Türkiye'de iktidar ilişkilerine dair döngülerden belki de en önemlisi siyaset kurumunun güçlenmesini ve alanının genişlemesini askeri-sivil darbelerin takip etmesidir. Siyaset kurumunun güçlenmesi milletin iktidardan daha fazla pay alması demektir. Bu kulağa biraz şaşırtıcı gelebilir. Çünkü demokratik bir rejimde yaşayan bizler için iktidarın milletin uhdesinde olması ve millet tarafından kullanılmasından daha doğal bir şey yoktur. Egemenlik kayıtsız şartsız millete aitse iktidar milletin hakkıdır. Ancak pratikte millet hiçbir zaman iktidarın tamamına sahip olamamıştır.
Hatta büyük payı aldığı bile söylenemez. Millet iktidarı askeri-sivil bürokrasi, sermaye sınıfı, medya ve üniversiteden oluşan kültürel aktörler ve siyasi seçkinlerle paylaşmak zorundadır. Buraya elbette küresel çapta varlık gösteren askeri ve ekonomik aktörleri de eklemek gerekir. İşin bu tarafı 19. yüzyıldan beri gelişen küreselleşme sürecinin karanlık yüzünü temsil eder.
Siyasetin güçlendiği ve alanının genişlediği dönemler milletin iktidardan aldığı payın arttığı dönemlerdir. Siyasetin güçlendiği dönemlerde doğal olarak demokrasi fiyaka yapar. Demokratikleşme milletle iktidarı paylaşan aktörlerin pek hoşuna gitmez. Bakmayın ağzını açan herkesin demokrasi sevdalısı göründüğüne. Hakikatte milleti oluşturan geniş kitlelerin dışında kalan mevzubahis elit gruplar için oligarşi, yani güçlü ve ayrıcalıklı azınlığın yönetimde son sözü söylemesi daha tercih edilir bir siyasi düzendir. Onlar aralarında uzlaşmak ve iktidarı paylaşmak isterler.
O sebeple ne zaman siyaset kurumu güçlenir ve demokrasi serpilirse, bunu siyasete farklı şekillerde müdahaleler takip eder. Bu müdahalelerin en bilindik olanı askeri darbeler ve muhtıralardır. Darbeler kendisine çizilen sınırı aşan siyaset kurumuna gösterilen bir kırmızı karttır. Siyasete "sınırlarını aştın, evine geri dön bakalım" demek anlamına gelir. Muhtıralar ise siyasete sarı kart gösterilmesine denk düşer. "Darbe geliyor" ikazıdır.
Siyasi tarihimize kısa bir bakış atacak olursak, 1908-1913 arası dönemde siyasetin alanı genişlemiş, bu genişlemeyi 1913 Bab-ı Âli baskını ve askeri bürokrasinin demir yumrukla ülkeyi yönetmesi takip etmiştir. 1922-1925 arası dönemde siyaset kurumu yeniden gücünü toplamış, ancak Şeyh Said ayaklanması (1925) ve İzmir Suikastı olayı (1926) sonrasında siyaset askeri-sivil bürokrasi ve siyasi seçkinlerin oluşturduğu koalisyon tarafından ezilip tarumar edilmiştir. Aynı şekilde 1950-1960 yılında siyaset kurumunun güçlenmesini 1960 askeri-sivil darbesi takip etmiştir. 1960 darbesinden sonra kurulan vesayetçi bürokratik düzene rağmen siyasetin kontrolden çıkmasına karşı ise 1971 muhtırası gelmiştir. Bürokratik güçlerle hareket eden CHP'nin dahi yüzünü siyasete döndüğü 1970 yıllar 1980 darbesiyle sona ermiştir. Bu dönemde sosyolojik dalgalanmaların da etkisiyle siyasetin gücü güdümlü sağ-sol şiddet olaylarını dizginlemeye yetmemiştir.
1997'de 28 Şubat postmodern darbesi ise darbeler içerisinde en geniş tabanlı olanıdır desek yanılmış olmayız. Ordu, büyük sermaye, medya, üniversiteler ve dış güçler hep birlikte toplumun merkezini tutan muhafazakâr-dindar kesimin demokratikleşme taleplerini boğmak için bir araya geldiler. Ve kısa bir süreliğine de olsa amaçlarına ulaştılar. 2007'de 27 Nisan muhtırası sindirilemeyen ve üstüne üstlük güçlenen toplumsal kesimlere karşı son bir hamle niteliğindeydi. Siyaset kurumu bir kez daha bürokratik-sivil güçlerin saldırısına maruz kalmıştır. Siyaset muhtıraya karşı dik bir duruş sergilemiş ve tehlikeyi bir süreliğine savuşturmuştur. Ancak üzerinden daha bir yıl geçmeden Mart 2008'de AK Parti'ye kapatma davası açıldı. Olası bir toplumsal tepki ve darbe koalisyonunun yeterince geniş tabanlı olmaması partinin kapatılmasının önüne geçti.
Toplumun artık siyasete daha fazla sahip çıkması Türk siyasi hayatında kritik bir kırılmadır. Siyaset kurumu uzunca bir süre demokratik rejim için gerekli güçlü toplumyapısının eksikliği nedeniyle kör topal yol almaya çalıştı. Bir yandan da demokratik bir rejimin güvence altına alınması için toplumun güçlenmesine çaba göstermiştir. Bunun ilk meyveleri 2016'da 15 Temmuz darbe girişiminde alındı. Millet, iradesine sahip çıkmak adına sokaklara döküldü, tankların önüne bedenini siper etti. 2013'teki 17-25 Aralık yargı darbe girişimi de aynı sebeple gereken etkiyi gösterememişti. 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde iktidar aleyhine darbecilerin oluşturmak istediği negatif algı tutmamıştı.
Bu hafta 104 emekli amiralin bir gece yarısı yayımladığı bildiriyi siyasete karşı yine bir kalkışmanın parçası olarak görmek gerekir. "Emekli askerler darbe mi yapar" şeklindeki itirazlar ve meseleyi sulandırma girişimleri darbe tarihimiz göz önüne alındığında nafiledir. Türkiye gibi bir ülkede darbe ihtimali hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Çünkü demokrasiden hazzetmeyen ve oligarşik bir siyasi düzen arzulayan aktörler varlığını korumaktadır. Elbette siyasetin ve toplumun güçlenmesi ve ulaştığımız demokratikleşme düzeyi darbeyi zorlaştırmaktadır. Ancak siyasetin biraz tökezlemesi ve işlerin yolunda gitmemesi nedeniyle toplumun demoralize olması durumunda darbeci güçler hemen başını kaldırıp yoklama çekmekten geri durmazlar. Bu son yaşanan girişimin bir yoklama olduğu şüphesizdir. Toplumun ve siyasetin reflekslerini ölçmek için sahnelendiği açıktır.
Siyasi iktidarın meselenin hemen üzerine gitmesi ve aldığı sert önlemler isabetlidir. Sürekli olarak demokrasiden dem vuran başta CHP olmak üzere siyasi ve toplumsal muhalefetin bildiriyi sulandırma gayretleri ise görünürde şaşırtıcı olmakla birlikte tarihi tecrübe göz önüne alındığında pek de hayret verici değildir. Muhalefeti oluşturan siyasi ve toplumsal güçler iktidar mücadelesini hiçbir zaman tamamıyla siyaset kurumu sınırları içerisinde vermek istememişlerdir. İktidar mücadelesinin "meşru" sınırlarını daha geniş tutmak için büyük bir çaba göstermişlerdir. Bu mücadeleyi siyaset-dışı alanın siyaset kurumuna müdahalelerinin meşru ve doğal görüldüğü bir atmosferde sürdürmek en temel amaçları olmuştur. Somutlaştıracak olursak askeri-sivil bürokrasi, büyük sermaye, medya ve üniversite ve siyasi seçkinler bazen "rejimin ve cumhuriyetin kazanımları tehlike altında" bazen de "siyasi iktidar otoriterleşiyor, demokrasi elden gidiyor" şeklinde ifade ettikleri formüllerle siyaset kurumuna sınır çizme hakkını muhafaza etmeye çalışmaktadırlar. Son yıllarda daha çok ikinci formülün devrede olduğunu görmekteyiz. 104 amiralin yayımladıkları bildirinin içten içe muhalifleri küplere bindirmesinin ve hakarete varan eleştirilere yol açmasının sebebi belki de etkisi sınırlı ve geçmiş vukuatları kabarık ilk formülü devreye sokmuş olmasıdır.
[Sabah, 10 Nisan 2021].