Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi bir karar aldı. Bundan sonra Türkiye'deki siyasal süreçleri daha yakından izleyeceklermiş.
Maalesef Türkiye hiç de hak etmediği bir konuma itilmek isteniyor.
Son yıllara ülkenin hem içeriden hem de dışarıdan yoğun baskı altında olması Türkiye'de siyasal süreçleri olumsuz yönde etkiledi.
Demokratik uygulamalarda zaaf olduğu görüntüsü yoğun bir biçimde konuşulur hale geldi. Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen olağanüstü hal nedeniyle bu eleştirilerin dozajı giderek arttı.
Fakat böylesi bir akıl yürütme üzerinden Türkiye'deki siyasal sürecin yargılanmak istenmesi başta Türk halkına sonra da Türk demokrasisine büyük haksızlık olur. Türkiye'ye dair eleştirecek tonlarca başlık bulabilirsiniz. Özellikle açık bulmaya odaklıysanız hiç sorun yaşamazsınız. Ama Türkiye hakkında değerlendirme yapmak için çevre şartlarına şöyle kabaca bakmanız gerekir.
Öncelikle Türkiye'de olağanüstü hal ilan edilmesini gerekli kılan şartları gördüğünüzde bu peşin hükümleri üretmekte daha dikkatli olursunuz.
Ülke çok değil aylar önce bir darbe girişimi atlatmış. Darbe tezgahlayanlar darbeyi başaramazsak bile bir iç savaş çıkartabiliriz diye düşünmüş. Ülkenin Cumhurbaşkanına yönelik suikast timleri kurulmuş. Olağanüstü hal adı üstünde tercih edilen bir durum değildir.
Güvenlik adına özgürlüklere kısıtlama getirilmesi sonucunu doğurur. Mümkün olmadığı müddetçe devreye sokmaktan kaçınmak gerektiğini herkes bilir. Fakat devletler vatandaşlarının özgürlüğünü düşündüğü kadar güvenliğini de düşünmek zorundadır. Güvende olmayan bireyler özgür de olamazlar. Çokça yanlış kullanılan bir kavram var. Özgürlükgüvenlik dengesi deniliyor. Bunu ifade edenler özgürlük ile güvenliğin beraberce genişletilebileceğini düşünüyorlar. Soğuk Savaş sonrasının istikrarlı dünyasında özgürlükleri artırmak daha mümkündü.
Bu nedenle de herkes bir yanılgıya düştü.
Özgürlükler arttıkça güvenliğin de arttığını düşündü. Halbuki özgürlükler güvenlik sayesinde artıyordu. Özellikle 2003 Irak Savaşı ve sonrasında gördük ki, özgürlük alanlarının genişliği çok büyük oranda güvenliğin sağlanmış olmasına bağlıymış.
Ama bu hatalı kavramsallaştırma kullanılmaya devam ediyor.
Benzer bir biçimde Türkiye'ye yöneltilen eleştiriler de aynı hataya düşüyor. Halbuki Türkiye'nin varoluşsal güvenlik sorunlarıyla boğuştuğunu biliyorlar. Buna rağmen çok yoğun bir kampanya eşliğinde Türkiye'nin güvenlik önceliklerini görmezden geliyorlar. Halbuki OHAL Fransa'da Türkiye'den çok daha uzun bir süre devrede kaldı. Hem de daha küçük güvenlik sorunları için. Türkiye OHALi birkaç terör saldırısı sonrasında ilan etmedi. Varoluşuna yönelik saldırılar serisinin sonunda ilan etti.
Fakat Avrupalı ülkelerin birçoğu açıktan Türkiye karşıtı olduklarından bu şartları umursamıyor. Ve aslında bunu Türkiye'nin canını acıtacak bir unsur olarak görüyorlar. Dikkat ederseniz farklı araçları devreye sokuyorlar. Kimi zaman devlet liderlerinden açıklama geliyor.
Kimi zaman AB liderleri Türkiye'yi eleştiriyor. Kimi zaman referandum değerlendirmesinde ortaya çıkıyor.
Fakat sonuç olarak Türkiye'ye farklı kanallardan yükleniyorlar.
Maalesef bu değerlendirmelerin çoğu iyi niyetten yoksun. Eğer gerçekten Türkiye'deki demokrasi ve özgürlüklerle ilgileniyorlarsa, FETÖ ve PKK gibi sorunlarda böyle tavır almazlardı.
Aynı Avrupa Konseyi FETÖ'yü darbe teşebbüsünün sorumlusu olarak görmemekte ısrar ediyorsa ben burada kötü niyet olduğunu düşünürüm. Zaten uzun yıllardır Avrupalı devletlerin PKK'ya destek verdiğine şahit olmuştuk. Şimdi aynı desteği FETÖ'ye de veriyorlar. Bu çerçevede getirdikleri eleştirilerin de ciddiye alınır tarafı kalmıyor.
Bu karar öyle ya da böyle AB ile olan ilişkilerimizi etkileyecektir. Fakat doğrudan doğruya AB yolculuğunun sol bulacağı anlamına gelmez. Bundan böyle ilişkiler geri gitmese bile ileri de gitmeyecektir.
Türkiye AB ilişkileri en iyi tahminle buzdolıbında durmaya devam eder.
[Takvim, 27 Nisan 2017].