1. Hükümet tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ‘Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Tasarısı’nın siyasi/fikri altyapısını oluşturan ‘genel gerekçe’sine ve maddelerine dair genel değerlendirmeniz nedir?
Genel bir değerlendirme amacıyla kısaca şunları söyleyebiliriz: Birincisi, çıkarılacak yasa, direkt Çözüm Süreci’ni referans alan bir çerçeve yasadır. Başladığından beri, Çözüm Süreci’nin yasal bir dayanağının, teminatının olmaması eleştiriliyor ve bir yasal güvenceye kavuşturulması isteniyordu. Abdullah Öcalan, Kandil ve BDP yetkilileri sık sık; CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve bazı CHP yetkilileri ile kimi çevreler de zaman zaman bu talebi dillendiriyorlardı. Çıkarılacak bu yasayla, her şeyden önce, bu talep karşılanıyor ve süreç yasal bir teminat altına alınıyor.
İkincisi, bu yasa ile Hükümet aslında kendisini bir kez daha yükümlülük ve sorumluluk altına sokuyor ama buna karşılık, artık çözümün adresi olarak Meclis öne çıkıyor. Bir başka ifadeyle, Meclis devreye giriyor ve Çözüm Süreci’ni yürütmek üzere Hükûmeti oldukça geniş yetkilerle donatıyor. Deyim yerindeyse, Hükûmetin yanı sıra, Meclis’in de iradesi sürecin temel dayanağı haline geliyor.
Üçüncüsü, Hükümeti yetkili kılan bu yasa, süreçte görev alanlara yasal koruma getiriyor. Bu da son derece önemli; çünkü çözüm süreçlerinde devreye girecek ve süreci ilerletmek için belli roller oynayacak kişi ve kuruluşları hukuki güvencelere kavuşturmak amacıyla özel yasal düzenlemeler yapılması, dünya örneklerinde de yaygın biçimde görülen bir uygulamadır. İnsanlar, bugün çok iyi niyetlerle yaptıkları işlerden ötürü, yarın cezalandırılmayacaklarından emin olmak isterler. Nitekim benzer sorunlar ve süreçler yaşayan birçok ülkede, bu tür güvence getiren özel yasalar çıkarılmıştır. Yaşadığımız 7 Şubat krizi de, böyle bir güvencenin gerekliliğini göstermektedir.
Dördüncüsü, elimizdeki Tasarı, oldukça geniş bir çerçeve getiriyor; Çözüm Süreci’yle doğrudan ya da dolaylı ilişkili her konuyu içine alma kapasitesine ve esnekliğine sahip. Dolayısıyla uzun bir süre muhtemel ihtiyaçları karşılayacaktır.
Son olarak da şunu söylemek lazım: Abdullah Öcalan’ın, HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ve HDP milletvekillerinin Tasarı’ya yönelik açıklamalarının olumlu olması son derece önemlidir. Sürecin bir tarafı yasayı çıkarıyor, diğer tarafı da önemsiyor, olumlu bulup destekliyorsa, süreçten yana hepimiz daha umutlu olabiliriz demektir. Bu noktadan sonra, Tasarı’yı veya zamanlamasını seçimlerle irtibatlandırarak Tasarı’yı önemsizleştirmeye, itibarsızlaştırmaya çalışmanın her hangi bir anlamı kalmamaktadır.
Tasarı’nın genel gerekçesi ise, 2002’den beri AK Parti’nin bu soruna nasıl yaklaştığını, Çözüm Süreci’ni nasıl anlamlandırdığını özetlemekte ve Tasarı’nın temel amacının, Çözüm Süreci’nin daha güçlü bir yasal dayanağa kavuşturulması olduğunu vurgulamaktadır. Daha önemlisi, genel gerekçeyle AK Parti, Kürt sorununun çözümünden yana kendi politik pozisyonunu deklare etmekte ve bu pozisyonu yasaya dönüştürmektedir.
2. Kanun Tasarısı, Çözüm Süreci’nin geldiği noktada ne ifade ediyor?
Esasen Kürt Sorunu’nun çözümüne dair usul ve esasları belirlemek amacıyla çıkarılacak yasaya verilen isim ve metinde Kürt kelimesine hiç yer verilmemesi, hem Kürtlerde hem de farklı çevrelerde çeşitli eleştirilere yol açtı. Ancak bu eleştirileri yapanların büyük bir kısmı, aynı zamanda Hükûmetin neden böyle bir tercihte bulunduğunu anladığını ve bunu anlayışla karşıladığını da vurguladı. Özetle, bu husus, yasanın önemini ve anlamını azaltmamakta ama aynı zamanda, Çözüm Süreci’nin, hâlâ ne kadar sancılı bir süreç olduğunu göstermektedir. Ama daha kötüsü, bu konuda medya, Hükûmetin de gerisinde kalmış; konuyla ilgili yayınlarda Tasarı’nın ismiyle karşılaştırılamayacak kadar kötü bir dil ve üslup kullanmıştır.
Maddelere ve gerekçelere baktığımızda ise, oldukça umut verici bir muhteva ve çerçeve görmekteyiz. Örneğin, “Çözüm Süreci, şiddeti ve silahı aradan çıkarma; sözü, düşünceyi ve siyaseti devreye alma sürecidir.” ifadesiyle, aslında sürecin kendisinden ziyade Kürt sorununa ilişkin geleneksel devlet yaklaşımının terkedildiği ortaya konulmaktadır. Yıllarca bir terör ve güvenlik sorunu olarak görülen bir meselenin, artık bir siyasi sorun olarak algılandığına ve silahla değil; söz ve düşünceyle, siyasetle çözüleceğine dair ciddi bir irade beyanında bulunulmaktadır.
Öte yandan, bu Tasarı’yla, Çözüm Süreci’nin ilerletilmesi ve bir devlet politikasına dönüştürülmesi hedeflenmektedir. Hem açıkça vurgulanan bu hedef hem de Tasarı’nın muhtevası ve çerçevesi, Çözüm Süreci’nde yeni bir evreye girmiş olduğumuzu göstermektedir. Nitekim Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın, son günlerde yaptığı açıklamalar da bunu teyit etmektedir.
3. Tasarı, sürecin bundan sonrası için nasıl bir yol haritası ortaya koymayı hedefliyor?
Her şeyden önce şunu belirtmemiz gerek: Bu Tasarı, Çözüm Süreci’nin usul ve esaslarını belirleyen bir çerçeve yasadır. Süreçle ilgili herhangi bir sorunun nasıl çözüleceğine dair somut öneriler içermemektedir. Dolayısıyla bu Tasarı’dan yana gerçekçi olmayan beklentiler içerisine girmemek gerek. Bu nedenle de Tasarı, somut bir yol haritası içermiyor ancak Çözüm Süreci’nin, çok boyutlu ve değişik aşamalar içeren dinamik bir süreç olduğunu vurgulayarak, sürecin farklı aşamalarında atılması gerekecek yeni adımlara dair oldukça geniş bir çerçeve çiziyor. “Siyasi, hukuki, sosyo-ekonomik, psikolojik, kültür, insan hakları, güvenlik ve silahsızlandırma ve bunlarla bağlantılı konular” ifadesiyle, adeta hiçbir alanı dışarıda bırakmamaya çalışıyor. Bunun yanında, yurt içinde ve dışındaki kişi ve kuruluşlarla temas, diyalog, görüşme ve benzeri çalışmalar yapılması; silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ile sosyal yaşama katılım ve uyumlarının sağlanması; kamuoyunun zamanında ve doğru bilgilendirilmesi gibi düzenlemeler, önümüzdeki dönemlerde izlenecek yol haritasına dair bir fikir veriyor. Özetle, bundan sonraki dönemde, silahsızlanma ve eve dönüşler başta olmak üzere, sorunun farklı boyutlarını ele alan somut çözüm adımları içeren, katılımcılığı esas alan daha şeffaf bir sürece tanıklık edeceğimizi düşünüyorum, umuyorum.
4. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın, Tasarı hakkında “Devlet kurumlarının topyekûn sürece katkı vermelerinin hukuki zeminini oluşturmaktadır.” ve “Kanun kapsamında görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari ve cezai sorumluluğunun doğmayacağı yönünde bir düzenleme bu yasada yapılmaktadır.” açıklamasının, devlet/bürokrasi açısından sürece olası zihinsel ve fiili yansımaları neler olur?
Bakanlar Kurulunun alacağı kararların ivedilikle yerine getirilmesi, konuya verilen önemi ortaya koyuyor. Ama daha önemlisi, bu kapsamda verilen görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari veya cezai korumaya, güvenceye kavuşturulmasıdır. Bu hükümle ilgili itiraz ve eleştiriler, çözüm/barış hukukuna dair yeterli bilgi sahibi olmamaktan, dünya deneyimlerinden habersiz olmaktan kaynaklanıyor. İlk bakışta bazı kişilere ayrıcalık gibi gözüken bu tür düzenlemeler, barışın inşasının teminatıdır ve gereklidir. Çünkü henüz devam eden bir süreçtesiniz ve yarın koşullar değiştiğinde, yeni gelenler, çözüme/barışa karşı olabilir; çözümü yine yıllardır uygulanan ve sonuç vermeyen politikalarda aramak isteyebilir. O takdirde, Çözüm Süreci’nde yapılanları da “suç” olarak görüp ilgili kişileri cezalandırmaya yeltenebilir. Kaldı ki, bunlar bizim için birer varsayım da değil; Oslo sürecini yürüten kamu görevlileri hakkında soruşturma açılması ve 7 Şubat 2012’de ifadeye çağrılmaları, hafızalarda tazeliğini henüz korumaktadır. O yüzden, bu tür güvenceler mutlaka getirilmeli ancak bunun kapsamı biraz daha netleştirilmelidir. Sadece kamu görevlilerini değil, bu süreçte görev alan herkesi kapsadığı daha açık bir biçimde düzenlenmelidir.
Bu yasa çıktıktan sonra, çözüm sürecine yönelik politika oluşturulması, artık bir kurumun veya bakanlığın değil, bütün bir devletin işi ve sorumluluğu kapsamında olacak; herkes kendi alanından hareketle katkı vermeye çalışacak ve çözüm için çalışanlar daha cesaretle sorunların üzerine gideceklerdir diye düşünüyorum.
5. Tasarı, toplumsal beklentilere ve sorunun tarafı pozisyonundaki aktörlerin beklentilerine ne derece uygun?
Toplumsal beklenti, elbette her zaman sorunun bir an önce çözülmesi yönündedir. Yani toplum, en kısa sürede sorunlardan kurtulmak ister. İlgililere düşen de, bu beklentiyi karşılamak, süreci olabildiğince kısaltmak için samimi bir çaba içine girmektir. Ne var ki, çözüm ve barış süreçleri, savaşmaktan daha zordur ve daha uzun zaman, daha büyük sabır ister. O yüzden de, sorunun tarafı durumunda olan aktörlerin beklenti ve tutumları daha çok önem kazanır. Hükûmet zaten Tasarı’yı hazırlayıp sevk eden aktör; Abdullah Öcalan ve Selahattin Demirtaş başta olmak üzere, ilgili diğer aktörlerin yaklaşım ve değerlendirmeleri de hayli olumlu ve çözüm süreçlerinin tabiatına son derece uygun. Bence de bu Tasarı, tarihi bir öneme sahip; çünkü son yıllarda devlet aklında gördüğümüz paradigma değişikliğini yasaya dönüştüren bir metin. Dolayısıyla önemsenmeyi gerçekten hakediyor. Ancak şunu tekrarlamak isterim; bu bir çözüm yasası değil, Çözüm Süreci’nin kim tarafından nasıl yönetilip yürütüleceğine dair bir çerçeve yasadır. Sorunu çözmek istemeyenleri bir şey yapmaya zorlamayan ama çözmek isteyenlerin de elini güçlendiren, işini kolaylaştıran ve güvenceye kavuşturan bir yasadır. Son derece önemlidir ve artık bundan sonrasına bakmamızı gerektirmektedir; umutları çoğaltmaktadır.
[Söyleşi: Sadık Şanlı]