İsrail’in son Gazze saldırısıyla sarsılan ve akabinde yaşanan artçı şoklarla sallanmaya devam eden Türkiye-İsrail ilişkilerinde son günlerde normalleşme rüzgarları esmekte. Normalleşmenin ilk sinyallerini, İsrail Sanayi ve Ticaret Bakanı Benyamin Ben-Eliezer Türkiye ziyareti ile vermişti. Ziyareti esnasında Ben-Eliezer, Türkiye’yi İsrail-Suriye arasındaki dolaylı barış görüşmelerinde yeniden aktif rol oynamaya çagırmıştı. Bu çağrıyı, İsrail’de Türkiye’nin arabuluculuğuna olabildiğince soğuk bakıldığı o dönemde üst düzey bir aykırı ses olarak yorumlayabiliriz.
İsrail’de bir süredir kan kaybetmeye devam eden ve son seçimlerin ‘kaybedenleri’ arasında yer alan İşçi Partisi’nin son anda aşırı sağcı koalisyona girmesiyle bakanlık koltuğuna oturan Ben-Eliezer’in İsrail’in karar verme mekanizmasında doldurduğu yerin küçüklüğü sebebiyle Sanayi ve Ticaret Bakanı’nın bu çağrısını, bir devlet politikasından ziyade bireysel bir iyi niyet gösterisi olarak yorumlamak da mümkündür. Fakat bu ziyaretin akabinde yaşanan üç ana gelişme, İsrail’in Türkiye politikasında bir süredir hakim olan kaos havasının yerini, sistematik ve merkezden yönetilen bir tarza bırakmaya başladığını göstermektedir.
İyi polis-kötü polis Bu gelişmelerden ilki ve belki de en belirleyicisi İsrail’in aşırı sağcı partisi ‘İsrail Beytenu’ milletvekili ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Ayalon’un Türkiye ile ilişkilerin önemine vurgu yaptığı konuşmasıydı. Suriye ile yapılan dolaylı görüşmelerin akamete uğramasını Türkiye’nin performansına değil, Suriye’nin uzlaşmaz tavrına bağlayan Ayalon, Suriye ile görüşmelerin başlaması ve üçüncü bir partinin yardımına ihtiyaç duyulması halinde İsrail’in yardım isteyeceği ilk ülkenin Türkiye olacağını söyledi. Ayalon’un bu sözleri Netanyahu’nun görünürdeki ‘Sarkozy şovmenliği’ tercihi ile çelişsse de iki lider arasındaki bu çelişki, fikir ayrılığından çok İsrail kamuoyunu Türkiye arabuluculuğu konusunda hazırlamaya yönelik bir iyi polis-kötü polis oyunuyla açıklanabilir. Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler’in iklim konferansı sırasında yapılan Gül - Peres görüşmesi de İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini yeniden sistematik bir zemine oturtmaya başladığının sinyallerini verdi. İki cumhurbaşkanının, özellikle ‘Davos mağduru’ Peres’in, Türkiye-İsrail ilişkilerini yeniden ‘dostluk ve istikrar’ üzerine tesis etme kararlılıklarını açıklamaları, görüşmenin olumlu tarafıydı ve İsrail’in hala yaşadığı Davos sendromundan bağımsız düşünebileceğini göstermesi açısından da önemliydi. Görüşmenin ironik tarafı ise Peres’in bu görüşmede Gül’e Gazze meselesi ile alakalı söylediklerinin Davos’ta Erdoğan’ın ‘one minute’ tepkisine sebep olan sözlerinden farksız olmasıydı. Peres, Gül’e Gazze saldırısının meşru müdafadan ibaret olduğunu, Gazze halkının içine düştüğü durumun sorumlusunun Hamas olduğunu ve Gazze’deki durumun iyileşmesinin Hamas’ın politikalarına bağlı olduğunu iletti. Peres’in bu sözleri, İsrail Devleti’nin Türkiye ile ilişkilerini düzeltmek istemesine rağmen tam olarak nasıl bir yol izlemesi gerektiğini henüz kavrayamadığını veya bu yola girmeye henüz hazır olmadığını göstermekte. Zira ikili ilişkilerin tıkanma noktası Gazze saldırısı ile oluşan insani kriz ve Gazze’de hala devam eden gayri hukuki ablukadır. Türkiye-İsrail ilişkilerini kao