7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra MHP içinde genel başkana muhalif grubun mobilizasyonu ile başlayan süreçte Meral Akşener önderliğinde İYİ Parti'nin kuruluşu ile yeni bir aşamaya geçilmiş oldu. Türkiye siyasi hayatında daha önce de benzerleri görülen "ana partiden bölünerek oluşan parti" örneği olan İYİ Parti'nin kuruluş aşamasında, Akşener ve partinin diğer önde gelen isimleri partide belirli bir ideolojinin baskın olmayacağı, farklı kesimlere hitap edileceği ve partinin "geniş tabanlı merkez partisi" olarak kurgulanacağını duyurmuştu. 25 Ekim'de açıklanan parti programı ve kurucu kadroya bakıldığında ise partinin kuruluş aşamasında öne sürülen geniş tabanlı bir merkez partisi olma iddiasından çok daha uzakta durduğu ve milliyetçi çizginin partide ağırlığını hissettirdiği görülüyor.
Merkezilikten milliyetçiliğe dönüş Akşener ve ekibinin geniş tabanlı bir milli merkez partisi olma iddiası, bölünerek oluşan partilerde sıkça görüldüğü gibi daha fazla seçmene hitap etme çabası ile ilişkilidir. Bu tip partiler bir taraftan yeni bir oluşum olarak adlandırılma çabasına girerken diğer taraftan eski partinin seçmeninden oy almak için eski ideolojik duruşu devam ettirme kaygısı hissetmektedir. Çoğunlukla iki seçenek arasında sıkışıp kalan ve başarısız olan partilerde bu durum yeni bölünmelere de yol açabiliyor. İYİ Parti'nin programı incelendiğinde "ideolojisizlik" ve "her kesimi kucaklama" iddiasına rağmen geleneksel milliyetçiliğin hakim paradigma olduğu görülüyor. Siyasetin değerler üzerinden üretileceği ve milliyetçiliğin kültürel ve ekonomik alanlara taşınacağı vurgusunun yapılması tam da bu duruma işaret ediyor. Partinin nihai hedeflerden birisinin milliyetçiliği kültürel ve ekonomik alanlara taşımak olması da bu hususu örneklendiriyor. Akşener'in açılış konuşmasındaki milliyetçilik vurgusu ve üst yönetimin tamamına yakınının siyasi arenada kendilerini milliyetçi olarak tanımlayan isimlerden oluşması da göz önüne alındığında İYİ Parti'nin geniş bir tabandan çok geleneksel milliyetçi tabana hitap edecek bir oluşum olduğu söylenebilir. Mevcut siyasi ortamda seçmenlerin belirli partilerde konsolide olmuş olması sebebiyle partinin kendi seçmen kitlesini oluşturmada handikap yaşaması partide milliyetçi söylemin ağırlığının daha da hissedilmesine yol açabilir. Özellikle son dört genel seçimde yüksek katılım oranıyla beraber partilerin oy oranlarının belirli bir aralıkta sabitlenmiş olması yeni partilerin kitleselleşme ihtimallerini çok düşürüyor. Bu durumun yeni partide zaman içinde merkezilik söyleminin tamamen terk edilmesi ile sonuçlanması muhtemeldir.
Akşener liderliği ve muhtemel sorunlar Bölünerek oluşan ve geniş bir tabana hitap etme çabasındaki partilerde liderin temsiliyeti parti kadrosuna kıyasla daha ön plandadır. Bu bağlamda Akşener'in partideki ağırlığının belirleyici olacağı bekleniyor. Akşener'in siyasi geleceğine yönelik bir projeksiyon çizilmeye çalışılması ve Akşener'i Türk siyasetinde "yıldızı parlayan bir isim" olarak adlandırılma çabası da bu belirleyici rol ile ilgilidir. Zira Akşener'in Türkiye'de karanlık bir dönem olarak adlandırılan 1990'lı yıllar ile bütünleşen bir isim olması partiye olan seçmen desteğini azaltabilecek bir etken. Bu sebeple Akşener sadece iç kamuoyunda değil uluslararası alanda da ön plana çıkarılarak güçlü bir lider olarak kabul ettirilmeye çalışılıyor. Siyasi hayatı boyunca farklı siyasi partilerde görev almış olsa da Akşener'in birleştirici bir isimden ziyade çatışmalardan beslenen bir siyasetçi olması ve dahil olduğu her partide liderleri parti içi ittifaklarla devirmeye çalışan bir isim olarak anılması oluşturulmaya çalışılan Akşener imajını zedeliyor. Bu sebeple Akşener'in siyasi geçmişindeki "başarı hikâyeleri" tekrar gündeme getiriliyor. Bu başarı hikâyelerinin başında ise 28 Şubat sürecinde İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan Meral Akşener'in "28 Şubat sürecinde orduyu karşısına almış" ve "askere karşı dik duruş sergilemiş" kişi olarak dolaşıma sokulması yer alıyor. Fakat bu imajın altının doldurulmasında sıkıntı yaşanması söz konusu. Çünkü Akşener'in 28 Şubat'a giden süreçte ve sonrasındaki söylem ve eylemlerine bakıldığında siyaset kurumu ve ordu arasında çift taraflı bir siyaset izlediği açıkça görülüyor. Örneğin o dönemde 28 Şubat kararları ile ilgili sorulan sorulara ilişkin verdiği cevapta "MGK kararlarının gayriciddi olarak değerlendirilemeyeceği", "kesinlikle askerin bir dayatması olarak görülmemesi gerektiği", "çünkü Türkiye'de rejime yönelik rahatsız edici boyutlara ulaşmış bir tavır söz konusu olduğu"nu iddia etmesi bu imajı zedeleyecek bir etken. Bunun yanı sıra 25 Kasım 1996'da Bakanlar Kurulu'na tüm ilk ve orta dereceli okulların yönetiminin il özel idarelerine geçmesini öngören ve İmam Hatip okullarını kontrol altına almak anlamına gelen bir düzenleme sunması, Türkiye'deki 344 Refah Partili belediyenin Emniyet İstihbarat tarafından araştırılması talimatını vermesi, o dönemde askerin siyasete müdahalesini kınama amaçlı toplantılar ve yürüyüşler düzenlenmesine karşı bir genelge daha yayımlayarak toplantı ve yürüyüşleri yasaklaması ve bu düzenlenen yürüyüşe katılan Refah Partili siyasiler hakkında dava açmış olması gibi gerçekler de göz önüne alındığında oluşturulmaya çalışılan Akşener imajı ile gerçekler arasında ciddi bir uçurum olduğu görülebilir. Sonuç olarak İYİ Parti'nin merkezilikten milliyetçiliğe dönüş ve Akşener'in liderliği hususlarında sıkıntılar yaşayabileceği görülüyor.
[Sabah, 28 Ekim 2017].