“Ermeni soykırımı” iddialarını uzunca dönemdir tartışan ama Türkiye ile olan ilişkilerini bozmamak adına gündeme getirmeyen Almanya'nın bu meseleyi bugün gündeme getirmesi dikkat çekicidir. Aslında uzun zamandır Türkiye ile Almanya arasında ciddi bir güven bunalımından söz edebiliriz. Şansölye Merkel'in iktidara geldikten sonra Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği konusunda en sert muhalefeti yürüttüğüne ve Gezi Parkı olaylarından sonra Alman medyasının neredeyse takıntı düzeyinde Türkiye aleyhtarı yayınlar yaptığına şahit olduk. Buna rağmen tasarı bu dönemde gündeme gelmedi. Ancak mülteci anlaşmasının terörle mücadele konusundaki anlaşmazlık nedeniyle sıkıntıya girmesi üzerine Alman hükümetinin adeta bir kenarda beklettiği Ermeni kartını oyuna sürdüğünü görüyoruz.
Peki, bu kısa vadeli olarak Türkiye'nin üstünde bir baskı oluşturmak dışında Almanya'ya ne fayda sağlayacak ve ne kadar rasyonel bir tavır? Her şeyden önce bu karar tasarısı parlamentoda onaylanırsa zaten sorunlu olan Türk-Alman ilişkilerindeki güven bunalımını daha da derinleştirecektir. Almanya'nın dış dünya ile olan ilişkileri göz önüne alındığında ekonomik, kültürel, askeri ve insani ilişkilerinin bu kadar yoğun olduğu başka bir ülke yoktur desek abartmış olmayız. Bugün Almanya'da üç milyona yakın Türk kökenli insan yaşamaktadır. Bunların yarıya yakını Alman vatandaşıdır ve Türk toplumunun tamamı artık Alman toplumunun bir parçası haline gelmiştir. Bir kısmı Alman seçimlerinde de seçmen olan bu topluluğun büyük çoğunluğu böyle bir yasa tasarısına karşıdır. Diğer taraftan Almanya'da yaşayan Ermeni topluluğunun nüfusu 60.000 civarındadır.
Bu tabloya bakıldığında Alman parlamentosuna getirilen karar tasarısının rasyonel bir zemininin olmadığı gayet açıktır. Burada bir kimlik siyaseti güdüldüğü ortadadır. Daha önceki yazımızda da belirttiğimiz üzere Osmanlı'nın son dönemindeki imparatorluk coğrafyasındaki Müslümanlara yönelik tüm katliamları göz ardı eden ve Hıristiyanlara yönelik bütün katliamları soykırım olarak nitelendiren bu tasarının Alman devletinin çıkarlarını Hıristiyanlık kimliği üzerinden tanımlayan bir zihniyetin ürünü olduğu açıktır. Uluslararası ilişkilerdeki konstrüktivist (inşacı) yaklaşıma göre devletlerin dış politikalarını çıkarları belirler ama bu çıkarları oluşturan asıl etken ise kimliklerdir. Burada açıkça gördüğümüz üzere Alman devleti Türkiye ile olan bütün ekonomik, insani, kültürel ve askeri ilişkilerini göz ardı ederek çıkarlarını Hıristiyan dayanışması üzerinden tanımlamaktadır. Daha da ilginç olanı ise söz konusu tasarıyı güya dine mesafeli olan Yeşiller Partisi, Sol Parti ve Sosyal Demokratların beraberce gündeme getirmeleridir. Zira karar tasarısında “diğer Hıristiyan azınlıklara yönelik katliamların” hepsinin “soykırım” olarak tanımlanmasını başka bir şekilde izah etmek mümkün gözükmemektedir.
Diğer taraftan bu karar tasarısı geçerse Türkiye'nin Ermenistan ile olan ilişkilerinin düzeltilmesine de bir katkı sağlamayacaktır. Dogmatik bir şekilde söz konusu meseleyi tartışmaya dahi yanaşmayan Ermenistan'ın bazı devletlerin aldığı bu çeşit kararlar neticesinde tutumu daha da kemikleşmekte ve Ermeni soykırımı iddiaları kendi kendini kanıtlayan bir söylem halini almaktadır.
[Zaman, 1 Haziran 2016]