Türkiye, erkler ayrılığıyla da, klasik parlamenter sistemle de 27 Mayıs darbe koalisyonun hazırladığı 1961 Anayasası’yla tanıştı. Her iki unsur da, adil, demokratik ve etkin bir siyasal rejimi kurgulamak için değil, toplumsal eğilimlerin iktidar kompozisyonuna yansımasını engellemek için tedavüle sokuldu.
Çok partili siyasal sistemin serbest ve adil seçimlerle buluştuğu 1950 seçimlerinde 27 yıllık iktidarını kaybeden asker-bürokrasi-aydın koalisyonu, 1960’ta gerçekleştirdiği askeri darbe neticesinde hazırladığı 1961 Anayasası’yla siyasal sistemi değiştirdi. Birçok siyaset bilimci, siyasal sistemde gerçekleştirdiği köklü değişiklikler dolayısıyla, haklı olarak bu dönemi “İkinci Cumhuriyet” olarak tanımladı.
İkinci Cumhuriyet, çok partili siyasal sisteme geçilerek serbest seçimlerin benimsendiği koşullarda, tek parti dönemi iktidar kompozisyonunu sürdürmenin formülüydü. Değişen siyasal sistemin en önemli unsurları, erkler ayrılığı ve klasik parlamenter sisteme geçişti. Prosedürel olarak demokratik siyasal sisteme uygun olan her iki düzenlemeye de, seçimlerin iktidar kompozisyonu üzerindeki etkisini sınırlandırarak Kemalist ulus-inşa projesini ve onu muhafaza etmekle yükümlü kılınan bürokrasinin iktidarını süreklileştirmek için başvurulduğu için bu dönem “kurumsal vesayet” dönemi olarak adlandırıldı. Erkler ayrılığı, bürokrasinin siyaseti denetlemesi; klasik parlamenter sistem de, Cumhurbaşkanının toplumdan ve siyasetten koparılarak bürokrasiden yana olması işlevi gördü.
1960’tan bu güne, toplum-siyaset-devlet ilişkileri, bu iki düzenlemeden etkilendi. Demokrasi mücadelesi, bu iki düzenlemenin toplum ve siyaset aleyhine oluşturduğu siyasal denklemi değiştirmekle anlam buldu. Vesayet sistemi, meşruiyetini bu iki düzenlemeye dayandırdığı için, Türkiye’deki demokrasi mücadelesi de, aslında demokratik sisteme aykırı olmayan bu iki düzenlemeyi sorgulayan bir düzlemde ilerledi. Vesayet, meşruiyetini erkler ayrılığına dayandırdığı için siyasal sistemi milli iradeye dayandırma çabası, erkler ayrılığının sorgulanmasına yol açtı. Cumhurbaşkanı, parlamenter sisteme geçiş marifetiyle toplum ve siyasetten koparılarak vesayete hami kılındığı ölçüde, parlamenter sistem sorunsallaştırıldı.
AK Parti siyasetine anlam veren en önemli dinamik de, toplum-siyaset-devlet arasındaki bağı koparan kurumsal vesayeti sona erdirerek 1960 parantezini kapatmak oldu. 2002’den bugüne, kıran kırana geçen bir mücadelenin sonunda, bu parantezin büyük ölçüde kapandığı söylenebilir. Vesayetle sürdürülen mücadele neticesinde, İkinci Cumhuriyet ömrünü tamamladı. Yeni siyasal sistem, meşruiyetini milli iradeden almak, toplum-siyaset-devlet arasındaki bağı güçlendirmek zorunda. Bu ne erkler ayrılığından ne de parlamenter sistemden vazgeçmeyi gerektirir. Ancak, her iki unsurun da demokratik bir eksen üzerinden yeniden kurgulanmasına ihtiyaç var.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde, AK Parti ve muhalefet arasında, Cumhurbaşkanı’nın profili ve siyasal sistem içindeki yeri üzerinden yaşanan tartışmayı da bu eksene oturtmak gerekir. Bu nedenle, AK Parti ve muhalefet arasındaki tartışmayı vesayetle mücadele sürecinden bağımsız ele almak mümkün değil.
AK Parti, Cumhurbaşkanı’nın siyasal sistem içindeki konumunun değişmesini, vesayetle mücadele ve milli iradeyi siyasal sisteme hâkim kılma siyasetinin doğal bir sonucu olarak görüyor. 2007 krizini aşmak üzere Cumhurbaşkanı’nın seçilme biçimi ve koşullarına yönelik gerçekleştirilen düzenlemelerin de bu rotayı hem kolaylaştırdığını hem de zorunlu kıldığını düşünüyor.
Muhalefet ise, son on yıla damga vuran vesayetle mücadele ve milli iradeyi siyasal sisteme hâkim kılma eğilimlerine direnç göstermesinin doğal bir sonucu olarak Cumhurbaşkanı’nın konumunu tartışmaya direnç gösteriyor. Muhalefet, siyasal merkezin son on yılda geçirdiği dönüşümün ve 2007’deki düzenlemelerin Cumhurbaşkanlığı modeline yönelik zorunlu etkilerini yok sayarak, “siyaset-dışında kalma” ve “tarafsızlık” sıfatlarını eski sistemi muhafaza etmeye kılıf kılıyor.
Muhalefet, vesayetten yana tutum takınmanın ahlaki bir meşruiyeti kalmadığı için, aday profillerini ve Cumhurbaşkanı’nın konumunu öne çıkaran bir düzlem ve stratejiyle pozisyonunu gizliyor. Oysa aslında, Cumhurbaşkanlığı tartışması üzerinden, son on yıla anlam veren vesayet-demokrasi mücadelesinin yeni bir evresi yaşanıyor.
[Akşam, 26 Haziran 2014]