Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 30 Eylül 2013’te açıklanan Demokratikleşme Paketi, yıllardır dile getirilen “anadilde eğitim” tartışmalarını yeniden canlandırarak, farklı boyutta yeni bir süreç başlattı. Açıklanan pakete göre özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitim mümkün hale gelecek. Mevcut Anayasa’nın “eğitim ve öğretim” hakkını düzenleyen 42. Maddesi’nin son fıkrasında, “Türkçeden başka hiçbir dil eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.” hükmünden dolayı her ne kadar pakette “anadilde eğitim” ifadesi yer almasa da, bu durumun tartışmaya açılması dahi bu konuda yıllardır oluş(turul)an tabuların yıkılması adına önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir. Türkiye’de birçok konuda özgürlüklerin yeniden tanımlandığı bir sürece girildiği göz önünde tutulursa, dil hususunda yapılacak tüm özgürlükçü hamleler ülkedeki demokratikleşme sürecini hızlandırırken, devletin dışlayıcı ve tektipleştirici aklı da gittikçe normalleşecektir.
TEK KİMLİK OLUŞTURMA ARACI OLARAK DİL
Konuyu biraz geriden ele alırsak, Türkiye Cumhuriyeti kuruluş esası bakımından ulus-devlet mantalitesinde kurulmuş bir devlettir. Diğer ulus-devletlerde olduğu gibi Türkiye de, içinde yaşayan vatandaşlarını tek bir çatı altında toplayarak tek kimlik inşa etme maksadıyla ülkedeki diğer unsurlara kendi kimliklerini ifade etme hakkı tanımadı. Bu nedenle kuruluşundan itibaren Cumhuriyet farklı din, dil ve etnik grupları “ulusal birlik ve beraberlik” vurgusu ile oluşturmak istediği kimliğin içine toplama güdüsüyle diğer kimlikleri dışlayan politikalar uyguladı. Bu politikaları uygularken kullandığı en güçlü araçlardan biri ise ortak tarih, kültür ve kimlik oluşumunun en önemli ve kurucu unsurlarından olan “dil” idi. Bu hususta öncelikle Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitimde “birlik” sağlamak adına farklı dillerde ve programlarda eğitim yapan kurumlar kapatılıp bu tür okulların kurulması yasaklandı. Bu koşullarda farklı diller, eğitim hayatından dışlanarak kendilerini geliştirecek alanlar bulamadı.Aslında dil üzerinde en köklü reform ‘harf inkılabı’ ile gerçekleştirildi. Buna göre yeni bir rejimin getirmiş olduğu batıcı anlayış gereği yüzyıllardır kullanılan Arap alfabesinin yerine Latin alfabesine geçilip kısa sürede kullanımı zorunlu hale getirildi. Latin alfabesine geçilmesiyle birlikte dilde sadeleşme çalışmaları başlayınca Türkçeden Arapça, Farsça gibi başka lisanlara ait sözcükler temizlenmeye çalışılarak, “Öztürkçe” oluşturulmak istendi. Daha sonra dil politikaları güçlü bir şekilde devam ederek, hatta daha da ileri giderek tüm dillerin kökeninin Türkçeden geldiğini iddia eden “Güneş Dil Teorisi” ortaya atıldı. Böylece Türkçe adeta kutsallaştırılarak diğer dillerin üstünde tutuldu. Bir yandan anayasal düzenlemeler ile diğer dillerin önü kesilirken diğer yandan da Türkçe’nin güçlü bir şekilde topluma kabul ettirilmesi farklı dilleri konuşan ve kendi dillerini kullanma hakkına sahip toplumsal kesimlerin cesaretini kırdı. Dilde yapılan bu reformları toplumsal tabana kabul ettirmek için “Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyaları bunun bir örneğini teşkil ederken, özellikle kamusal alanda bütün vatandaşların Türkçe konuşmaya zorlanması devletin dil konusundaki katı tutumunu sergiler nitelikteydi. Böyle bir ortamda, Türkçe dışındaki dillerin kendilerini geliştirme imkânı bulamaması ve sadece gündelik yaşama hapsolması kaçınılmaz oldu.
DİLDE DEMOKRATİK ADIMLAR
Son on yılda demokratik yönde değişen ve dönüşen Türkiye, pek çok alanda olduğu gibi dil özgürlüğü alanındaki kötü karnesini iyileştirecek önemli reformlarda bulundu. Bunlardan, farklı dil ve lehçelerde özel kursların açılmasına izin verilmesi, devlet televizyonlarında farklı dillerde yayınların yapılması, mahkemelerde anadilde savunma hakkının verilmesi, daha sonra 4+4+4 eğitim reformu ile birlikte uygulanmaya başlanan Kürtçe, Çerkezce, Lazca gibi yaşayan dil ve lehçelerin seçmeli ders olarak okutulması ve son olarak özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitimin önünün açılması demokratikleşme adına atılan çok mühim adımlardır.Özellikle en son açıklanan demokratikleşme paketi ile özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitimin sağlanacak olması hiç de küçümsenecek bir adım değildir. Her ne kadar on yıllardır oluşmuş bir tabunun ve yasağın ortadan kalkması çok kolay olmayacak ise de, dil konusundaki bu açılım Türkiye’de bir paradigmaya dönüşmüş tek tip ve diğer unsurları dışlayıcı zihniyeti değiştirmek ve normalleşme sürecine katkı sağlaması adına açıklanan pakete umutla bakılabilir.
BUNDAN SONRA NE YAPILMALI?
Türkiye’de demokratik kültürün muhkemleşebilmesi için reformların yapılması kadar bu reformların sağlıklı bir şekilde yürütülmesi de gerekmektedir. Bu nedenle şimdilik sadece özel okullarda başlayacak farklı dillerde eğitim düzenlemesinde dikkat edilmesi gereken hususlar var. Öncelikle yaşayan dil ve lehçeler seçmeli derslerinde yaşanan öğretmen, müfredat ve fiziksel hazırlık gibi alt yapı sorunları göz önünde tutulduğunda, farklı dillerde eğitim yapacak özel okullarda da bu sorunlarla karşılaşılması muhtemel gözükmektedir. Bu nedenle, aynı sorunların yaşanmaması için gerekli alt yapı hazırlıklarının sağlıklı bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.Bununla birlikte, anadilde eğitim talep eden fakat sosyoekonomik durumu yetersiz aileler için, bu ailelerin veya bu düzenlemeye tabi olacak özel okulların kamu tarafından desteklenmesi, toplumsal talebin karşılanması noktasında daha etkili olacaktır.
Sonuç olarak, farklı dil ve lehçelerde eğitimin şimdilik sadece özel okullarda yapılacak olması hem toplumsal talebin görülmesi, hem de o dillerin yeniden canlanıp kendi müfredatını oluşturması bakımından oldukça önem arz etmektedir. Yapılan bu açılımların yeni adımlar ile desteklenebilmesi ve aynı reformların kamuda da gerçekleştirilebilmesi için sürecin, kamuoyunda tartışılıp, ilgili kişiler ve kurumlarca çok iyi izlenmesi ve değerlendirilmesinin yapılması gerekmektedir.
.