Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın çarşamba günkü basın toplantısında yurtdışındaki Türkiye tartışmalarına ilişkin oldukça yerinde olan şu cümleleri sarf etti:
"[Almanya’da] 1915 olaylarının tartışıldığı oturama bir bakın, müzakere tutanaklarına bakın Mecliste, Tayyip Erdoğan’ı tartışıyorlar sürekli.
Hani konu 1915’ti, hani bugünkü Türkiye’yi sanık sandalyesine oturmak gibi bir niyetiniz yoktu, hani tarihle yüzleşmekti esas olan? Onları bir kenara bırakın, Tayyip Erdoğan saldırganlığı merkezli bir tartışma yürüyor."
Uzun bir süredir Türkiye tartışmalarını domine eden üslup ve içerik tam olarak bundan ibaret. Dokunulmazlıklar, paralel yapı, terörle mücadele, Suriye, DAİŞ veya Türkiye’yle ilgili herhangi bir detay konuda yurtdışında tartışılan, konuların içeriği ve bağlamı değil. Tam da İbrahim Kalın’ın ifade ettiği gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan. "HDPli vekiller açıkça teröre destek veriyor" dersiniz, duyacağınız cevap Cumhurbaşkanı’yla alakalı olacaktır. "Paralel yapı KPSS sorularını çalmış" dersiniz, karşı taraf Cumhurbaşkanı’nı anlatmaya başlar. Türkiye DAİŞ’i vurur, tartışma Cumhurbaşkanı olur; PKK’ya operasyon düzenler, muhabbetler Cumhurbaşkanı’na varır. Terör Türkiye’yi hedef alır, oklar Cumhurbaşkanı’na çevrilir.
Türkiye’ye dair bir gelişmede yorumunuzu almak için dış basından ararlar, olayı yorumlarsınız, fakat genelde istedikleri sizin yorumunuz olmaz. Cumhurbaşkanı’na yönelttiğiniz eleştiri kadar değeriniz vardır. Dış basında tabiri caizse Cumhurbaşkanı’nı eleştirmeyen yazılara yönelik bir blokaj söz konusu. Akreditasyon var; yorumunuz değil Cumhurbaşkanı’na karşı pozisyonunuz önemli.
Artık patolojik bir hal aldı bu saldırganca tavır. Türkiye tartışması neredeyse hiçbir yerde sağlıklı olarak yapılmıyor yurt dışında. Washington DC’de tek işi Türkiye çalışmak olan insanlar bile işin kolay yolunu bulmuşlar. Türkiye’ye dair anlamakta ve anlatmakta zorluk çektikleri an sarılıyorlar dört elle sihirli kelimeye: "Erdoğan". Ne cehaletleri örtmüyor ki bu sihirli kelime. Türkiye’ye ilişkin herhangi bir tartışmayı Cumhurbaşkanı Erdoğan’la irtibatlandırabilmek neredeyse "Türkiye uzmanlığının" tek kriteri oldu. İşin komik tarafı, ukala bir şekilde her şeyi Cumhurbaşkanı’na bağlayabilmelerinin kendilerini zeki gösterdiğini zannediyor bu zevat. Herhangi bir olayla Cumhurbaşkanı arasında kurabildikleri her bağın IQ’larını yükselttiğini falan düşünüyorlar herhalde.
Bu tavır bir ihtiyaç ve bir öfkeden kaynaklanıyor. Özellikle şu an yaşadığımız gibi global kriz dönemlerinde bir günah keçisi bulma ihtiyacı baş gösteriyor. Herkes kendi ayıbını saklamak için gerektiğinde okları çevirebileceği figürlere ihtiyaç duyuyor. Alman parlamentosundaki 1915 kararı çerçevesindeki tartışmalar bunun en çarpıcı örneği. Almanya yükselen ırkçılıkla, PKK ve DHKP-C gibi örgütlere verdiği destekle yüzleşmeyi seçeceğine 100 sene önceki olayları gündemine alır gibi görünüp yine asıl gündemi olan Cumhurbaşkanı’na yöneliyor. Obama, Suriye’yi harap eden, DAİŞ’i palazlandıran politikalarıyla yüzleşeceğine, Jeffrey Goldberg gibi gazeteci üzerinden Cumhurbaşkanı’na mesaj gönderiyor.
Öfke sebebi ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın küresel sistemin çarpıklıklarını doğrudan, lafı çevirmeden, direk muhatabını hedef alarak, samimi bir şekilde dillendirmesi. Türkiye’nin ise Soğuk Savaş yıllarının aksine kendi oyun planını izlemeyi aklından geçirmesi. Tüm yaygara da Cumhurbaşkanı’nın Davos’ta "kral çıplak" demesiyle başlamamış mıydı? O günden bu güne sistematik bir şekilde kişisel hedef olarak gösterilip durdu. Ardından Suriye krizi başladı, tüm bölgesel ve küresel aktörler krize dair tüm sorumluluklarını ve biriken öfkeyi Türkiye’ye yönlendirme yarışına girdiler.
Erdoğan merkezli tartışmalar devam ede dursun; Ortadoğu alevler içinde, Avrupa’da ırkçılık yükseliyor, ABD’de Trump ırkçı vaatleriyle başkanlığa doğru yürüyor, PKK, DAİŞ gibi terör örgütleri masum insanları terörize ediyor, Akdeniz’den ölüm haberleri gelmeye devam ediyor…
[Akşam, 10 Haziran 2016].