Muhalefet, Libya’ya Türkiye’nin asker göndermesine karşı çıktı. Sadece asker göndermeye değil, Libya’da uluslararası anlamda tanınan Feyaz Serrac liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükûmeti ile anlaşma yapmasını da sorun olarak gördü.
Libya konusunda tek bir önerileri vardı: Türkiye’ye “cihat” ilan eden General Halife Hafter’le “diplomasinin işletilmesini” istiyorlardı. “Seküler” ve dolayısıyla “makbul” olarak tanımladıkları Hafter’le Türkiye’nin görüşmesi hâlinde Libya’da sorunların bir anda çözüleceğine inanıyorlardı.
Hafter’e neredeyse kefil oluyorlar, “ara buluculuk” yapılması durumunda Türkiye’nin elinin güçleneceğini varsayıyorlardı.
Türkiye’nin daha önceden Hafter dâhil olmak üzere taraflarla farklı düzeylerde görüşmüş olmasını önemsemediler. Hükûmetin, Libya’daki sorunun çözümüne yönelik birçok yolu denedikten sonra, asker gönderme kararına vardığını anlamak istemediler.
Türkiye’nin meşru Libya hükûmeti ile yaptığı anlaşmalar üzerinden yakınlaşmasını tehdit olarak gören ülkelerle aynı hizada konumlandılar.
Ulusal Mutabakat Hükûmeti ile yapılan anlaşma, Doğu Akdeniz’de çıkarları olan ülkeleri rahatsız etmişti. Yunanistan, Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail gibi aktörlerin başını çektiği ülkeler, Libya’nın başkenti Trablus’taki hükûmete yönelik baskıyı artırdılar. Hafter’in, meşru Feyaz Serrac hükûmetini devirmesine destek verdiler.
#LibyaTezkeresi'nin arka planı nedir? Tezkerenin içeriği ve gerekçesi nedir? Türkiye’nin hedefleri bağlamında nasıl değerlendirilebilir? Uluslararası hukuka uygun mudur? Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesinin Libya krizini nasıl etkiler?https://t.co/ki6rmoFVYu | @VeyselKurt_
— SETA (@setavakfi) 2 Ocak 2020
CHP’nin başını çektiği muhalefet de, açıktan olmasa bile, yaptığı açıklamalarla, Ankara’nın bölgedeki çıkarlarını korumada hayati öneme sahip olan meşru hükûmeti değil, BM tarafından silah ambargosuna tabi tutulan Hafter’i meşrulaştıran bir dil kullandı.
Libya’ya asker göndermenin diplomatik süreci tetikleyen önemli bir mekanizma olacağını görmek istemediler. Suriye’de olduğu gibi, sahada olmanın, çözümün bir parçası olmayı gerektirdiğini anlamaya çalışmadılar.
***
Eğer Türkiye Libya’ya asker göndermeseydi, Erdoğan ve Putin’in görüşmesinden ateşkes çağrısı çıkmazdı.
Berlin sürecine yönelik Türkiye’nin ağırlığı bu kadar artmazdı. Sorunun çözümüne yönelik çabalar hızlanmazdı.
Libya’nın geleceği konusunda, İtalya ve Fransa arasında yaşanan görüş ayrılığı Türkiye’nin lehine bir durumu ortaya çıkarmazdı. İtalya’nın krizin kalıcı bir biçimde çözülmesi konusunda Mısır ve Fransa’ya kıyasla daha istekli bir pozisyon almasını doğurmazdı.
Muhalefet Libya konusunda tek seçeneğin “diplomasi” olduğunu söylüyordu. Türkiye ve Rusya, Libya’daki taraflara 12 Ocak’tan itibaren ateşkes yapılması çağrısını yaptı. Ancak belirlenen süreye iki gün kala Hafter tarafı, ateşkese uymayacağını duyurdu.
Bu gelişmeler yaşanırken…
Türkiye’ye “cihat” ilan etmiş olan Hafter’in savunuculuğunu yapanlara karşı, Baykal’ın yaptığı açıklamalar önemliydi. 18 yıl CHP Genel Başkanlığı yapmış olan Baykal, Libya konusunda çok değerli bir çıkış yaptı.
Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Maliye Bakanı olan Baykal, Amerika’nın ambargosu yüzünden sadece silah, para değil sivil uçakların vidalarının bile alınamadığı bir dönemde Libya’nın nasıl Türkiye’nin yanında olduğunu kendi yaşadıklarından örnekler vererek açıkladı.
Mevcut CHP yönetiminin Libya konusundaki tutumunun tam karşısında konumlandı. Muhalefet çevrelerinin yanlışlığını şu sözlerle dile getirdi:
“Libya’nın daha önceden yanında olmalıydık. Nasıl hata yapılıyor diye bakmamız lazımdı. Askerlerimizle siyasetçilerimizle önceden destek olmalıydık. Siyasi ahlak bunu gerektirir. Libya’ya, ‘Silah, asker, teknoloji neye ihtiyacın var?’ dememiz lazımdı...”
Baykal’ın açıklamalarının ardından ve ateşkes çağrısına uymayan Hafter’in tutumunu gördükten sonra; bakalım muhalefet önümüzdeki günlerde, Libya konusundaki görüşlerini revize edecek mi?
Hâlâ, Hafter’i meşrulaştıran, Türkiye’nin konumunu zayıflatan söylemlerini sürdürecek mi?
[Türkiye, 11 Ocak 2020].