- Türkiye-Mısır ilişkilerinin tarihsel arka planı nasıl bir seyir izlemiştir?
1955’te kurulan Bağdat Paktı tam da bu iki vizyonun çarpıştığı bir mesele oldu. Bu dönemde SSCB’nin desteği ve Arap milliyetçiliğinin rüzgarını arkasına alarak Arap dünyasının liderliğine oynayan Nasır Bağdat Paktı’nı Mısır’ın sınırlandırılması olarak yorumladığı için sert tepki gösterdi. Halbuki Türkiye’nin amacı Ortadoğu’da iş birlikler yoluyla güvenliği sağlamaktı. Nasır’ın talep ettiği yardımları Bağdat Paktı’na girmesi şartına bağlayan ABD ve o dönemde oldukça gerilimli ilişkiler yaşayan İngiltere’nin pakt üzerindeki etkisi dolayısıyla Nasır paktın kurulmasına ve Türkiye’nin rolüne tepki gösterdi. Ancak Türkiye’nin Süveyş krizinde soğukkanlı ve Mısır lehine yorumlanabilecek bir davranış sergilemesi ilişkilerin toparlanmasına yardımcı oldu.
Soğuk Savaş sonrası dönemde ise ikili ilişkilerde olumlu ya da olumsuz anlamda önemli bir değişiklik yaşanmadı. 1998’de Türkiye’nin PKK dolayısıyla Suriye ile yaşadığı krizde Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ara bulucu oldu ve krizin çözülmesine katkı yaptı.
- Türkiye-Mısır ilişkileri neden gerilmiştir?
İki ülke ilişkilerinin gerilmesi genel olarak ideolojik bir çerçevede yorumlanmıştır. Bu yaklaşım darbe sonrası iktidara gelen Mısır yönetimi ile Türkiye’deki hükümetin ideolojik olarak ayrıştığı ve ilişkilerin bozulmasının temel sebebinin bu ayrışma olduğu noktasında yoğunlaşmıştır. Bu yorumlar Türkiye’nin dış politikasının “Sünnicilik” ve hatta “İhvancılık” olarak yorumlanmasına kadar aşırı uçlara gitmiştir. Halbuki konjonktürel şartlar ve ardından bölgesel vizyonun ayrışması dikkate alınmadan Türkiye-Mısır ilişkilerinin gerilmesi anlaşılamaz. Konjonktürel şartlardan kasıt Mısır’da gerçekleşen 3 Temmuz darbesine eş zamanlı olarak Türkiye’de yaşanan Gezi Parkı Şiddet Eylemleri’dir. Bu eş zamanlı olaylar Türkiye’nin de içeride çaba harcadığı ve bölgesel düzlemde destek verdiği demokratikleşme sürecine karşı yeni bir dalganın başlangıcına işaret etmekteydi. Türkiye’nin Mısır’daki darbeye verdiği tepki bu perspektifte anlam kazanmaktadır.
Benzer şekilde Suriye, Yemen, Libya ve Doğu Akdeniz’de Türkiye aleyhine başlayan planlı iş birlikleri Ankara’yı alarm durumuna sokmuştur. Mısır ve Türkiye bölgesel siyaset düzleminde özellikle Libya ve Doğu Akdeniz’de farklı politikalar izlemiş ve iki alanda da dolaylı olarak karşı karşıya gelmiştir.
- İki ülke arasında temel anlaşmazlık noktaları nelerdir?
İki ülke arasında ikinci anlaşmazlık alanı Libya olmuştur. Mısır 2014’ten itibaren meşru yönetime karşı güç kullanarak darbe yoluyla iktidara gelmeye çalışan Hafter öncülüğündeki gruba ciddi bir destek vermiştir. Ancak Libya krizi Doğu Akdeniz’deki enerji rekabeti ve Türkiye’nin haklarının gasp edilmesi politikası ile birleşince Türkiye’nin adım atması kaçınılmaz olmuştur. 2019’un sonunda Türkiye’nin Libya hükümeti ile Deniz Yetki Antlaşması ile İşbirliği Antlaşması imzalaması Türkiye ile Mısır’ın Libya’da dolaylı bir şekilde de olsa karşı karşıya gelmelerine yol açmıştır.
Üçüncü anlaşmazlık alanı ise Doğu Akdeniz olmuştur. Bölgesel düzlemde ayrışan ilişkiler Mısır’ın Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve GKRY ile birlikte hareket etmesine zemin hazırlamıştır. Bu politika aynı zamanda 2003’te Mısır’ın GKRY ile imzalanan ekonomik bölge sınırlandırma anlaşması ile de uyumlu bir çizgide olmuştur. Son yıllarda Doğu Akdeniz’de artan enerji rekabetinde ise Yunanistan’ın çabaları ile Türkiye karşıtı bir blok oluşmuş ve EastMed boru hattı ile Doğu Akdeniz Gaz Forumu gibi projeler çerçevesinde bir kurumsallaşma çabası başlamıştır. Türkiye’yi dışarıda bırakan bu oluşumlarda Mısır çeşitli seviyelerde yer almıştır.
- Türkiye-Mısır ilişkilerinin yumuşamasına etki eden faktörler nelerdir?
Küresel düzeyde ABD’nin dünya ve Ortadoğu siyasetinde oynayabileceği role dair ipuçları birçok ülkeyi harekete geçirmiştir. ABD’nin Obama döneminde başlayan “geri çekilme” politikasının Biden döneminde de devam edebileceğine dair beklentiler birçok aktörün bölgesel ve ikili ilişkilerini yeniden düzenlemeye itmiştir. Bu bağlamda ABD’nin yaratabileceği krizlerin maliyetinden kaçınmak ve inisiyatif üstlenmek birçok aktör için rasyonel politika halinde gelmiştir. Ayrıca Biden’ın Ortadoğu politikasının merkezine “İran’la nükleer görüşmeleri” koyabileceğine dair işaretler de önem arz etmektedir. Bu çerçevede Mısır, Suudi Arabistan, İsrail gibi birçok ülke ön alıcı hamleler yapmaya başlamıştır. Bölgesel düzeyde ise Mısır’ın Libya’da ve Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı blokta yer almanın bir kazanç sağlamadığını görmesi bir politika değişikliğini gerektirmiştir. Libya’da başlayan normalleşme sürecinde Türkiye ile Mısır’ın olumlu katkıları ikili ilişkiler açısından ilk işaret olmuştur.
İstihbarat düzeyinde bir süredir devam eden görüşmelerin sonuç vermesi ve diplomatik seviyeye gelmesi bu durumla doğrudan ilgilidir.
- İkili ilişkilerdeki yumuşama Doğu Akdeniz’e ve bundan sonraki sürece nasıl yansır?
İkinci ve önemli gelişme ise Şubat 2020’de yaşandı. Mısır, 18 Şubat’ta enerji arama faaliyeti için ihaleye çıktığı 18 numaralı parselin bulunduğu bölgeyi, Türkiye’nin 13 Kasım 2019’da Birleşmiş Milletler’e bildirdiği kıta sahanlığı sınırlarını dikkate alarak belirledi ve bunu açıkça deklare etti. Bu durum Yunanistan’ı rahatsız ederken Türkiye ile Mısır ilişkilerinin Doğu Akdeniz üzerinden yumuşayabileceğine dair önemli bir gösterge olmuştur. Kısacası Doğu Akdeniz, Türkiye-Mısır ilişkilerinin normalleşmesi için önemli bir alan olma potansiyeline sahiptir. Doğu Akdeniz’deki olası anlaşma(lar) Mısır’ın hareket alanını genişletecek ve olası doğal gaz enerji arama, kullanma ve satma işlemleri için de iki ülke arasında kazan-kazan formülünün hayata geçirildiği bir alana dönüştürecektir.
İki ülke arasında başlayan normalleşme arayışları ve arka kapı diplomasisinin sonuç vermesi iyimser bir havanın oluşmasına yol açmıştır. Nitekim Türkiye ile Mısır’ın ön koşulsuz masaya oturması görüşmelerin sonuç verebileceğine dair iyimserliği de artırıyor. Bununla birlikte normalleşme adımlarının sonuç vermesi için karşılıklı olarak büyükelçilerin atanması veya deniz yetki alanlarına dair bir anlaşmanın imzalanması gerekiyor. Aslında bu ihtimaller uzak değil. Ancak diplomatik ilişkilerin sekiz yıldır düşük seviyede seyretmesi ve iki ülkenin bölge politikalarında ayrı kamplarda yer almaları normalleşme sürecinin biraz daha zamana ihtiyacı olabileceğini gösteriyor. Dahası normalleşme yaşansa bile dünya siyasetinde geçerli hale gelen “parçalı ilişkiler düzlemi” iki ülke arasında da söz konusu olabilir. Başka bir deyişle çeşitli konularda anlaşmazlıkların çıkabileceğini göz ardı etmemek gerekiyor.