SETA > Yorum |
Türkiye'nin Eskimeyen Gündemi Yeni Anayasa Nerede Kalmıştık

Türkiye'nin Eskimeyen Gündemi Yeni Anayasa: Nerede Kalmıştık

Anayasa Uzlaşma Komisyonu tecrübesi bize hangi yöntemlerle yeni anayasa hazırlanamayacağını göstermiştir.

1 Kasım Milletvekili Genel Seçimleri tek başına bir iktidarı ve 2019 yılına kadar sürecek seçimsiz bir dönemi doğurdu. Seçim sonucu oluşan istikrarlı siyasi tablo ve Meclis aritmetiği, siyasi partilerin seçim öncesi yeni anayasa vaatleri ve Hükümet programında ile Eylem Planında yeni anayasaya öncelikli ve geniş bir yer ayrılması bu konudaki umutları tekrar güçlendirdi. Nitekim Başbakan Ahmet Davutoğlu muhalefet partileri liderlerinden bu konuyu görüşmek için randevu talep etmiş, CHP ile 30 Aralık tarihinde olumlu bir görüşme gerçekleştirmiş ve 4 Ocak Pazartesi günü de MHP ile görüşecektir. Bu yazıda anayasa yapımında yöntem arayışı ele alınacaktır. Bir anayasanın içeriği demokratik olsa bile hazırlanış yöntemi toplumsal müzakere ve uzlaşmaya dayanmıyorsa, o anayasa devamlı tartışılacak ve meşruiyet sorunu yaşayacaktır. Bu sebeple cevaplanması gereken birinci soru, ülkenin mevcut koşulları ve Meclis kompozisyonu içerisinde anayasanın hangi yöntem ile hazırlanacağıdır.

Yeni bir anayasanın gerekliliği konusunda uzunca bir süredir toplumda genel bir fikir birliği oluşmuşsa da, bunun temel sebeplerini hatırlamak yerinde olacaktır. Öncelikle, mevcut Anayasanın üzerinde hala 12 Eylül Darbesinin otoriter ve anti-demokratik gölgesi bulunmaktadır. Anayasa değişiklikleri ile bu etkiden kurtulmanın mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Zaten yapılan değişikliklerden sonra Anayasada tutarsızlıklar ve uyumsuzluklar oluştuğunu görmekteyiz. Ayrıca, Anayasa çok defa değişikliğe uğramış olsa da, hala yenilenmesi ve değiştirilmesi gereken maddeler içermektedir. Çünkü hiç değişmemiş maddeler olduğu gibi, bazı değişiklikler vesayetçi sistemin sınırları dâhilinde yapılabilmiştir. Bir diğer husus ise, 1961 Anayasası ile temelleri atılan ve 1982 Anayasası ile güçlendirilen vesayet sistemi siyaseten kırılmış ve daha önceki Anayasa reformları ile önemli oranda giderilmiş olsa da anayasal izleri hala mevcuttur. Bunların giderilmesi ancak yeni bir anayasa ile mümkündür. Yeni anayasayı gerektiren son bir husus ise, ilk defa demokratik ve katılımcı bir usulle yeni Anayasanın yapılma imkânının doğmuş olmasıdır.

Önceki Anayasalarımız savaş ya da darbe gibi olağanüstü durumlarda, herhangi bir toplumsal tartışma ve müzakere olmaksızın, devlet katında hazırlanmıştı. Özellikle son iki Anayasamız 1961 ve 1982 Anayasaları darbe yapan askerler ve onlara eşlik eden bürokrasi tarafından kendi öncelikleri doğrultusunda kabul edilmişti. Anayasaların referandumları ise topluma seçme hakkı tanımayan göstermelik halk oylamalarından ibaretti. Bu demokratik olmayan yapım yöntemleri sebebiyle, önceki Anayasalarımızın kabul edilmelerinden kısa bir süre sonra anayasa tartışmaları ve yeni anayasa arayışları başlamıştır. Oysa ki anayasanın hazırlanmasına katılan vatandaşlar o anayasayı daha çok benimseyecek ve sahip çıkacaklardır. Toplumun yeni bir anayasanın yapımında çeşitli yöntemlerle bizzat yer alması ve temsilcileri aracılığıyla katılması, kendi kaderini kendi eline alması ve anayasal bilincin gelişmesi anlamına gelecektir.

2011 Seçimleri sonrası kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu kendisine tanınan süre bir yıl kadar uzatılmasına rağmen, 4 aşama olarak belirlenen sürecin ikincisi olan metin oluşturma aşamasını tamamlayamamış ve 2013 yılının sonunda dağılmıştır. Sonuçta Komisyon sadece üzerinde anlaşılması kolay olan konulara ilişkin 59 madde üzerinde uzlaşabilmiştir. Uzlaşma Komisyonu tecrübesi, bazı tartışmaları sonlandırmış olması sebebiyle önümüzdeki yeni sürecin hızlanmasını sağlayacaktır. Artık TBMM’nin yeni bir anayasa yapma yetkisinin olup olmadığı yolunda bir tartışma yapılmayacaktır. Ayrıca, yeni anayasanın mevcut TBMM’nin yanında ayrı bir seçimle belirlenecek “kurucu meclis” eliyle yapılması gerektiği tartışmasını tekrarlamaya da gerek yoktur. Yani yeni anayasa çalışmaları TBMM çatısı altında ve mevcut partiler tarafından yürütülecektir. Uzlaşma Komisyonu yeni bir anayasa hazırlayamasa da, Türkiye’de ilk defa olağan ve demokratik süreçler içerisinde, toplumun yüzde 95’ini temsil eden bir Meclis, çok çeşitli yöntemlerle ve aylarca halkın ve sivil toplum örgütlerinin önerilerini toplayarak ve tüm partiler arasında uzlaşmayı esas alarak bir Anayasa yapmaya çalışmıştır. Bu sürecin dahi başlı başına bir kazanım olduğunu söylemek mümkündür.

Bu süreçte birçok anayasal sorun yoğun bir şekilde siyasetin ve toplumun gündemine taşınmış ve tartışılmıştır. Çeşitli kurumlar ve sivil toplum örgütleri tarafından anayasa önerileri hazırlanmış, yeni anayasa toplantıları yapılmış, raporlar, makaleler, kitaplar yazılmış ve geniş bir müktesebat oluşmuştu. Ayrıca Komisyon’a siyasi partilerin sunduğu öneriler ve orada yapılan tartışmalar da tutanaklarda mevcuttur. Yani anayasal sorunlar, devlet katından inip demokratik siyasetin ve toplumun meselesi olmuştu. Böylece yeniden başlayacak Anayasa yapım süreci için ciddi bir hazırlığın ve malzemenin bulunduğunu ve sıfırdan başlanmayacağını söyleyebiliriz. Ayrıca Uzlaşma Komisyonu 59 maddenin yazımını tamamlamış ve üzerinde anlaşmıştı. Bu 59 maddeleri kabul eden partiler, ufak farklılıklarla da olsa 1 Kasım Seçimleri sonucu TBMM’de temsil edildiğine göre, kalınan yerden devam etmek ve daha hızlı ilerlemek mümkündür. Nitekim AK Parti ve CHP görüşmesinden bu yönde ortak bir görüş çıktığı anlaşılıyor.

HANGİ YÖNTEMLE OLMAZ?

Anayasa Uzlaşma Komisyonu tecrübesi bize hangi yöntemlerle yeni anayasa hazırlanamayacağını göstermiştir. Bunlardan birincisi; oy oranı ya da milletvekili sayısına bakılmaksızın tüm partilerin, Komisyon’da üçer milletvekili ile eşit temsil edilmesi ve Anayasa’nın yazımında eşit güce sahip olmalarıydı. Yüzde 50 oy alan bir partiyle yüzde 10 oy alan partinin eşit temsilinin makul bir açıklaması olamaz. İkincisi ise; her konuda oybirliği ile karar alma prensibiydi. Buna göre, bir maddenin yazılabilmesi için dört siyasi partinin de o metin üzerinde uzlaşması gerekiyordu. Hatta TBMM aşamasında Anayasa Komisyonu ve Genel Kurulda değişiklik yapmak için de partilerin tam mutabakatı aranmaktaydı. Bazı tartışmalı konularda bunun mümkün olmadığı, bu çalışma esaslarının belirlendiği ilk günlerde ifade edilmişti. Üçüncü bir husus ise; bir siyasi partinin dahi Komisyon’dan çekilmesinin Komisyon’un dağılmasına sebep olacağı ilkesiydi. Böylesine yüzde yüz mutabakat ile bir anayasanın hazırlanması en homojen ve uzlaşmacı toplumlarda dahi mümkün değildir. Nitekim benzer olağan demokratik süreçler içerisinde yeni Anayasa hazırlayan hiçbir ülkede, Anayasa’nın kabulü için böylesine bir mutabakat aranmamıştır.

MÜTABAKAT ARANMALI

Mümkün olduğunca çok sayıda siyasi partinin mutabakatının aranmasının, yeni anayasaya daha fazla güç ve meşruiyet sağlayacağında şüphe yoktur. Ama bunun yüzde 100’lük bir uzlaşma şeklinde hedeflenmesi ve toplumsal temsiline bakılmaksızın tüm partilere aynı gücün verilmesi bu süreci tıkamıştır. Sonuç olarak bu süreç bize hangi yöntemle Anayasa yapmanın zor ya da imkânsız olduğunu da göstermiş oldu. O sebeple sonu belli olan aynı yanlışları tekrarlamaktan kaçınmak gerekir.

AK Parti’nin tek başına yeni bir Anayasa yapma imkânının olmadığını, bu süreci partilerle yürüteceğini ve ideal olanın da mümkün olduğunca geniş tabanlı bir uzlaşma olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, mevcut toplumsal ve siyasi sorunlar ile önceki tecrübeler yönteme ilişkin alternatifleri daraltmaktadır. Partiler arasında bu konuda yapılacak görüşmelerde öncelikle 2011 sonrası Uzlaşma Komisyonuna benzer bir yapının kurulması gündeme gelecektir. Ancak böyle bir yöntemde karar kılınsa bile eşit temsil ve tam mutabakat şeklindeki bir anlayışın sonuç vermeyeceği hem mevcut siyasi partilerin pozisyonları itibariyle hem de tecrübeyle sabittir. Bu sebeple bu yöntemde çok ısrarlı olunmadan iki büyük partinin, AK Parti ve CHP’nin bir metin hazırlaması ve sonradan Meclisteki diğer iki partiyi ve gerekirse diğer partileri bu sürece katmaları uzlaşmayı kolaylaştıracaktır. Nitekim bu yöntem geçmişteki kapsamlı anayasa değişikliklerinin yapılmasında işletilmiş ve başarıya da ulaşmıştır. Bu iki partinin uzlaşmasının yüzde 75’lik bir toplumsal desteği ifade edeceğini ve muhtemel bir anayasa referandumunda bu oranında üzerine çıkılabileceğini söyleyebiliriz.

Bu sağlanmazsa tek alternatif AK Parti’nin hazırlayacağı bir metin üzerinden müzakerelerin yürütülmesidir. Ancak bu yönteme de muhalefet partilerinin onay vermeyeceklerini ve katılmayacaklarını tahmin edebiliriz. Ayrıca mümkün olduğunca farklı kesimlerin desteği ve onayı olan bir Anayasa gerçek bir toplumsal sözleşme olacaktır. Bu sebeple çok partili bir yöntemin mümkün olduğunca zorlanması gerekir.

Önümüzdeki anayasa yapım sürecini olumsuz yönde etkileyecek çeşitli iç ve dış etkenlerle karşı karşıyayız. Suriye sorunundaki gelişmelerin iç politikaya etkileri ve Çözüm Sürecinin kesilerek tekrar çatışmalı bir döneme girilmesi, hatta PKK’nın saldırılarını şehirlere taşıması yeni anayasa yapımını daha da zorlaştırmaktadır. Böyle bir ortamda vatandaşlık ve kültürel hakların tartışılması ve bu gibi konularda bir uzlaşmaya varılması daha güç olacaktır. Bu sorunlara kısa sürede çözüm bulmak mümkün olmamakla beraber, yeni anayasayı katılımcı ve demokratik bir yöntemle yapmak için, asgari tartışma ve müzakere şartlarının oluşturulması gerekir. Bu açıdan yakın bir ihtimal olmasa da PKK’nın saldırılarını durdurarak ülke dışına çekilmesi ve HDP’nin bu yönde açık bir tavır ortaya koyması önemli bir başlangıç olacaktır.

Neredeyse 25 yıldır yeni anayasa konusu Türkiye’nin gündemini meşgul etmektedir ve son dört yıldır önemli ve somut adımlar atılmasına rağmen bir sonuca ulaşılamamıştır. Yeni anayasanın hazırlanabilmesi, öncelikle partilerin bir takım kırmızı çizgiler belirlemekten ve tüm taleplerinde ısrarcı olmaktan kaçınmalarına bağlıdır. Uzlaşma, herkesin belli noktalarda taviz vererek birbirlerine yaklaşmasıyla gerçekleşecektir.

[Star Açık Görüş, 3 Ocak 2016]