1- 17 Aralık sürecini Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve seçmeni nasıl okuyor? Tutumlarını nasıl yorumluyorsunuz?
17 Aralık ve sonrasında gelişen sürecin adli/kriminal ve siyasi operasyon olmak üzere iki boyutu olduğu açık. MHP, ana muhalefet partisi CHP gibi, 17 Aralık sürecinin başından itibaren seçici bir okumayla sadece kriminal gelişmeleri göz önünde bulundurdu ve muhalefet kurgusunu sadece yolsuzluk iddiaları üzerinden üretti. Genel Başkan Devlet Bahçeli’nin 17 Aralık’tan itibaren grup toplantıları ve çeşitli vesilelerle yaptığı 14 konuşmasında AK Parti’ye yönelik muhalefetini doğrudan veya dolaylı bir şekilde yolsuzluk iddiaları üzerinden kurması bunun tescilidir. Bahçeli ve parti üst yönetiminin süreci sadece kriminal eksenli okumasının parti tabanında da karşılığının olduğunu söylemek mümkün. Bu bakımdan şahsen, Ruşen Çakır’ın 10 Şubat tarihli “Ülkücüler Cemaat-hükümet savaşının neresinde?” yazısında dile getirdiği gibi, ülkücülerin 17 Aralık sürecine mesafeli durdukları düşüncesine inanmıyorum. Bu bağlamda, partinin toplumsal tabanının 17 Aralık’ı sadece kriminal bir vaka olarak almasını kolaylaştıran iki temel neden olduğunun altını çizmeliyim.
İlki, MHP’nin herhangi bir güncel siyasi meseleye yaklaşımında Bahçeli ve parti üst yönetiminin ürettiği duruşun çoğu zaman iç tutarlılığa sahip “gür” ve “tek ses” oluşu aşina olunan bir durum. Bu görüşlerin MHP’li elitlerce kaleme alınan bir nevi parti bülteni olarak da sayabileceğimiz Kutlu Sesleniş dergisiyle yeniden üretilmesi ve ayrıca Bahçeli’nin grup konuşmalarının farklı temalarla kitaplaştırılarak Anadolu’nun hemen her şehrinde partinin il ve ilçe teşkilatlarının raflarında eksiksiz bulunması, partinin toplumsal tabanının Bahçeli’nin herhangi bir konuda dile getirdiği düşüncelerin sahiplenilip içselleştirmesini oldukça kolaylaştırıyor. Dolayısıyla 17 Aralık sürecinde de bu dolaşımın gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Parti tabanının bu kriminal perspektifi sahiplenmesinde ikinci neden ise özellikle son 4-5 yılın kümülatif siyasi ve hukuki süreçleriyle ilgili. Son yıllarda MHP, darbe girişimi davalarını ve milletvekillerinin tutukluluk hallerinin devamını, 2009’dan itibaren Kürt meselesinin her yönüyle masaya yatırılmasını ve özellikle Arap Baharı’ndan itibaren Türkiye’nin izlediği proaktif dış politikası gibi süreçlerin neredeyse tümünü “Türkiye’nin çöküşü” olarak okudu. Bu perspektifin politik tezahürü ise her durumda “AK Parti karşıtı bir siyaset”dir. Bu siyaset, MHP tabanında 17 Aralık süreci içinde de yansımasını bulmuştur. Böylece tabanın da yolsuzluk meselenin kriminal boyutu üzerinden, tek yönlü konforlu ve zahmetsiz bir “AK Parti” karşıtlığını benimsediğini söyleyebiliriz.
2- Süreç şu an illegal birtakım dinlemelere yönelik ses kayıtlarının internette servis edilmesiyle sürüyor ve bu dinlemelerde MHP’yi ilgilendiren kimi konular da gündeme geliyor. Bu dinlemeleri yapanlar ve yayımlayanlar MHP üzerinden hangi amaçları gütmüş/güdüyor olabilir?
Ses kayıtlarının sadece MHP ile ilgili olmasını tesadüfle açıklamak pek mümkün görünmüyor. Zira bantların içeriğinde Bahçeli’nin kişisel ilişkilerinden ziyade, grup konuşması, Gezi eylemleri esnasında Cumhurbaşkanı’na çağrıda bulunması veya anketlerde MHP’nin oy oranlarında yapıldığı ileri sürülen değişiklikler, bilinçli bir şekilde MHP’nin tam da siyasi performansından, dinamizminden güç devşirmeye müsait, siyasi veçhesi olan eylemler. Bu bağlamda MHP üzerinden birtakım kurguların olduğu bariz. Bu gelişmelere MHP Esenyurt ilçe teşkilatındaki cinayeti ve Gülen Cemaati’nin BBP’yi kanatlarının altına alma girişimini de eklersek tablo daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor.
MHP’ye yönelik bu siyasi mühendisliğin ilk hedefi, MHP’nin AK Parti’ye bu meseleye ilişkin muhtemel destek verme ihtimalini zorlaştırmak. MHP taban, kadro ve liderlik düzeyinde bugün AK Parti’nin maruz kaldığı siyasi operasyona aşina. 12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde MHP’yi hedef alan siyasi mühendislik, bugün AK Parti’ye yapılanlarla örtüşüyor. Bu ortak mağduriyet, MHP’nin taban ve kadrolarının AK Parti’ye destek verme ihtimalini güçlendiriyor. Bu nedenle, MHP’yi ilgilendiren ses kayıtlarının, bu muhtemel işbirliği ve empatiyi yok etme hedefi güttüğünü düşünüyorum.
3- Peki, kendisi de 12 Haziran 2011 seçimleri öncesi kaset mağduru olmuş MHP’nin bu illegal dinlemelere karşı tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet Bahçeli 11 Şubat’ta TBMM’de gerçekleştirdiği grup toplantısında tavrını net bir şekilde ortaya koydu. Kendisi de sizin dile getirdiğiniz gibi ‘kaset mağduru’ olan bir partinin genel başkanı olması hasebiyle “Özel hayatın mahkeme kararı olmaksızın dinlenmesi ve kayda alınması”nı mazur görmeyecekleri, ancak işin özel hayat ile ilgili değil siyasetle ilgili olduğunu, hatta “ülke ve millet aleyhine olacak bir ilişki ağının teşhisi için” yapılan meşru bir dinleme olduğunu belirtti. Bahçeli’nin tabloyu bu açıdan okuması ve MHP’nin büyümesinin engellenmesi, önünün kesilmesi gibi amaçlar taşıdığını ileri sürmesi kendisi ve partisi açısından rasyonel bir okuma. Zira MHP önüne gelen bu fırsatı çoğu siyasi aktör gibi ranta çevirmeye çalışacaktır. Burada önemli olan, asıl üzerinde durulması ve sorulması gereken soru şudur: Neredeyse kronik olarak seçimlerin hemen arifesinde, kendi inisiyatifi dışındaki ‘kaset savaşlarıyla’ gündeme gelen, bunlarla büyüyen MHP’nin, bu olayların dışında inisiyatif alarak ülke gündemindeki büyük sorunların çözümüne ne zaman aktif bir katkı sağlayacağı ve dolayısıyla halk nazarındaki desteğinin kendine bağlı bir şekilde nasıl artacağıdır.
4- Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında İmralı’daki sorgusundan bir bölüm internette yayınlandı. Bu görüntülerin oluşturacağı etkiyi MHP yönetimi ve seçmeni açısından nasıl yorumlayabiliriz?
Öcalan’ın 15 yıl önceki görüntülerinin servis edilmesi Çözüm Süreci’ni hedef alıyor. Aslında Öcalan’ın görüntülerini sızdıranlar, Çözüm Süreci’ni durduramayacaklarının farkındalar. Bu nedenle, kaseti servis edenler nazarında sürecin durdurulamasa bile bulandırılması yeterli. Çünkü ülkenin en yakıcı konusunda hükümetin bu süreci yönetemez kılınması ve buradan hareketle hedeflenen siyasi istikrasızlık sızdırmanın asıl gerekçesini oluşturuyor düşüncesindeyim. Dolayısıyla, dolaylı yollarla, Çözüm Süreci’ne verilecek muhtemel zarar üzerinden, MHP’nin bu gelişmeden etkilenme olasılığı olmakla beraber, söz konusu görüntünün Çözüm Süreci’ne zarar vermeyeceğini, dolayısıyla da MHP’ye bir yansımasının olmayacağını düşünüyorum.
5- Tüm bu tablonun, 30 Mart Yerel Seçimleri sürecinde MHP’nin seçim stratejisi ve sandıkta oy oranlarına ciddi etkilerde bulunması mümkün mü?
Bu tablonun, MHP’nin yerel seçimlerdeki konumuna ekstradan güç transferi yapması biraz da Cemaat’in elindeki “cephane”nin niteliğine bağlı. MHP ile AK Parti seçmeni arasındaki geçişkenlik dolayısıyla, olası AK Parti oy kaymalarının birinci adresi MHP olacaktır. Anketler, bu oy oranının yüzde 1-2’yi aşmadığını gösteriyor. Dolayısıyla, MHP’nin mutlaka kârlı çıkacağını öngörmek doğru olmaz. Belki şunu söylemek daha doğru olacaktır: Eğer bu süreç AK Parti’nin oy kaybına yol açarsa, bu kaybın kanalize olacağı öncelikli adres MHP olabilir. Diğer yandan, her ne kadar 30 Mart Yerel Seçimleri, 17 Aralık sürecinden sonra yerel seçim vasfından ziyade İktidar-Cemaat mücadelesinin aldığı mesafenin bir ara raporu görevi üstlenecek olsa da, nihayetinde gireceğimiz seçimin yerel seçim olması hasebiyle, her halükarda, adayların performans ve algısı öncelikli rol oynamaya devam edecektir.
[Söyleşi: Sadık Şanlı]