- Bugüne kadar kilise, camii ve müze olmak üzere üç farklı statüde gördüğümüz Ayasofya hangi tarihi süreçlerden geçmiştir?
Esasen Ayasofya ve cami ifadelerinin yan yana gelmesi geçmişe duyduğumuz özleme değil yalın bir tarihi hakikate dayanıyor. Bu kadim gerçek Ayasofya’yı kültürel miras olarak değil egemenliğimizin sembolü bir cami olarak bizlere emanet eden Fatih Sultan Mehmet’in vasiyetinde saklıdır. İstanbul’un Sultan II. Mehmet tarafından fethedilmesinden hemen sonra merhum Semavi Eyice’nin ifadesiyle “usulden olduğu üzere şehrin büyük kilisesi olarak camiye çevrilen” Ayasofya, Türk hakimiyetinden önce yani henüz “Hagia Sophia” kilisesi olduğu dönemde defalarca tahrip edilirken, 1453’ten itibaren özveriyle korunarak mimari bir başyapıt olarak günümüze taşındı. Bugün ise Danıştay 10. Dairesinin verdiği iptal kararı 1934 yılındaki Bakanlar Kurulu Kararının getirdiği gayri hukuki müze statüsüne son verdi. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10.7.2020 tarih ve mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayımlanan kararıyla da bu ulu mabet müze olarak geçirdiği 85 yılın ardından aslına rücu etti.
- Ayasofya’nın müze yapılma kararı hukuka uygun muydu?
Ayasofya’nın 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile müzeye dönüştürülmesini politik konjonktürel bir gelişme olarak yorumlayabiliriz. Bununla birlikte bir kararın siyasi veyahut başka bir saikle alınmış olması onu hukuka uygun olma mecburiyetinden kurtarmaz. En azından pozitif hukuka uygun olması gerekir. Bu hukuka uygunluğun modern ifadesi olan hukuk devleti ilkesi vatandaşlar kadar hükümetlerin de tüm eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına tabi olmasını gerektirir. Zaten anayasacılığın temel fikri de kamu gücü kullanan devlet erklerini sınırlama düşüncesinden ilham alır. Konuya bu perspektiften yaklaştığımızda ilk önce Ayasofya’nın aslında hangi hukuka tabi olduğunu ve sonradan nasıl müzeye dönüştürüldüğünü ele almamız gerekir.
Fatih Sultan Mehmet, fethin ardından Ayasofya’yı camiye dönüştürürken içinde Ayasofya’nın da yer aldığı bir vakıf ihdas etmiştir. İşte “Mehmed Han-ı Sani Bin Murad Han-ı Sani Vakfı” (II. Murad Han oğlu II. Mehmet Han Vakfı) adını taşıyan bu vakfın 1470 tarihli vakfiyesi ya da diğer bir ifadeyle vakıf senedinde Ayasofya’nın da “cami” olarak vakfedildiği belirtilmiştir. Diğer taraftan mezkur Bakanlar Kurulu Kararından iki yıl sonraya ait 19 Kasım 1936 tarihli Türkiye Cumhuriyeti tapu belgesinde de “Ebu’l-feth Sultan Mehmed Vakfı” adına “cami” olarak tescil edilmiştir. Dolayısıyla Ayasofya hukuken “hayrat taşınmaz” konumundadır. Bu sebeple mesele öncelikle vakıflar hukuku açısından incelenmelidir.
- Vakıflar hukuku göz önüne alındığında Ayasofya hangi statüde olmalıdır?
Danıştay 10. Dairesi 2.7.2020 tarihli kararında isabetli bir karar metodolojisi izleyerek öncelikle Osmanlı döneminde kurulan vakıflarla ilgili ilgili eski ve yeni yasaları, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarını incelemiştir. Danıştay’ın atıf yaptığı Anayasa Mahkemesi’nin 30.01.1969 tarihli kararında vakıf mallarının mülkiyetinin vakfa ait olduğu ifade edilmiştir. Vakıf malları yalnızca gerçek kişilere değil devlete karşı da korunmuş olup sahibi tahsis olunduğu vakfın kendisidir. Danıştay, vakfı kuran vakıf senedi ya da vakfiyelerin hukuk kuralı niteliğinde olup vakfedeni, üçüncü kişileri ve dahi “devleti” bağladığını belirttikten sonra Ayasofya’nın statüsünü belirleyen şu hukuki mütalaayı ortaya koymuştur: Vakıf varlıklarının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılması zorunluluktur.
- Uluslararası hukuk Türkiye’nin Ayasofya’ya ilişkin düzenleme yapma yetkisini sınırlıyor mu?
Kat’i surette belirtmeliyiz ki Ayasofya’nın hukuki statüsü bir uluslararası hukuk meselesi değildir. Ayasofya’nın statüsüne dair karar almak tamamıyla egemen bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin yetkisi dahilindedir. Bu yetkinin sınırları ve çerçevesi ise ancak ulusal hukukumuz tarafından çizilir. Ayasofya, nasıl 1934’te, bugün Danıştay’ın hukuka aykırı bulduğu Bakanlar Kurulu Kararıyla müzeye dönüştürüldüyse bugün de yine Cumhurbaşkanı kararıyla ve hukukun gereği yerine getirilerek cami vasfını yeniden kazanmıştır. Ayasofya’nın UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alması ve taraf olduğumuz “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme”den dolayı konunun Türkiye’yi bağlayıcı bir uluslararası hukuk boyutu olduğu ifade edilmektedir. Türkiye’ye topraklarında bulunan kültürel ve doğal miras niteliğindeki varlıkları koruma, ziyarete açma ve gelecek nesillere ulaşmasını sağlama ödevi yükleyen bu sözleşmenin hiçbir hükmü Ayasofya’nın hak ettiği ve iç hukukumuzca da zorunlu olan statüsünü kazanmasına yani cami olarak ibadete açılmasına engel değildir. Üstelik sözleşmenin 6. maddesiyle bütün taraf devletler Ayasofya’nın da dahil olduğu kültürel ve doğal miras varlıklarına ilişkin Türkiye’nin egemenliğine tam olarak saygı göstermeyi ve ulusal yasaların sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermemeyi taahhüt ve kabul etmiştir.
- Danıştay’ın iptal kararı ile Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından alınan ve Resmi Gazete’de yayımlanan Ayasofya’nın ibadete açılması kararı ne ifade ediyor?
Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya Camiinin müzeye dönüştüren Bakanlar Kurulu Kararını iptal ederken bir kısmını yukarıda açıkladığımız güçlü gerekçelere dayanmıştır. Her şeyden önce Daire isabetle söz konusu Bakanlar Kurulu Kararının Türk Medeni Kanunu’nun uygulanmasını düzenleyen 19.6.1926 tarih ve 864 sayılı Kanun’un Osmanlı dönemindeki vakıfları ve onlara tahsis olunmuş mülkleri koruyan birinci maddesine aykırılığının altını çizmiştir. Söz konusu madde Ayasofya’nın hukuki statüsünün ait olduğu vakıf senedinin öngördüğü şekilde düzenlenmesini emreder. Yüksek Mahkeme; Ayasofya’nın –yönetimi devlet tarafından Vakıflar Genel Müdürlüğünce devralınmış– Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı’nın mülkiyetinde olduğuna ve bunun Türk hukukunun güvencesi altında bulunduğuna işaret etmiştir. İptal kararında Ayasofya’nın vakıf senedindeki niteliği ve özgülendiği kullanım amacının bir diğer deyişle cami olma vasfının devlet tarafından da değiştirilemeyeceği vurgulanmıştır. İptal kararı pratik değerini ise Ayasofya’yı yeniden ibadete açarak onu “Ayasofya-yı Kebir Camii Şerifi” hüviyetine yeniden kavuşturan Cumhurbaşkanı kararıyla kazanmıştır..