Alman-Fransız ilişkileri 2. Dünya Savaşı’nın sonlanması ile birlikte işbirliği ve müttefiklik sürecine girmiştir ve zamanla Avrupa ittifakının son kurumsallaşmış hali olan Avrupa Birliği çerçevesinde derinleşmiştir. Buna rağmen ikili ilişkilerde Almanya’nın ekonomik boyutuyla 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Anka kuşu gibi küllerinden doğması Fransa’yı tedirgin etmiştir. Fransa’nın Almanya ile ilişkilerinde şimdiye kadar değişmeyen paradigması ise Almanya’nın bağımsız ve askeri güce dayalı bir devlet olmasını engellemek olmuştur. Cumhurbaşkanı Mitterand ve Şansölye Kohl döneminde ikili ilişkiler geniş kapsamlı ve farklı boyutlarda derinleşmesine rağmen Almanya’nın birleşmesine Fransa sıcak bakmamıştır. Bu minvalde Mitterand o dönem şu sözleri sarf etmiştir: ‘Almanya’yı o kadar seviyorum ki iki tane kalmasını istiyorum’.
Brexit sonrası
Günümüzde seyreden ikili ilişkiler her ne kadar yakın ve köklü olsa da fikir ayrılıkları mevcuttur. Fransa’nın bölgesel ve küresel hedeflerinin daha da belirginleşmesi, ikili ilişkileri olumsuz bir yönde şekillendirme potansiyeline sahiptir. Fransa’nın son yıllarda daha da agresifleşen dış politika yaklaşımı ve AB bünyesinde öncü ülke iddiası sebebiyle, ikili ilişkilerde çatlakların oluşması gözden kaçmamaktadır. Birleşik Krallık’ın Brexit kararı sonrası Fransa’nın AB’nin yegâne nükleer gücü ve BMGK daimî üyesi konumu ile bu hedefinin de kısmen altını doldurmaya çalıştığı söylenebilir. Fransa’dan kaynaklı olarak yorumlanan Almanya ve Fransa arasında yaşanan fikir ayrılıkları, aynı zamanda AB başkenti Brüksel’de de Alman-Fransız ilişkilerinin kötü seyri olarak değil, daha çok Fransa’nın ortak AB Dış politikasından uzaklaştığı ve haliyle kendisini yalnızlaştırdığı yönünde algılanmaktadır. Fransa’nın son yıl ve aylarda daha da belirginleşen bu tutumunun ABD ve Çin faktörleri yanı sıra Türkiye faktörüyle irtibatlı olduğu da bir gerçektir.
Öne çıkan ayrışmalar
Fransa ve Almanya arasında dış politika tercihlerinde son yıllarda öne çıkan en büyük ayrışmaları beş temel dış politika alanında gözlemlemek mümkündür:
1) Fransa – Rusya yakınlaşması:
Macron bir yandan eski Cumhurbaşkanları Charles de Gaulle ve Nicolas Sarkozy’i örnek alarak Rusya ile ikili ilişkileri geliştirmeye dönük ılımlı adımlar atarken, Almanya eski Şansölyeler Adenauer ve Kohl geleneğini sürdürmek adına Rusya ile dengeli bir diyalog tercihinden yana olmakla birlikte dış ve güvenlik politikalarında önceliği Transatlantik/NATO ittifakına vermektedir. Fransa ile yaşanan somut fikir ayrılığı ise Almanya’nın Rusya ile enerji alanında geliştirdiği işbirliği üzerinden (Kuzey Akım 2) karşılıklı meydan okumaya sebebiyet vermektedir. Şöyle ki, Fransa bir taraftan Rusya ile ekonomik ilişkileri güçlendirirken benzer durumda olan Almanya’yı eleştirmesi Berlin’de tutarsız bir tavır olarak algılanmaktadır. Ayrıca Libya iç savaşında Fransa’nın Rusya ile aynı safta yer alarak eşkiya Hafter’i Libya’nın BM tarafından tanınmış Ulusal Mutabakat Hükümetine karşı darbe girişiminde desteklemesi Fransız-Alman ayrışmasını tetiklemektedir.
2) Macron’un “NATO’nun beyin ölümü”ne yönelik sözleri:
Macron Türkiye lehine gelişen ABD-Türkiye Suriye anlaşmasını “Benim için şu anda yaşadığımız NATO’nun beyin ölümüdür” ifadesiyle ABD’yi sert bir şekilde eleştirirken ABD ile NATO müttefikleri arasında stratejik karar alma süreçlerinde hiçbir şekilde koordinasyon olmadığını da ileri sürmüştür. Bu bağlamda Macron özellikle “Türkiye’nin, Fransa’nın çıkarlarının söz konusu olduğu bir bölgede (Suriye), koordinasyonsuz agresif eylemleri olduğunu” vurgulamıştır. Macron’un bu çıkışını Merkel “Transatlantik ortaklık bizim için vazgeçilmez” ifadelerini kullanarak Macron’un çok sert ifadeler kullandığından dolayı eleştirmiştir. Merkel, her zaman Avrupa’nın kendi güvenliği için daha çok sorumluluk üstlenmesi gerektiğinden yana olduğunu, ancak NATO üye ülkeleri arasında görüş ayrılıkları olsa da NATO’nun kilit önem taşıdığını vurgulamıştır. Merkel’in özellikle “Transatlantik ortaklık bizim izin vazgeçilmez” sözleri yanı sıra, yine NATO’nun Almanya’nın güvenliğinin temelini oluşturduğunu belirtmesi, her iki ülke liderinin görüş ayrılıklarındaki temel noktayı özetlemektedir.
Balkan açılımı
3) AB’nin Balkan açılımına yönelik Fransa’nın vetosu:
Almanya’nın özellikle çaba sarf ettiği AB’nin Balkan açılımı çerçevesinde Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’nın AB’ye tam üyelik müzakerelerinin başlaması, Fransa’nın vetosuna takılmış ve bu durum AB’de son derece hoşnutsuzluk yaratmıştır. Böylelikle Ekim 2019’da gerçekleşen AB zirvesinde fiilen Fransa’nın engellemesi üzerine Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile tam üyelik müzakerelerine başlama kararı alınamamıştır. Kuzey Makedonya’nın müzakerelerin başlaması için tüm ön koşulları yerine getirmesine rağmen vetoya takılması, AB içerisinde Macron’un tavrının son derece tepki çekmesine neden olmuştur. Örneğin Alman Dışişleri Bakanı Maas Fransa’dan kaynaklı AB’nin bu kararını “felaket bir hata” olarak tanımlamaktan geri durmamıştır. Maas ayrıca dolaylı yoldan Fransa’nın bu tavrının aynı dönemde Fransa’da gerçekleşmesi planlanan yerel seçimlerle ilgili iç kamuoyuna yönelik bir pozisyon olduğunu da imâ etmiştir. Merkel ise Kuzey Makedonya ve Arnavutluk’a verilen sözlerin yerine getirilmesi yönünde bir tavır ortaya koyulduğunu ancak mevcut durumla birlikte AB’nin inandırıcılığının kaybolacağına işaret ederek Fransa’nın tavrından dolayı AB’nin güvenirliğinin sorgulanabileceği riskine işaret etmiştir.
4) Doğu Akdeniz krizinde Fransa’nın GKRY ve Yunanistan’a askeri desteği:
Doğu Akdeniz krizinde Almanya Türkiye ve Yunanistan arasında arabuluculuk görevini üstlenip tarafların krizi diplomatik yollarla masada çözmesi hususunda mücadele ederken Fransa, Almanya ile istişare etmeden aktif olarak Doğu Akdeniz meselesinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan’a askerî ve siyasî destek vererek bu ülkelerin Türkiye ile masaya oturmama hususunda cesaretlendirilmesini sağlamıştır. Alman hükümeti Fransa’nın bu fevri tavrıyla krizi derinleştirdiğine vurgu yaparak diplomatik dille eleştirmiştir.
Son olarak 1-2 Ekim 2020 tarihinde gerçekleştirilen AB Zirvesi’nde Yunanistan ve GKRY, Fransa ve Avusturya’nın desteğiyle birlikte Doğu Akdeniz’deki doğalgaz sondaj faaliyetleri nedeniyle AB’den Türkiye’ye sert yaptırım uygulanmasını talep etmiştir. Zirvenin hazırlık çalışmaları mahiyetinde önceden bir araya gelen AB Dışişleri Bakanları adına açıklama yapan Alman Dışişleri Bakanı Maas, Yunanistan ile Türkiye’yi masaya oturmaya ikna etme kararlılığını belirterek Türkiye ile yaşanan gerginliği tırmandırmak istemediklerini söylemiştir. Aynı zamanda Alman hükümet sözcüsü benzer bir açıklama yaparak tarafların diyalog yoluyla krizi çözmek için masaya oturacak olmasını memnuniyetle karşıladığını, bunun iki NATO ortağı arasındaki ilişkiler, tüm bölgenin istikrarı ve Avrupa-Türkiye ilişkileri açısından önemli bir adım olduğunu vurgulamıştır. Bu açıklamalar Almanya tarafından AB ülkelerinin yaptırımına karşı etkili bir mesaj olarak yorumlanmıştır. Türkiye’ye yaptırım kararı alınmasına sıcak bakmayan bir grup AB ülkesi de bu mesajı almış ve öncelikle Almanya’nın diplomatik girişimlerinin vereceği sonucu bekleme eğiliminde olduklarını açıklamıştır. Nitekim, Fransa’nın Avusturya’nın aktif desteği ile Yunanistan ve GKRY üzerinden yaptırım girişimleri şimdilik istenilen sonucu 1-2 Ekim Zirvesi’nde de getirmemiştir. Lakin 10 Aralık‘taki Avrupa Birliği Liderler Zirvesinde Türkiye’ye olası yaptırım meselesi de gündemde olacaktır. Bu bağlamda Merkel 10 Aralık’ta yapılacak AB Liderler Zirvesinde Türkiye konusunun da görüşüleceği konusunda mutabakat sağlandığını belirterek „O zamana kadar elbette gelişmelere bakmalı ve sonra bir karar vermeliyiz ancak bugünden bir şey söyleyemem. Söyleyebileceğim sadece meselelerin şu anda işlerin bizim istediğimiz gibi gitmediği.” ifadelerini kullanmıştır.
Darbeci Hafter’e destek
5) Libya iç savaşında Fransa ve Almanya’nın kısmen ayrışan pozisyonları:
Libya iç savaşı Fransa’nın Almanya dahil AB ile bariz şekilde ayrıştığı alandır. Fransa’nın darbeci Hafter’i desteklemesinin en önemli sebebi Libya’daki petrol ve gaz beklentisidir. Burada bilhassa Fransa’nın hem Kaddafi öncesi Cumhurbaşkanı Sarkozy döneminde, hem de Kaddafi sonrasındaki Cumhurbaşkanı Hollande döneminde – bu defa darbeci Hafter ile – bu yöndeki ilişkilerini geliştirmiştir. Fransa Libya’da daha agresif ve neredeyse alenen Rusya, BAE ve Mısır ile ayni çizgide darbeci Hafter’i desteklemesi, buradaki uzun vadeli Fransa stratejisini de gözler önüne sermektedir. Nedir bu strateji? Libya’da Hafter öncülüğünde rol modeli Mısır olan totaliter bir askeri rejimin kurulması. Böylelikle Fransa’nın Afrika kıtasında ayakta tutmaya çalıştığı post-sömürge sistemine Libya’yı da dahil ederek enerji tedariğini sağlama almak yatmaktadır.
Almanya’nın ise Fransa’ya kıyasla daha arka planda ve BM ile koordineli bir Libya politikası oluşturmaya çalıştığı gözlenmektedir (Libya Berlin Konferansı). Ancak burada altı çizilmesi gereken husus, Fransa’nın agresif ve aktif Hafter lehine tutumuna rağmen Almanya’nın meşru Libya hükümetine destek verdiği yanılgısına da düşülmemesi gerektiğidir. Her ne kadar iki ülke Hafter bağlamında ayrışsa da, en nihayetinde bir diğer iki hususta ise benzeştiği söylenebilir. Buna göre ayrışma noktalarına rağmen iki ülkenin birbirine yakın durduğu hususlar 1) Öncelikle meşru Libya hükümeti olmasına rağmen meşru hükümete gerekli desteğin verilmemesi ve 2) Türkiye ile meşru Libya hükümeti arasında hayata geçirilen askerî ve güvenlik iş birliği mutabakat muhtırasından duyulan rahatsızlıktır. Dolayısıyla, öncelikle Fransa’nın darbeci Hafter yanlısı, agresif ve Türkiye’yi de hedef alan tutum ve söylemlerinde Almanya ile ayrıştığı söylenebilir. Ayrıca Almanya alenen Hafter’e destek vermediği gibi mevcut durumda daha sakin bir “bekle gör” stratejisini benimsemektedir. Ancak en nihayetinde Almanya Libya’nın meşru hükümetine aktif destek vermekten itinayla kaçınarak Fransa ile karşı karşıya gelmekten uzak durmaktadır.
Modern sömürge araçları
Aslında Fransa’nın ortak AB dış politikasından bağımsız hareket etme eğilimi her daim mevcuttu. Özellikle Afrika kıtasında bunu gözlemleyebiliriz. Fransa Afrika’da geleneksel sömürge imparatorluğunun çöküşüyle Afrika coğrafyasından ayrılmamıştır. Yerel iş birlikçileri ile frankofon hegemonyasını modern sömürge araçları ile (askeri, ekonomik bağımlılık, frankofon elitler) devam ettirip bir nevi arka bahçesi olarak kullanmaktadır. Şimdiye kadar Fransa ekonomisini Afrika’yı sömürerek ayakta tutmayı başardı. Almanya ve diğer Avrupalı ülkeler bu topa girmeyerek üç maymunu oynadı, aksi takdirde Fransa’nın gaddar ve barbar Afrika politikasına suç ortağı olmaları kaçınılmazdı. Küresel alanda Fransa’nın bağımsız hareket etme iştahını kabartan gelişme ise ABD’nin Obama döneminde başlayan Pasifik güç olma stratejisi çerçevesinde Avrupa, Afrika ve Ortadoğu’dan kısmen çekilmesiyle birlikte oluşan güç boşluğudur. Bu durumu Fransa fırsata çevirmek adına küresel sistemin yeniden inşa sürecinde tasarladığı jeopolitik konseptiyle liderlik konumunu geliştirip Akdeniz-Afrika-Ortadoğu üçgeninde nüfuzunu artırma girişimlerinde bulunmaya başlamıştır. Artık AB’nin çetrefilli, zahmetli ve hantal yapıya sahip olan ortak dış politika sürecine bağlı kalmaksızın milli hedeflerini önceleyen Fransa kendisine uluslararası sahnede hareket alanı açmıştır.
[Star, 11 Aralık 2020].