Demokratik anayasalardan temel hak ve özgürlüklerin korunduğu istikrarlı bir siyasal düzen oluşturmaları beklenir. Hürriyetçi demokrasilerde anayasaların istikrarsızlığa ve krizlere değil demokratik rejimin sürdürülebilirliğine katkı sunacak bir mahiyette olmaları esastır. Bununla birlikte böyle bir anayasa dahi işleyen bir hürriyetçi demokrasiyi garanti edecek mucize bir formül sunmaz. Fransız anayasa hukukçusu Carcassonne'un ifadesiyle "İyi bir anayasa ulusun mutluluğu için yeterli görülemez. Ancak kötü bir anayasa mutsuzluğu için yeterlidir" [1]
Türkiye örneğine baktığımızda ise bugüne kadar kabul edilen anayasaların kendilerinden beklenen siyasal istikrara katkı sunmak bir kenara kriz doğurabilecek sorunlu düzenlemeleri veyahut boşlukları bünyelerinde taşıdıklarını söyleyebiliriz. 1924 Anayasası çok partili siyasal yaşamın gereklerine uygun bir kurguya sahip olmadığı için 1946-1960 arasındaki iktidar-muhalefet ilişkilerinin daha barışçıl bir zeminde yürütülmesine destek verememiştir.
27 Mayıs darbesi sonrası kabul edilen 1961 Anayasası ise siyasi iktidarın denetlenmesi ve temel hak ve özgürlüklerin daha etkili biçimde korunmasına yönelik önemli yenilikler getirse de istikrarlı bir hükümet sistemi tesis edememiş, vesayeti kurumsallaştırarak seçilmiş parlamentonun ve hükümetin etkinliğini kısıtlamıştır. Yalnızca on dokuz yıl yürürlükte kalan bu anayasa yürütme, yasama ve yargı organlarına ilişkin hükümleri sebebiyle ülkedeki siyasi krizin derinleşmesine yol açmıştır.
1961 Anayasası, Cumhurbaşkanının ilk iki turda Meclis üye tamsayısının üçte iki oy çoğunluğu ile üçüncü ve takip eden diğer turlarda ise salt çoğunluğu ile seçileceğini öngörmüştü. Fakat anayasa salt çoğunluğun da sağlanamaması halinde ne yapılacağına ilişkin bir çözüm getirmediği için 1980 yılında Fahri Korutürk'ten boşalan cumhurbaşkanlığı makamı için yapılan seçimler kilitlenmiş, yaklaşık altı aylık süre ve 114 tur oylamaya rağmen cumhurbaşkanı seçilememiştir. 12 Eylül darbecileri de TBMM'nin yeni bir cumhurbaşkanı seçememesinin darbeyi kolaylaştıran bir unsur olduğunu ifade etmiştir. Bu durum 1961 Anayasasının problemli hükümlerinden yalnızca biridir.
Öte yandan 1982 Anayasası, 1961 Anayasasına tepki olarak hazırlansa da yine işler bir çoğulcu demokrasinin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktı. 41 yılda yapılan 19 değişiklikle anayasa önemli bir revizyondan geçirilmiş olsa da bu durum bugün de kısmen geçerlidir. Anayasa, halen 12 Eylül'ün antidemokratik ve otoriter ruhunu bünyesinde taşımakta, pek çok hükmünde siyaset kurumuna güvensizliği yansıtmakta, siyasal rejimin anayasal demokrasi doğrultusunda gelişmesini yeterince destekleyememektedir.
Bu yönüyle siyasetin ve sivil toplumun taleplerinin gerisinde kalmış bir metinle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Yürürlükteki anayasamız içerdiği eksiklik ve muğlaklıklarla devlet organlarının verimli ve istikrarlı şekilde faaliyet göstermesini engelleyebilecek potansiyel kriz alanları barındırmaktadır.
Anayasal Belirsizlikler
Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi arasında yaşanan son ihtilaf da bunun dolaylı bir yansımasıdır.
Zira milletvekili dokunulmazlığını düzenleyen 83. ve onun gönderme yaptığı 14. maddelerin farklı uygulamaların önüne geçebilecek bir açıklıkta olmaması iki yüksek mahkeme arasındaki hukuki tartışmaya zemin sağlamıştır. Gerçekten Anayasa "seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14. maddesindeki durumları" milletvekili dokunulmazlığına istisna olarak gösterirken Anayasanın 14. maddesi "Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz" hükmünü içermektedir.
Böyle genel bir sınırlandırma hükmü yerine milletvekili dokunulmazlığına istisna teşkil edecek suçların dokunulmazlıkla ilgili maddede ve çerçevesi daha net şekilde çizilerek belirtilmesi isabetli bir çözüm olabilirdi.
Diğer taraftan benzer bir düzenleme Anayasanın din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 24. maddesinde de yapılmıştır. Bu maddenin ikinci fıkrasına göre ibadet, dini ayin ve törenler ancak 14. madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla serbesttir. Anayasa bu hükmüyle geniş ve keyfi olarak kullanılması muhtemel bir düzenleme alanı bırakmıştır. Nitekim geçmişte başörtüsü yasağı anayasanın bu düzenlemesiyle meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin Mahfuz Yetki Alanı Tartışması
Anayasanın tartışma yaratan ve kriz doğurma potansiyeline sahip alanları bunlarla sınırlı değildir.
Farklı dönemlerde farklı perspektiflerle değiştirildiği için iç tutarlılığını büyük ölçüde kaybetmiştir. Örneğin 2017'de Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesine rağmen anayasanın parlamenter hükümet sistemine göre tasarlanması ve önceki hükümleri bazı yorum farklılıklarına yol açmış, çelişkiler oluşturmuştur.
Cumhurbaşkanı kararnamelerinin mahfuz yetki alanı tartışmasını da bu bağlamda değerlendirebiliriz. Anayasa bir yandan geçmişten gelen "İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir" hükmünü korumakta diğer yandan 2017 değişikliği sonrası idare organı içindeki bazı alanlarda Cumhurbaşkanına düzenleme yapma yetkisi tanımaktadır. Anayasada tek tek sayılan aşağıdaki dört halde yürütme erkinin mahfuz (yani TBMM'nin kanun çıkaramayacağı) bir düzenleme alanına sahip olmadığı Anayasa tarafından açıkça öngörülmemiştir;
- Üst kademe kamu yöneticilerinin atanmasına ilişkin usul ve esaslarının belirlenmesi,
- Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması,
- Devlet Denetleme Kurulunun işleyişi, üyelerinin görev süresi ve diğer özlük işlerinin düzenlenmesi,
- Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve görevlerinin düzenlenmesi.
Anayasa Mahkemesi'nin de bu belirsizliği giderecek bir içtihadı henüz ortaya koymaması, gelecekte olası bir bölünmüş hükümet senaryosunda Türkiye'nin bir siyasi kriz yaşaması ihtimalini gündeme getirebilecektir. Zira yasama ve yürütme organlarına farklı siyasi eğilimlerin hakim olduğu ve cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin mahfuz yetki alanının kabul edilmediği bir düzlemde cumhurbaşkanı, parlamento çoğunluğunun onayı olmadan hükümet programını hayata geçiremeyecektir. Bunun erkler arasında dengeyi bozması ve siyasi istikrara zarar vermesi kuvvetle muhtemeldir.
Anayasa'daki çelişki veya belirsizlikleri daha da genişletmek mümkündür. Örneğin yeni hükümet sistemiyle müsteşarlık kaldırılmasına rağmen Anayasanın 159. maddesinde Hakim ve Savcılar Kurulunun tabi üyesi olarak Adalet Bakanlığı müsteşarı zikredilmektedir. Yine cumhurbaşkanının cezai sorumluluğuna ilişkin 105 ve 146. maddeler arasında da giderilmesi gereken çelişkiler mevcut.
Bu ve benzeri anayasal sorunlara kesin çözümün yolu ise bugünün ihtiyaçlarına cevap oluşturabilecek, istikrarlı ve çoğulcu demokrasiyi tahkim edecek, hukuk devletini ve hukuki öngörülebilirliği güçlendirecek yeni bir anayasa yapmaktan geçmektedir.
[1] Guy Carcassonne, La Constitution, s.36'dan aktaran Ömer Anayurt, Anayasa Hukuku Genel Kısım, 2020, s. 35
[Sabah, 18 Kasım 2023]