Türkiye’de toplumun ve siyasetin yaşadığı dönüşüme direnen ve bu direniş üzerinden siyaset kurmaya çabalayan aktörler hala varlığını devam ettiriyor. Hayatın olağan akışına karşı gelmek kadar abesle iştigal olsa da, bu tutumu ve siyaset anlayışını benimseyen aktörlerin varlığı da bir vaka. Bu kapsamda değerlendirilebilecek muhalefet partileri (HDP’nin tutumu terörle olan ilişkisi nedeniyle bu kategoride değerlendirilemez) dönüşümü ıskalasalar ve belli bir oy oranına sıkışıp kalsalar da onları destekleyen bir seçmen kitlesinin varlığı tartışma götürmez.
Değişime direnen siyaset tarzının sorunları sadece kendi içerisinde kalmıyor ve bütün bir siyasi alanı etkiliyor. MHP’ye mahkeme tarafından partiyi olağan üstü kongreye götürmek için bir kayyum heyetinin atanması, kendi müstakil alanının dışına çıkıp siyasetin bütününü etkileyen sorunların en güncel örneği. MHP’nin içerisine düştüğü durum adeta “siyasi partiler siyasetin vazgeçilmez unsurlarıdır” önermesinin en güncel ve kapsayıcı karşılığını gösteriyor. MHP’nin parti içi mekanizmalarını adil ve sağlıklı bir şekilde çalıştırmadığı için ürettiği sorun, siyasi hayatı siyaset dışı kriminal aktörlerin müdahalesine açık hale getiriyor.
BAHÇELİ’NİN KARNESİ
Sandıktan çıkan iradeyi küçümsemek âdetinden dolayı “siyasette başarının tek ölçüsü seçim değildir” sözü zaman zaman dile getirilse de, seçim kazanmak siyasi başarının yegâne olmasa da en önemli ölçütüdür. Bu ölçüte vurulduğunda Devlet Bahçeli’nin başarısız bir siyasi lider olduğu su götürmez bir gerçek. Bahçeli MHP’nin başına geldiğinden bu güne girdiği her seçimi kaybetti. İktidar olmak bir yana hiçbir zaman iktidar alternatifi dahi olamadı. Konjonktürel gelişmelerden dolayı oylarını attırdığı durumlarda da, bu artışı siyasete değil siyasetsizliğe tahvil etti. 1999 seçimlerinde seçmenin 28 Şubat Süreci’ne gösterdiği tepkiye borçlu olduğu oy artışını 28 Şubatçılara ciro etmekten çekinmedi. Bahçeli, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde AK Parti’nin sendelemesi neticesinde elde ettiği oy artışını, seçmenin AK Parti’ye ve MHP’ye verdiği mesajı ısrarla anlamayarak, yine siyaseti tıkamak için kullandı. Dahası Bahçeli liderliği altındaki MHP’nin siyasi ve toplumsal kodları da olumsuz yönde değişti. Partinin ve temsil ettiği siyasi hareketin maneviyatçı ve mukaddesatçı milliyetçilik anlayışı, parti elitlerinden ve politikalarından başlayarak daha seküler ve ulusalcı bir çizgiye evirildi. Bu kötü karne içerisinde Bahçeli yönetimindeki MHP için tek istisna 2007 yılında 27 Nisan e-muhtırasının gölgesinde yapılan erken genel seçimlerde aldığı %14’lük oy ve kazandığı 71 meclis sandalyesi oldu. Bahçeli alışılmışın dışında hareket ederek seçmen desteğini doğru okudu ve partisinin milletvekillerini seçimlerden hemen sonra yapılan cumhurbaşkanlığı oylamasında meclise sokarak bir siyasi krizin aşılmasına olumlu katkı verdi.
Bahçeli’nin mevcut siyasi karnesi göz önünde bulundurulduğunda parti içi muhalefetin topladığı imzalara rağmen olağanüstü kongreye gitmek istememesi siyasetin dinamizmi ile bağdaşmıyor. Üstelik bu noktada parti tüzüğünün lafzı yani Bahçeli’nin kanunen olağanüstü kongreye gitmememe hakkının olup-olmadığı da önemini yitiriyor. Başarısızlık ve tabanın talebi hukuku aşarak kongreyi siyasi bir zorunluluk haline getiriyor. Bu noktada kongrenin bir siyasi zorunluluk haline geldiğini konuşmaya başlamışken, bu şartlarda yapılacak muhtemel bir olağanüstü MHP kongresinin siyasi anlamını da düşünmek gerekiyor.
PARTİ İÇİ MUHALEFET?
Her ne kadar parti içi muhalefet dağınık ve çok başlı gözükse de, Meral Akşener muhalifler arasında öne çıkıyor. Kamuoyunda uzun süredir Meral Akşener’in paralel yapı ile bağlantılı olduğu iddiaları dile getiriliyor. Akşener bu iddialara karşılık en net açıklamasını “Fethullah Gülen cemaati” ile bir bağı olmadığını, böyle bir bağı olsa bunu gizlemeden gururla söyleyeceğini kaydederek yaptı. Ancak bu açıklama iddiaları cevaplamak şöyle dursun, paralel yapıyı “Fethullah Gülen cemaati” olarak adlandırdığı için daha da güçlendirdi.
Bunun yanında mahkemenin aldığı kayyım kararının hukuken tartışmalı olması MHP’deki olağanüstü kongre sürecinin bir paralel yapı mahsulü olduğu yönündeki şüpheleri arttırıyor. Hukuku kullanarak şüpheli mahkeme kararları ile istediğini elde etmek paralel yapının alametifarikası olmuş bir iş tutma tarzı. Dahası direkt mücadele sahasına çıkmayıp, sahada var olan aktörlerden birisini ele geçirip kendi çıkarları için kullanmak da paralel yapının sık başvurduğu yöntemlerden; paralel yapının mücadele etmektense “ele geçirmeyi” tercih ettiği bilinen bir gerçek.
Tüm bunlar bir arada düşünüldüğünde mahkeme kararı ile gerçekleşecek bir olağanüstü MHP kurultayı ve kurultayda gerçekleşecek genel başkanlık değişimi MHP’nin bir iç meselesi olmaktan çıkarak, MHP’ye oy versin veya vermesin herkesi ilgilendiren bir mesele haline geliyor. MHP’deki durum başarısız siyasi liderliğin tüm yenilenme çağrılarına kulak tıkayarak koltuğa sıkı sıkı tutunması durumunu aşarak, bir siyasi partiye ameliyat yapılması ve sonra ortaya çıkacak Frankenstein ile tüm Türkiye’ye zulmedilmesi anlamına geliyor.
“PARALEL, YAMUK, KÜP” NE VARSA...
Nitekim paralel yapının 17-25 Aralık iddialarından siyaset devşirmeye çalışan, bu uğurda Fethullah Gülen’e daha önce yönelttiği eleştirilerini bile unutmuş gözüken Devlet Bahçeli, bir başka siyasi ilkesizlik örneği göstererek elini zülfü yâre uzattığını fark eder etmez paralel yapıya savaş açmış durumda. Kayyım sürecinde yaptığı açıklamalarla partisini paralel yapıya teslim etmeyeceğini hatta farklı üslubu ise “paralel, yamuk, küp” ne varsa hepsi ile mücadele edilmesi gerektiğini ilan ediyor. Öyle ki Bahçeli devletin paralel yapı ile mücadelesini bir “namus borcu” olarak nitelemeye başladı.
Bugün milli iradeyi savunan toplum ve siyaset kesimlerine düşen, paralel yapı tehlikesini partisine uzandığında keşfeden Devlet Bahçeli’nin pozisyonuna düşmemek için, küçük siyasi hesaplarla MHP’nin içine düştüğü durumu ellerini ovuşturarak izlemek değil, siyaset ve milli irade namına paralel yapının bu ameliyatı karşısında pozisyon almaktır. Siyasi görüşlerinin farklılığından değil ama siyaset yapış tarzından, siyasetin ve değişimin yerine vesayetin ve tıkanmanın yanında yer almış olmasından dolayı Devlet Bahçeli’nin ve temsil ettiği siyasetin MHP’nin başından ayrılmasını olumlu karşılamak için yeterince neden mevcut. Ancak MHP için gerekli olan ve MHP için gerekli olduğu ölçüde Türkiye için de gerekli olan bu siyasi değişim talebi, gayrı meşru bir ameliyat şeklinde değil siyasetin olağan mecrası içerisinde olmalıdır. Aksi halde değişim talebi şeklen karşılanmış olsa bile, özü itibariyle MHP’deki siyaset ve değişim karşıtı tutum katmerlenerek devam edecektir. Paralel yapının karşısında, MHP’nin yanında yer almak mevcut MHP yönetiminin hatalarına sahip çıkmak veya bazılarının yaptığı gibi birden “Bahçeli’nin faziletlerini” keşfetmek anlamına gelmemelidir. Bahçeli gibi siyasete karşı suç işlememek için, Bahçeli’nin siyasete karşı işlediği bütün suçların ağır mevcudiyetini ve benimsediği ilkesiz siyaset nedeniyle bu suçları ilk fırsatta tekrar işleyeceği gerçeğini unutmadan, Bahçeli’nin değil siyasetin yanında tavır almak gerekmektedir.
[Star Açık Görüş, 17 Nisan 2016]