Türkiye’nin Libya hükümeti ile 27 Kasım 2019’da imzaladığı iki anlaşma ve sonrasında meydana gelen gelişmeler, hem Doğu Akdeniz’deki enerji rekabetinin hem de Libya krizinin yeni bir aşamaya geldiğini göstermektedir. Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına Dair Anlaşma ile Türkiye Doğu Akdeniz’de çok önemli avantajlar elde ederken Askeri ve Güvenlik İşbirliği Anlaşması çerçevesinde atılan adımlar ile Türkiye Libya’da yeni bir oyuncu olmuştur. Haftar’ın Nisan 2019’dan itibaren başlattığı Trablus kuşatmasının sonuçsuz kalması da Türkiye’nin krize dahil olması ile doğrudan ilgilidir.
Analiz: 27 Kasım Anlaşmasından #Berlin Konferansı’na #Libya’da Yeni Denklem
Çalışmayı inceleyebilir, #PDF sürümünü indirebilirsiniz: https://t.co/ZuAl1nUBuu | @VeyselKurt_ pic.twitter.com/kiNUV83KTE
— SETA (@setavakfi) 18 Ocak 2020
Bununla birlikte birçok uluslararası aktör de Libya krizine yönelik yeni adımlar atmaya başlamıştır. Türkiye-Rusya gözetiminde Serrac hükümeti ile Hafter arasında ateşkesin sağlanması için başlayan müzakereler bir anlaşma metninin oluşturulması ile sonuçlanmıştır. Ancak Hafter’in metni imzalamadan Moskova’dan ayrılması, ateşkes ümitlerinin Berlin Konferansına kalmasına yol açmıştır. Hafter’in bugüne kadar varılan anlaşmaları ihlal etmesi, Libya’yı tek başına kontrol etme hırsından kaynaklanmaktadır. Bu durum yapılan anlaşmalarla kazanımlarını garantiye almak amacıyla Serrac hükümetini iktidarda tutmak için asker gönderme seçeneğini devreye sokan Türkiye için de önem arz etmektedir. Türkiye sahanın kayganlığını ve Libya’daki aktör çeşitliliğini dikkate alarak esnek bir strateji uygulamalıdır. Daha açık ifadelerle, Libya’da “askeri danışmanlık”tan kalıcı askeri üs kurulmasına kadar bütün opsiyonlar açık tutulmalıdır. Bu yaklaşım aynı zamanda Libya’da proaktif bir politika izlenmesi...