İsyanların üzerinden 8 yıl geçti.
Rejim değişimine yönelik taleplerle isyanların ortaya çıktığı ülkeler oldukça farklı noktalara evrildi.
Libya'da Kaddafi feci şekilde hayatını kaybetti. Yemen'de Salih dört kere pozisyon değiştirdikten sonra yeniden Suud tarafına geçmek üzereyken destek verdiği Husiler tarafından katledildi.
Libya ve Yemen'de iç savaş hala devam ediyor. Bu ülkelerin topraksal ve siyasi bütünlüklerini koruyup koruyamayacakları hala net değil. Ülkelerin alt yapıları, siyasi yapılanmaları dağılmış durumda. İşleyen bir kurumları neredeyse kalmadı. Dahası Yemen açlığa mahkum.
Suriye'de Esed formel düzeyde iktidarda ama ülkenin durumu ve geleceği üzerinde neredeyse hiç insiyatifi yok. Ülkeyi Rusya ve İran'a teslim etmiş durumda. ABD'nin ülkeyi işgal etmesine ses dahi çıkaramadı, çıkaramıyor.
Mısır'da Mübarek iktidarını kaybetti. Bu gelişme ile başlayan değişim ümitleri ise darbe ile kırıldı ve rejim kendini yeni şartlara adapte ederek yeniden işlemeye başladı.
İsyanların görülmediği ya da etkisiz kaldığı Körfez ülkelerinde ise rejimler varlıklarını zaten devam ettiriyorlar.
1970'li yıllardan 2010 yılına kadar Arap dünyası etkin olmasa da kendi içinde bazı iddialara sahipti. Mesela Kaddafi, Saddam Hüseyin ve Hafız Esed, Nasır'ın boşluğunu doldurarak Arap dünyasının liderliği için kendi aralarında yarışıyorlardı.
İsrail karşıtlığı üzerinden ulusal bir bilinç ve ideolojik bir çerçeve kurabilmekteydiler.
Bugün ise Arap dünyası siyasi iddialarını kaybetmekle yüzyüze.
Siyasi manzara böyle ve pek de iç açıcı değil.
Sosyal ve düşünsel boyutlar da pek farklı değil maalesef.
Otantik bir kökene sahip olsun ya da olmasın, rekabet halindeki bütün ideolojiler hükmünü yitirmiş durumda. Sosyalizm, milliyetçilik ya da liberalizm üzerinden bir argüman üretme çabasının karşılık bulması çok zor. Yavan demokratik söylemler de Arap isyanlarının bastırılması ile oluşan maliyet karşısında artık dile getirilmiyor. Getirilse dahi inandırıcı olmuyor.
Arap milliyetçiliğinin inandırıcılığını kaybettiği ve işlevsizleştiği bir dönemden geçiyoruz.
Liderlik iddiası taşıyabilecek -diktatör de olsa- karizmatik bir kişilik yok.
İsrail karşıtlığı ve Kudüs bilinci kitleler nezdinde hala en önemli siyasi / kimliksel / ideolojik bir unsur olsa da bunu sahiplenen bir lider ya da hükümetin kalmadığını söylemek mümkün.
Körfez ülkelerini birleştiren İran karşıtlığı dahi 'Katar krizinde' hükmünü yitirdi.
Tam da bu yüzden Suud ve BAE yönetimleri ve besledikleri okur-yazar azınlık ara sıra Türkiye'ye ve tarihine yönelik saldırılarda bulunarak yeni bir öteki inşa etmeye çalışıyorlar.
Yine Türkiye karşıtlığı üzerinden devirmek istedikleri Esed yönetimine sahip çıkmaya ve petrol paralarını kullanarak Arap dünyasını manipüle etmeye çalışıyorlar.
Ancak anlamadıkları şey şu: Petrol ve doğalgaz paraları ile bir süreliğine istikrarsızlık yaratabilirsiniz, zayıf liderlere istediğiniz manevraları yaptırabilirsiniz. Mesela Amerika'dan çekindiğiniz için ziyaret etmediğiniz Esed'e, zaten kaybedecek bir şeyi olmayan birilerini ziyaret için zorlayabilirsiniz.
Ancak parayla asla düzen kuramazsınız.
Sıradan bir insanın hissiyatını yansıtan bir siyaset izlemedikçe İran ve Türkiye karşıtlığı yalnızca birkaç iktidarın birbirini ayakta tutmaya yarayacak bir işlevselliğe sahip olabilir.
Dolayısıyla Arap Birliğinin toplanması, BAE'nin operasyonları ile Esed'in davet edilmesi ve diğer üyeler nezdinde makbul bir noktaya getirilmesi mümkün olabilir. Ancak bu yönelimin Arap dünyasının bir iddia sahibi olmaya kapı aralaması beklenemez.
Zira en görünür, en meşru ve en siyasi iddia olarak İsrail karşıtlığı (ve bir anlamda Kudüs) gibi geleneksel iddialarından vazgeçmiş ve bu iddiaların yerine bir şey koyamayan, entelektüel birikim üzerine oturmayan, fikri düzeydeki bütün yönelimlere düşman olmuş iktidarlar yeniden kurulmanın eşiğinde. Bu tablo bize en azından kısa vadedeki Arap dünyasının günü kurtarmaya dönük siyasi iradeler topluluğu olarak karşımıza çıkacağını gösteriyor.
Zaman zaman bir araya geldiğimiz Arap aydın ve siyasetçileri hala çok canlı tartışmalar yürütmekteler.
Arap dünyasının kimliği, siyaseti, ekonomisi, iddiaları, nerede hata yapıldığı ve ne yapılması gerektiğine dair ciddi eleştiriler ve görüşler dolaşım halinde varlığını sürdürüyor.
Bu tartışmaların kurucu bir momente kavuşmaları ve bir iktidar kurmaları maalesef doğrudan mevcut siyasi elit tarafından engelleniyor olması ise acı bir tablo olarak karşımızda duruyor.
Tam da bu yüzden siyasi elitlerle ahali arasındaki makasın bunalımın ana kaynağı olduğu yönündeki iddiamı sürdürüyorum.
[Fikriyat, 3 Ocak 2019].