Geçtiğimiz Pazar günü aileler merakla beklenen TEOG sonrası yeni uygulama için Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın açıklamalarına kilitlendi. Bakan Bey katıldığı Anadolu Ajansı programında; TEOG sonrasında ‘sade’ ve ‘anlaşılır’ bir modele geçiş için yapılan çalışmaların nihayete ulaştığını belirterek sözlerine başladı. Buna göre liseye geçişte artık öğrencilerin tamamının girmek zorunda kaldığı bir sınav modelinden vazgeçilmiştir. Yeni uygulamada, öğrencilerinin yaklaşık yüzde 90’ı adreslerine göre tespit edilen eğitim bölgelerinde liselere kayıt yaptırabilecek. Bunun için de herhangi bir taban puan uygulaması, sınav skoru talep edilmeyecek. Alınan bu karar son derece yerindedir. Şöyle ki, 4+4+4 eğitim reformu ile birlikte liseler zorunlu eğitim kapsamına alınmıştır. Lisenin zorunlu olduğu bir eğitim sisteminde liseye geçişin bütün öğrencileri kapsayacak bir sınavla gerçeklemesi halihazırda abesle iştigal etmekteydi. Ancak lisenin zorunlu olması ile oluşan talep artışının yönetilmesi için TEOG iyi bir geçiş süreci uygulaması olarak değerlendirilebilir. Fakat nihayetinde bir geçiş süreci modeliydi ve bir dönüşüme ihtiyaç olduğu açıktı.
Seçici okullar meselesi
Bakan İsmet Yılmaz açıklamalarına, az sayıda okulun sınavla öğrenci alacağını ekleyerek devam etti. Buna göre öğrencilerin yaklaşık yüzde 10’unu kapsayacak şekilde sınavla öğ-renci alan az sayıda ‘seçici’ okulun sistemde tutulacağı belirtildi. En üst yüzde 10’luk dilimdeki bu öğrenciler Bakanlık tarafından belirlenecek okullarda eğitimlerine devam edecek. Bu okullara fen liseleri, sosyal bilimler liseleri ve içerisinde Anadolu liseleri, tematik meslek liseleri ve Anadolu İmam Hatip Liseleri bulunan ‘Proje Okulları’ da dahil edilmiştir. Yüzde 10’un bütün okul türlerini kapsayacak şekilde tasarlanması eğitimde adalet ve eşitlik açısından yerinde olmuştur. Aksi halde özellikle meslek liseleri büyük bir darbe alabilirdi.
Türkiye’de üst düzey beceriler gerektiren sektörler için az sayıda okulun bu şekilde ‘seçici’ olması önemlidir. Dünyadaki iyi örneklerde de buna benzer ‘seçici’ okul uygulamaları vardır. ABD, Japonya, İngiltere, Singapur gibi pek çok ülke örneğinde bu tip ‘seçici’ okulları bulabilirsiniz. Hemen hiç bir ülkede bu okulların sayılarını artıran bir yönelim söz konusu olmamıştır. Bu tip okulların sayısı ve öğrenci oranı az tutulduğu takdirde eğitim sistemlerinde bir dengesizliğe ya da adaletsizliğe de yol açılmamış olur.
Bu okullara öğrenci almak için kullanılacak sınavın kapsamına ilişkin detaylı bir açıklama ise henüz yapılmamıştır. Bakanlık sadece 6., 7. ve 8. sınıf müfredatının bu sınav kapsa-mında olacağı, sınavın 60 sorudan sayısal ve sözel şeklinde iki bölümden oluşacağı şeklinde sınırlı bir açıklama yapmıştır. Öncelikle sayısal ve sözel gibi ayrımın sınavda yapılacak olması bu ayrımı ortaokul düzeyine indirmeye sebep olur ki bence okullarda derslere ilgiyi olumsuz etkileyebilir. Ayrıca yabancı dil gibi alanlar için de bu ayrımların bir karşılığı yoktur. Ayrımla-rın derslere göre yapılmasında fayda vardır.
Bununla birlikte kamuoyundaki, sınavda 60 sorunun az olduğu, Bakanlığın soru sayısını artırması gerektiği tepkisine ben de katılıyorum. Üniversiteye geçiş uygulamasında yapılan son revizyonda da Temel Yeterlilik Testinde soru sayısı 120’ye çıkarılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı da 100 soru çerçevesinde temel alanlarla ilgili sınavın kapsam geçerliliğini sağlayabilir. Ayrıca Bakanlık bu süreçte ortaokul ve liseleri ilişkilendirmeyi planlıyorsa, sınavın kapsamında da ortaokul müfredatının doğru soru tipleri ile test edilmesi elzemdir. Ancak bu yıl açıkla-ma Kasım ayında yapıldığı için sınavın kapsamının sadece 8. sınıf müfredatından olması gerekmektedir. Bir eğitim uzmanı olarak, bunun eğitimde adalet için kesinlikle yerinde bir karar olacağı kanaatindeyim. Hatta gelecek yıl sınava girecek olan 7. sınıf öğrencileri için de sadece 7.-8. sınıf müfredatının sınav kapsamına alınması gerekir. Sadece, şimdi 6. sınıfta olan ve 8. sınıfta sınava girecek öğrenciler için sınavın kapsamını 6.-7. ve 8. sınıfı kapsayacak şekilde tasarlanabilir. Yani sınavın kapsamında tedrici bir uygulamaya gidilebilir. Kimse de mağdur olmaz. Soru tipleri ne türde olursa olsun böyle bir yaklaşım velileri de öğrencileri de rahatlatacaktır. Aksi halde eğitimde hiç sevmediğimiz okul dışı girişimler ve kaynak sorunu yine baş gösterecektir.
Dış kaynaklara yönelim
Yeni uygulama ile birlikte okul dışı kaynaklara; yani özel derslere, etüt merkezlerine (kapatılmış olsa da), ek kaynaklara ihtiyacın artıp artmayacağı konusu önemli gündem maddele-rinden biridir. Bakanlığın ve İl Milli Eğitim Müdürlüklerinin iletişim süreçlerini sağlıklı işletmesi bu konuda öncelikli strateji olmalıdır. Bakanlığın iletişimde boşluk bıraktığı her nokta okul dışı girişimler ya da kaynaklar tarafından doldurulacaktır. Bununla birlikte sınavsız öğrenci alan liselerin eğitim kalitesinin artırılarak daha cazip hale getirilmesi ve beraberinde sınavla öğrenci alan seçici okulların sayısının zamanla azaltılması Bakanlığın önümüzdeki yıllarda yürütmesi gereken temel politika olmalıdır. Okullar arası akademik ve sosyal farklar azalmadığı müddetçe okul dışına yönelimin önüne geçilemez. Burada kastettiğim bir tür ‘vasatlaşma’ kesinlikle değil. Ya da tüm okulların orta kalitede olması meselesi değil. Vasatlaşmadan okulların niteliklerinin artırılması ve aradaki farkların kapatılması noktasında aşağıdaki 10 maddeyi öncelemek gerekmektedir:
1. Ortaokullarda rehberlik hizmetlerinin niteliğinin artırılması ve profesyonelleşmesi.
2. Ortaokullarda ve liselerde düzenli izleme sınavlarının yapılması ve sonuçları ile ilgili stratejilerin belirlenmesi.
3. Okulların hesap verebilirliğinin artırılması.
4. Profesyonel okul yöneticisi eğitimlerinin yapılması ve okul yöneticiliğinin bir statü haline getirilmesi.
5. Belirli il merkezlerinde öğretmen akademilerinin oluşturulması ve öğretmenlerin profesyonel destek alması.
6. Her okulda değil ama eğitim bölgelerinde belirlenecek birkaç okul merkezinde öğrencilerin akademik ve sosyal yönlerini destekleyici programların yapılması.
7. Eğitimde özellikle dezavantajlı eğitim bölgelerine yönelik pozitif ayrımcılık politikalarının hayata geçirilmesi, eğitim desteğinde öncelikli bölgelerin belirlenmesi.
8. Okullarda alternatif müfredat ve ders kitabı yazım projelerinin geliştirilmesi.
9. Ortaokul ve liselerde hamilik (mentorluk) uygulamalarının başlatılması.
10. Okulların donanım ve alt yapı eksikliklerinin giderilmesi.
Her bir başlık üzerine uzun değerlendirmeler yapılabilir ve bu 10 madde artırılabilir ya da detaylandırılabilir. Bunlar, tam manasıyla hayata geçirilebilirse Türkiye’de okul dışı kay-naklara yönelim bitme noktasına gelecektir. Öğrencilerin akademik ve sosyal becerileri, okula ilgisi ve aidiyeti artacaktır. Dolayısıyla okulların akademik ve sosyal başarısı da artacaktır. Bunların yapılması, öğretmen ve okul yöneticileri açısından da büyük öneme sahiptir. Zira okul yöneticisi ve öğretmenlerin okula ilgisi ve aidiyeti öğrencilerdeki kadar önemlidir. Yeni düzenleme ile okula gelen farklı akademik ve sosyal arka plandan öğrencilerin aynı ortamı paylaşması ilk başta yönetimi zor bir süreç doğurabilir. Mesela öğretmenler açısından sınıf yönetimi ilk zamanlarda yorucu olabilir. Bunun için profesyonel hizmet içi eğitim desteklerine iş başında ihtiyaç duyacaklardır.
Eğitim göçü olur mu?
Şahsen yeni uygulama ile birlikte kitlesel bir hareketlilik kesinlikle öngörmüyorum. Bu konuda da velilerin sakin olmaları ve Bakanlıktan yapılacak açıklamalar dışındakilere itibar etmemeleri gerektiğini düşünüyorum. Bununla birlikte, çok mikro düzeyde bazı hareketlilikler olabilir ki, bunlar da yanlış yönlendirmeler neticesinde ortaya çıkabilir. Emlak piyasasının ve medyanın ortaya koymuş olduğu tavır da bir tür kamuoyu manipülasyonudur. Burada öncelikle Bakanlığa ve bilhassa medyaya ciddi sorumluluklar düşmektedir. Bakanlık eğitim bölgeleri bağlamında kamuoyunu titizlikle bilgilendirmeli belki bu sürecin daha iyi yönetilmesi açısından sırf sınavla ilgili soruların alındığı Bakanlık merkezinde ya da illerde çağrı merkezleri oluşturulabilir. Medya ise reyting kaygısından dolayı kulaktan duyma haberlerle asılsız eğitim haberciliği yapmamalıdır. Oluşturulan yanlış algıların ve bilgilendirmelerin sonradan düzeltilmesi sanılandan çok daha zor olabilmektedir.
Son olarak, Bakanın açıklamalarının ardından yeni uygulama ile 10-20 yıl öncesine dönüldü mü derseniz “Hayır” derim çünkü 10-20 sene önce liseler zorunlu değildi, dolayısıyla lise okullaşması yani talep bu kadar fazla değildi. Nihayetinde Türkiye’nin eğitim sosyolojisi 10-20 yıl önceki sosyoloji ile aynı değil, köprünün altından çok su geçti...
[Star Açık Görüş, 11 Kasım 2017].