimi idi. İsminden oradaki yapının unsurlarına, Kerkük meselesiyle olan yoğun ilişkisine kadar orada bir kenarda duruyordu. Başbakan diğer bir kırılmayı da aslında Erbil’e yaptığı ziyaretle gerçekleştirdi. Ardından Ahmet Davutoğlu’nun Erbil ve Kerkük’e yaptığı ziyaretlerle de başka kırılmalar yaşandı. Ama hiçbirisi Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı’nın Diyarbakır’a gelmesi kadar etkili olamazdı. Aynen de öyle oldu. Türkiye, cumhuriyetle beraber inşa edilmiş “devletlü korkularını” yendiğini Barzani gibi bir aktörü Türkiye’ye davet ederek göstermiş oldu. Bu, devlet açısından son on yılda tutarlı bir hikâyesi olan ve nihai nokta olarak kabul edeceğimiz derin bir kırılmadır.
2. Yine aynı yazıda, “Bu buluşmanın Türkiye’de Kürt meselesini de aşacak şekilde, bir yönüyle Sykes-Picot anlaşmasının sosyal ve siyasi sınırlarını anlamsızlaştırdığından” da bahsediyorsunuz. Yeni dönemde nasıl bir paradigma ile karşı karşıyayız?
Kürt meseles