Türkiye 2010 yılının sonunda patlak veren Suriye krizine yönelik en büyük stratejik manevrasını yapmak için Barış Pınarı Harekatı (BPH) olarak adlandırılan askeri operasyonu 6 Ekim itibarıyla başlattı. Türkiye ilk manevrasını DEAŞ terör örgütünü sınırdan temizlemek ve PKK'nın jeopolitik projesini engellemek için Fırat Kalkanı Harekatı (FKH) ile yapmıştı. PKK'nın Afrin'deki varlığına son vermek ve sınırını güvenli hale getirmek için başlattığı Zeytin Dalı Harekatı (ZDH) ise Türkiye'nin ikinci manevrasıydı. Askeri gücünü yedekte tutmak yerine gerektiğinde kullanabileceğini gösteren Türkiye ABD'nin itirazına rağmen şimdi ise üçüncü ancak bu sefer en büyük manevralarından birini gerçekleştiriyor. Bu harekat Türkiye'nin en büyük sınır ötesi askeri operasyonlarından biri ve bu anlamda bir ilk olma özelliğini taşıyor.
Harekatın ihtiva ettiği askeri ve stratejik özelliklerini kısaca değerlendirmek gerekirse ilk göze çarpan ayırt edici unsurlarından biri stratejik hedefinin oldukça kapsamlı olmasıdır. PKK'nın topraksızlaştırılması ve maddi güç kapasitesinin minimize edilmesi bu hedefler arasında stratejik öncelik olarak ilk sırada yer alırken güvenli bölgenin tesis edilerek 481 km uzunluğunda ve 30 km derinliğinde bir güvenli alanın oluşturulması ise ikinci hedef arasında yer almaktadır. Bununla birlikte Türkiye için giderek yönetilmesi zor bir meseleye dönüşen Suriyeli sığınmacıların bir kısmının oluşturulan güvenli bölgeye yerleştirilmesinin planlanması operasyon sonrası en kritik süreçlerden birini oluşturmaktadır.
Öte yandan Türkiye'nin PKK-YPG'den özgürleştirilen bölgelerde DEAŞ terör örgütünün yeniden canlanmasını engelleyecek bir güvenlik mekanizması oluşturması ise operasyonun hedefleri arasında yer almaktadır. Bu kapsamda operasyon sonrası yeniden yapılandırma süreci Türkiye'nin stratejik hedefleri arasında bulunmaktadır. Bu sadece askeri süreçle sınırlı olmamakla birlikte geniş kapsamlı planlanması gereken uzun soluklu bir yol haritasının oluşturulmasını içermektedir. Türkiye'nin FKH ve ZDH bölgelerindeki yeniden yapılandırma faaliyetlerinde elde ettiği tecrübeler dikkate alındığında BPH sonrası yeniden inşa çalışmalarına daha hazırlıklı olması beklenebilir. Ancak yine de alanın genişliği düşünüldüğünde ekonomik finansman modelinin ayrıntılı bir şekilde planlanması gerekir. Öte yandan PKK-YPG'nin çatışma sonrasındaki muhtemel terör faaliyetleri düşünüldüğünde çatışma sonrası siyasal ve toplumsal düzenin tesis edilmesi bazı meydan okumalar içermektedir.
Diğer bir ayırt edici özellik ise operasyonun hedef unsurlarının sahip olduğu özellikler açısından yenilikler barındırmasıdır. Her ne kadar Türkiye uzun yıllardır PKK terör örgütüyle kırsal alanda yoğun bir mücadele sürdürüyor olsa da YPG'nin ABD tarafından silahlandırılmış olması, nitelik ve nicelik olarak sahip olduğu askeri kapasite, toplam militan sayısı ve yayıldığı alan nedeniyle PKK birçok açıdan dikkat edilmesi gereken bir hedef niteliğini taşımaktadır.
TSK'nın ve dost unsurların kapasitesi ve geçmiş tecrübeleri düşünüldüğünde matematiksel olarak müdahalenin kaybedeni kuşkusuz YPG-PKK olacaktır. Ne var ki YPG-PKK'nın Suriye iç savaşından çıkardığı dersler ve kullandığı melez yöntemler Türkiye'nin dikkat etmesi gereken yeni hususlar barındırmaktadır. Özellikle kritik silah sistemlerini elinde bulunduran YPG'nin Türkiye'nin hava ve kara unsurlarına yönelik tehdit oluşturabileceği görülmektedir. Bu konuda daha detaylı bir mülahazaya ihtiyaç olduğu açık olmakla birlikte YPG'nin silahlanma eğilimleri ve süreçleri Türk istihbarat birimleri tarafından yakından takip edilmektedir. Dolayısıyla bu konuda askeri planlamanın hassas bir şekilde yapıldığını söyleyerek yetinmekte fayda var.
Harekatın en önemli sütunlarından bir diğeri ise uluslararası diplomasi cephesidir. Bu anlamda da Türkiye 1974'ten sonra en büyük dış politika hamlesini gerçekleştirmekte olup harekatın jeopolitik implikasyonları tıpkı Kıbrıs Barış Harekatı gibi kapsamlı olabilir. Bu anlamda ilk cephe Türk-Amerikan ilişkileridir. Türk-Amerikan ilişkilerindeki diğer sorunlar dikkate alındığında Türkiye'nin, ABD'nin Suriye'nin kuzeyindeki orta ve uzun vadeli planlarını etkileyecek ve büyük ölçüde değiştirtmek zorunda kalacağı bir durum oluşturması Washington ile olan tansiyonu daha fazla dengesiz hale getirebilir. İkinci cephe ise Rusya cephesidir. Türk-Rus ilişkileri Türkiye'nin YPG'ye yönelik müdahalesinden şimdilik en az etkilenen cepheyi temsil etmektedir. Moskova'nın BMGK'de takındığı tavır bu anlamda bir gösterge niteliğindedir. Ancak Türkiye-Rusya ilişkilerinde Suriye cephesi karmaşık bir denklemdir ve hızlı sonuca varmak pek mümkün görünmemektedir. Üçüncü cephe ise doğrudan Suriye krizine ilişkindir. Operasyonun stratejik hedeflerine ulaşması durumunda Suriye krizinin geleceğinde Türkiye'nin daha fazla dikkate alınacağı bir denklem oluşma ihtimali oldukça yüksektir.
Ankara ile Washington arasında tansiyonun istikrarlı olup olmaması ve Türkiye'nin askeri operasyonunda başarılı bir şekilde sonuç üretmesi Suriye krizinde yeni bir aşamaya geçilmesinde beraberinde getirecektir. Bu anlamda BPH Türkiye'nin son dönemde attığı en önemli adımlardan biridir.
[Sabah, 12 Ekim 2019].