Bugünlerde siyasi gündemin önemli bir başlığını, büyükşehir belediye meclislerinin toplantıları oluşturuyor.
31 Mart seçimleri sonuçlarının öne çıkan bir özelliği, seçimi kazanan başkanların birçoğunun, belediye meclisinde çoğunluk desteğine sahip olmamasıydı.
Seçmen, özellikle Ankara ve İstanbul başta olmak üzere birçok ilde çok ince bir ayar yaptı.
AK Parti, 15 büyükşehir ve 24 il düzeyinde belediye başkanlığını kazanmasına rağmen, 18 büyükşehir ve 41 ilin belediye meclisinde çoğunluğu elinde bulunduruyor.
CHP ise, 11 büyükşehir ve 10 ilde belediye başkanlığını kazanmasına rağmen, kazandığı bu yerlerden 2 büyükşehir ve 7 ilde mecliste azınlıkta.
Ankara’da Büyükşehir Belediye Meclisinde Cumhur İttifakı 107, Millet İttifakı sadece 40 sandalyeyi elinde bulunduruyor. İstanbul’da da benzer bir durum var. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Meclisi’nde Cumhur İttifakı 180 (4’ü MHP), Millet İttifakı ise 132 (4’i İyi Parti) sandalyeye sahip. Dolayısıyla Cumhur İttifakı her iki ilde ezici bir çoğunlukta.
Dolayısıyla karşımızdaki bu tablo, yeni dönemde belediye meclislerini kamuoyunun gündeminde tutacak. Meclislerin yetki ve görev alanları da çokça tartışılacak.
Seçimlerin hemen ardından muhalefet partilerinin yeni dönemde yerel yönetim anlayışlarının ne olacağına ilişkin bu köşede şunları yazmıştım:
“Muhalefet partileri, yerel yönetimlerde kazandıkları belediyeleri 'muhalefet konforu' ile yönetemezler. Artık kazandıkları yerlerde muhalefet değil iktidardırlar.
Kampanya sürecinde popülizmin sınırlarını fazla zorlayan belediye başkanlarının işi zor. Ancak bazı belediye başkanları, mecliste çoğunluğu sağlayamadığı için bunu bir bahane olarak kullanıp çıkış yolu arayacaktır.
'İstediğim yatırımları ve projeleri meclisten geçiremiyorum' bahanesinin arkasına saklanacaktır...”
Bu tespitlerimin ilk işaretleri, özellikle İBB’nin ilk meclis toplantılarında ortaya çıktı.
CHP, sanki ilk defa bu seçim döneminde uygulanıyormuş gibi, belediye meclis toplantılarını canlı yayınlayacaklarını ve toplantıların halka açık olacağını duyurdu.
Zaten toplantılar şimdiye kadar da halka açıktı. Diğer taraftan, toplantıların canlı yayınlanması yeni bir uygulama değildi. İsteyen daha önceden de canlı yayınlayabiliyordu.
CHP böyle bir karar almasını şeffaflıkla açıklıyor. Kimsenin şeffaflığa itiraz etmesi beklenemez.
Ancak toplantıların canlı yayınlanmasının şeffaflıkla açıklanması bir taktikten ibaret. Aslında toplantıların canlı yayınlanmasının arkasındaki motivasyon, ilk toplantılarda da açığa çıktığı gibi, popülist yönetim anlayışı ile ilgili.
Bu tespiti yapmamı gerektiren husus, İBB Meclisi’nin ikinci toplantısında CHP’nin “cinsiyet eşitliği ve uyuşturucu ile mücadele komisyonu”nun kurulmasına yönelik verdiği teklif üzerinden kamuoyu oluşturma çabalarıyla ilgili.
CHP’nin ilgili teklifi İBB meclisinde reddedilince, kamuoyunun en hassas olduğu bu iki konu üzerinden bir kampanya yürütüldü. AK Partililerin bu konuda engel çıkardığı söylendi, yazıldı.
Ancak çok geçmeden gerçeğin farklı boyutu ortaya çıktı. Aslında İBB Meclisi’nde zaten var olan farklı komisyonların içinde, bu konularda çok aktif bir mücadele yürütülüyordu.
Benzer tartışmalar, taktikler, kamuoyuna yönelik algı oluşturma çabaları İstanbul’da olduğu gibi Ankara’da da kısmi olarak var.
Ancak İstanbul’un Ankara’dan bir farkı var. O da seçimlerin yenilenme ihtimali.
Ekrem İmamoğlu ve ekibinin seçim öncesinden başlayan halkla ilişkiler faaliyeti, seçimin muhtemel yenilenme ihtimali üzerinden devam ediyor. YSK kararına kadar da bu böyle devam edecek gibi görünüyor.
Dolayısıyla İBB Meclisi'ndeki ilk tartışmalara, hem AK Parti hem de CHP açısından seçimlerin yenilenme ihtimali üzerinden bakmak gerekir. Seçimlerin sonuçları kesin belli olmuş olsaydı, ilk toplantılarda yaşananlar farklı olacaktı.
Çünkü, toplum seçilmiş belediye başkanlarının “beni çalıştırmadılar” bahanesine bakmaz. Çalışıp başarılı olmak isteyen belediye başkanları da, popülist yaklaşımları ve algı oluşturmaya dönük taktikleri bırakarak, uzlaşmak için çaba göstermek zorundadır...
[Türkiye, 27 Nisan 2019].