30 Ocak 2005 Irak seçimleri ile birlikte hiç şüphesiz Irak tarihinde yeni bir sayfa daha açıldı. Bütün aksaklıklarına ve eksikliklerine rağmen bu seçimlerin yapılabilmiş olması bile Irak’ın (geçmişi ve) geleceği açısından önemliydi. Tarih geri çevrilemeyeceğine, Irak’ta eskiye dönülemeyeceğine göre, bütün olumsuzluklarına rağmen seçimin yapılabilmiş olmasıyla birlikte, ABD’nin işgal ve ‘demokratikleştirme’ (?) takvimi bakımından da bir aşama daha geçilmiş oldu.
Irak’ta 14 milyon seçmenin 8.5 milyonu sandık başına gitmiş, seçimlere katılım oranı %58’de kalmıştır. Kürt bölgelerinde seçime katılım oranı %80 ile %89 arasında iken, Şii bölgelerinde bu oran %59 ile %73 arasındadır. Ayetullah Sistani’nin fetvasına rağmen Şiilerin bir kısmının da sandığa gitmemesi ilginçtir. Sünni Arapların hakim olduğu Anbar eyaletinde ise seçimlere katılım oranı %2’dir! Diğer Sünni Arap eyaletlerinde ise %29 ile %34’dür. Kürtlerin, Arapların ve Türkmenlerin birlikte yaşadığı tartışmalı eyaletlerden Musul’da (Nineveh) bu oran %17’de kalırken, Kerkük’te (Tamim) %70’dir. 275 sandalyeli mecliste 140 sandalye, Ayetullah Sistani’nin desteklediği (ve bizzat ittifaka katılan partilerin milletvekili kotalarını belirlediği) Birleşik Irak (Şii) İttifakı tarafından kazanılmıştır. Kürt ittifakı 75 sandalye, Iyad Allawi’nin çoğunlukla laik ve orta sınıf Şii nüfusuna (ve kısmen de bazı Sünni kesimlere) dayandığı söylenen partisi ise 40 sandalye kazanmıştır. Komünist Partisi’nden Mukteda Sadr yanlılarının partisine kadar çeşitli kesimleri temsil eden diğer dokuz ufak parti ise 20 sandalyeyi paylaşmıştır. Bu partiler arasında Arap Sünniler sadece altı sandalye kazanmışlardır. Seçim sonuçları gerek kullanılan ve kullanılmayan oylar gerekse bölgesel oy oranları bakımından değerlendirildiğinde Irak’ın etnik ve dini yapısını yansıttığı söylenebilir. Bu tarz etnik ve dini kimliklere göre oy verme eğilimi, mevcut durumda anlamlı olmasına rağmen, Irak’ta gelecekte sağlanması düşünülen siyasi istikrar ve demokratik düzen konusunda soru işaretlerini de barındırmaktadır. Kürtlerin nüfus oranlarına nazaran fazla milletvekili çıkarmalarının sebebi, Sünnilerin seçimi boykot etmesinin yanı sıra, uygulanan seçim sisteminin özelliğinden de kaynaklanmaktadır. Örneğin seçimde milletvekili çıkaramayan partilerin adlıkları oylar da kazanan partilere eklenmiştir. Bu durumun ileride yapılacak ve Sünni Arapların boykot etmediği serbest seçimlerde, Kürtler bakımından benzer sonuçlar doğurması beklenmemelidir. Seçim sonucunda oluşan tablo hiç şüphesiz Irak siyasetinin gelecekteki dengeleri açısından da anlamlıdır. Bu seçimlerin Irak (ve Ortadoğu) tarihi bakımından anlamı ilk defa demokratik bir ortamda yapılan seçimlerde Şiilerin çoğunluğu alarak ülkenin geleceğine (bir ifadeye göre 80 yıldır, bir ifadeye göre yüzyıllardır ilk defa) damgalarını vurmuş olmalarıdır. Şüphesiz Irak’taki bu yeni durumun Ortadoğu’daki siyasi dengeler bakımından da ilginç sonuçları olacaktır.Türkmenler Irak Türkmen Cephesi listesinden 3, Şii İttifakı listesinden 5, Kürt ittifakı listesinden 4 olmak üzere toplam 12 milletvekili çıkarabilmişlerdir. Bu seçimde Irak Türkmen Cephesi niçin bir varlık gösteremedi ve beklenenin çok altında oy aldı sorusu (en azından Türkiye kamuoyu açısından) cevap bekleyen sorulardan bir tanesidir. Bu soruya bir dizi cevap verilebilir. Bir kere öncelikle altı çizilmesi gereken noktalardan biri, Irak’taki diğer bütün etnik ve dini gruplar gibi Türkmenlerin de nüfusları tam olarak bilinemiyor, sadece tahmin edilebiliyor. Zira Irak’ta son sağlıklı seçim 1957 yılında yapılmış. 1957 nüfus sayımı sonuçlarına göre yapılan projeksiyonlara göre ise, Türkmenlerin nüfusu 2 milyon civarında tahmin ediliyor. Fakat Baas rejimlerince Türkmen kimliği tanınmadığı için Türkmenlerin bir kısmının (iş bulabilmek, mesleğinde yükselebilmek gibi) çeşitli sebeplerle ‘Araplaştığı’ ya da ‘Kürtleştiği’ tahmin ediliyor. Bunların yeni dönemde eski kimliklerine dönüp dönmeyecekleri ise merak konusu. Türkmen meselesini anlamak için akılda tutulması gereken bir diğer husus da, Türkmenlerin Irak’ın güneyi de dahil ülkenin her tarafında dağınık olarak yaşamaları ve Türkmen nüfusunun yaklaşık yarısının Şii mezhebine (dolayısıyla Ayetullah Sistani gibi Şii müçtehitlere) bağlı olmaları. İkinci olarak, Kerkük’e Kürt partileri tarafından yaklaşık 150 bin kadar Kürt göçmen getirildiği ve bunların 100 bin kadarının seçmen kütüklerine kaydettirildiği biliniyor. Hatırlarsak, Kürt partileri bu yeni seçmenler kütüklere kaydedilmediği takdirde seçimleri boykot etmekle tehdit etmişlerdi. Buna ilaveten seçim sırasında yaşanan diğer suiistimal ve engellemeleri de söz konusu edebiliriz. Şii Türkmenlerin de Şii ittifakına oy verdikleri anlaşılıyor. (Ancak bunlar yine de Irak Türkmen Cephesi’nin aldığı çok düşük oy oranını izah etmiyor.) Bölgeden gelen gözlemcilerin izah tarzına göre ise bu durumun sebebi, Kerkük ve Musul’da yaşayan Türkmenlerin (ve Arapların) seçime katılmak istemeyişleri. Bu tavrın hem bir protesto hem de ümitsizlik tarafı var. Zira bu insanlara göre sonucu baştan belli bir seçime girmenin pek bir anlamı yok. Birleşik Irak (Şii) İttifakı seçimlerden galip çıktı ama bu galibiyet tek başına hükümet kurmaya yetmiyor. Hükümeti kurabilmek için meclisteki milletvekillerinin 2/3’sinin (yani 182 milletvekilinin) desteğini almak gerekiyor. Bu da bir koalisyonu kaçınılmaz kılıyor. Bu koalisyon ihtimali de federalizm, laiklik gibi temel konularda sıkı pazarlıklar yapılacağının bir işareti olarak görülebilir. Koalisyon için üç ihtimal mevcut: a) üç büyük partiden oluşan bir koalisyon, b) Birleşik Irak İttifakı ile Kürt İttifakı’nın koalisyonu, veya c) Birleşik Irak İttifakı ile Allavi’nin partisinin (ve diğer ufak radikal Şii partilerin) koalisyonu. İlk ikisi Şii-Kürt koalisyonu olurken, son ihtimalde Kürtler yer almıyor ki bu (biraz da bu nedenle) en zor ihtimal olarak gözüküyor. Sadece bu seçim sonuçlarına odaklanılmayıp Irak politikasına uzun vadeli bir bakış açısıyla bakıldığında bu seçim sonuçları, özellikle Sünnilerin hemen hemen hiç temsil edilmemesi, Kürtlerin nüfus oranlarının hayli üzerinde bir oranla temsil edilmeleri, Türkmenlere yapılan haksızlıklar gibi sonuçlar uzun vadede önemini yitiriyor. Bundan sonra olacakları kısaca gözden geçirmek bu yargının nedenlerini de izah edecektir. 30 Ocak seçimleri ile seçilen Geçici Milli Meclis ilk olarak 2/3 çoğunlukla bir Başkanlık Konseyi (yani bir Devlet Başkanı ve iki yardımcısını) seçecektir. Başkanlık Konseyi de Başbakanı ve Hükümeti tayin edecektir. (Şiilerin gücü açısından bir not: mecliste diğer kararlar basit çoğunlukla alınacak ve Şii İttifakı şu anda basit çoğunluğu elde etmiş durumda gözüküyor.) Belirlenen takvime göre Geçici Milli Meclisin 15 Ağustos’a kadar yeni anayasayı hazırlaması gerekiyor. (Çoğunluk oyuyla bu süre altı ay daha uzatılabilir.) Hazırlanan bu anayasa taslağı 15 Ekim’de halkın oyuna sunulacak. Eğer kabul edilirse 15 Aralık’ta yeni meclis ve hükümet için seçimler yapılacak. Şayet anayasa reddedilirse (ki Sünnilerin hakim olduğu üç eyalette 2/3 oranında reddedilirse tümüyle reddedilmiş sayılacak) bu takdirde 15 Aralık’ta tekrar yeni bir anayasa hazırlanması için seçimler yapılacaktır. Bu demektir ki, Irak’ta asıl iktidar mücadelesi 15 Aralık 2005’ten sonra başlayacaktır. Irak’taki bütün siyasi aktörlerin ve seçmenlerin (Sünniler ve Türkmenler de dahil) 30 Ocak seçimlerinde ortaya çıkan tabloyu ve sonrasında yaşanan süreçten çıkardıkları derslerle katılacakları 15 Aralık’taki seçimlerin ve sonuçlarının herkes açısından daha farklı olacağını kestirmek zor değil. Bir başka ifadeyle, 30 Ocak seçimleri sonucunda ortaya çıkan meclis ve hükümet geçici olacaktır; kurucu bir meclis olarak sadece anayasayı hazırlamakla görevlidir. Böyle bir durumda anayasa yazım sürecinde Sünnilerin ve Türkmenlerin az temsil edilmesi zannedilenin aksine çok büyük bir olumsuzluk içermeyebilir. Zira seçimleri protesto etmeyip katılsalardı bile, milletvekili sayıları itibariyle kararları etkileyemeyeceklerdi. Halbuki meclisin şu andaki kompozisyonu çerçevesinde, gerek Irak’ın gelecekteki siyasi istikrarı gerekse anayasanın referandumdan geçebilmesi için, anayasa yapıcılar rasyonel, Irak’ın gerçeklerini hesaba katan ve bütün tarafları tatmin edebilecek bir anayasa hazırlamaları gerektiğinin farkında olacaklardır.Anayasa hazırlama sürecinde Geçici Milli Meclis’in gündemini birkaç temel mesele meşgul edecek gibi görünüyor. Irak’ın yeni siyasi/idari sisteminin federalizm olacağı konusunda kuşku yok. Kürtleri Irak içerisinde tutabilmenin tek çaresi de federalizm olarak gözüküyor. Sorun federalizmin yapısı ve sınırlarında. Bu bağlamda Kerkük meselesi de en sıcak gündem maddelerinden biri olacaktır. Kerkük, Kürt Özerk Bölgesinin sınırları içine alınabilir mi? Bu konuda sadece Türkiye’nin değil, (Sünni ve Şii ayrımı olmaksızın) Arapların da hassas oldukları unutulmamalı. Kerkük’ün (ve Kerkük petrollerinin) bütün Irak’a ait olması gerektiği konusunda Araplar da hemfikirdir. 1970’lerin ilk yarısında Baas rejimi Kerkük’ü Kürt Özerk Bölgesine dahil etmeyi kabul etmediği için Molla Mustafa Barzani barış masasından kalkıp tekrar silaha sarılmıştı.İkinci tartışmalı konu ise laiklik meselesidir. Ayetullah Sistani’nin desteklediği Şii İttifakı’nın Irak’ta ‘laik’ bir yönetim kurulacak vaadini nasıl okumalıyız? Şii dünyasındaki siyasi rejim tartışmaları bağlamında değerlendirildiğinde, bu ifadeyi Türkiye’deki gibi bir laik rejimin ifadesi olarak okuyamayız. Bu ancak İran’da Humeyni’nin oluşturduğu tarzda bir rejim (velayet-i fakih) olmayacak anlamına gelebilir. Yani siyasi makamlara bizzat din adamları geçmeyecek, ama yönetim kademelerine geçecek İbrahim Caferi gibi İslamcı Şii teknokratlar Sistani gibi din adamlarının verdikleri fetvalar doğrultusunda yönetecekler. Ayrıca en güçlü başbakan adayı İbrahim Caferi gibi Davet (Dawa) partisi mensuplarının yıllarca Baas rejimlerine karşı İslamcı bir muhalefet yürüttüklerini, Irak’ta bir İslam devleti kurmak için (İran’ın da desteğiyle) mücadele ettiklerini unutmamak gerekiyor. Hazırlanacak Anayasada (Türkiye’deki anayasa hukukçularının yadırgadığı) şeriata ve şer’i kurallara atıf yapan maddeler bulunması da kaçınılmaz gözüküyor. Filistin’de de, Afganistan’da da, Irak’ta da anayasa hazırlasanız bugünkü bölge gerçekleri göz önüne alındığında bu tür maddelerin yer alması kaçınılmaz; nitekim bütün Ortadoğu ve Arap ülkelerinin anayasalarında benzer maddeler mevcut. Bunların bir kısmı sembolik ya da göz boyama kabilinden; ama Irak’ta nasıl bir fonksiyon icra edeceklerini şimdiden kestirmek zor. Bir diğer konu ise petrol meselesidir. Caferi hükümetinin ilk isteklerinden birinin Irak petrollerinin kontrolünün Amerikalılar tarafından yeni Irak hükümetine devredilmesi olacağı muhtemeldir. Söz konusu edilebilecek son ama en önemli konulardan biri ise, Amerikan ordusunun işgali ne zaman bitirip Irak’ı terk edeceğidir. Öyle anlaşılıyor ki, Sünni Arapları tekrar sistemin içine çekebilecek anahtar bu konunun açıklığa kavuşturulmasıdır. En azından Sünni Araplar ve bazı radikal Şii gruplar anayasa sürecine katılmak için Amerikalıların işgali bitirme ve Irak’tan çekilme takvimini ilan etmelerini şart koşmaktadırlar. Ayetullah Sistani ve desteklediği Şii İttifakı ise Irak’ta tam bir güvenlik sağlanana kadar Amerikan ordusunun kalması taraftarıdır. Bu ise aşılması zor bir kısır döngüye yol açmaktadır. Zira Irak’taki asayişsizlik ve güvenlik sorunu seçimlerden sonra da bütün şiddetiyle (her geçen gün artarak) devam etmekte, yaklaşık 30-40 bin kişilik bir direnişçi grubundan bahsedilmektedir. Yeni Irak’ın bu 30-40 bin kişiyle baş edecek bir ordusu yoktur ve yakın gelecekte olması da pek mümkün gözükmemektedir. Silahlı direniş bitmeden Amerikan ordusunun çekilmeyeceği (bunun ise Sünni Arapları –Amerikan ordusunun silahlı direnişi bastırmak için kullandığı metotlar düşünüldüğünde- daha da radikalleştireceği) gerçeği ise kısa vadede Irak’ı ne tür açmazların beklediğinin bir göstergesidir.