AK Parti yarın 4. kongresini gerçekleştirecek. Kongrede yapılacak muhasebe ve ortaya konulacak vizyonun önümüzdeki üç seçimde sınanacak olması kongreyi önemli kılıyor. Hem görev alacak yeni kadroların kimliği ve temsil niteliği, hem de topluma açıklanacak siyasi vizyon AK Parti'nin ve Türkiye'nin geleceği üzerinde etkili olacak. Kongre münasebetiyle, AK Parti'nin geride kalan on yılına dair bir siyasi bilanço çıkarmakta yarar var. Böylesi bir bilanço için, AK Parti'nin on yıllık iktidarını siyasal açıdan dört ayrı döneme ayırmak mümkün.
ÇATIŞMADAN DİRENME
AK Parti'nin 2002-2006 arasındaki dört yılı kapsayan ilk dönemine rengini veren asıl dinamik AB sürecidir. 28 Şubat sürecinin boğucu siyasi ikliminin ekonomik kriz ve toplumsal umutsuzlukla da birleşerek hüküm sürdüğü bir dönemde iktidara gelen AK Parti, kendisine yönelik kaygıları bertaraf etmek, vesayet kurumları lehine daraltılan siyasal alanı genişletmek ve birikmiş siyasal sorunları çözmeye yönelik demokratik bir inisiyatif geliştirmek üzere AB sürecine asıldı. AK Parti'nin bu dönemde, müesses nizama boyun eğmemeye kararlı olduğunu ancak kendisini henüz çatışmaya hazır hissetmediğini söylemek mümkün. AB süreci, hem iç ve dış politikada sivil inisiyatif alanlarının genişletilmesine hem de özel olarak askerin siyasal sistem üzerindeki etkisinin azaltılmasına büyük katkılar sağladı.
YÜZLEŞEREK MÜCADELE
Çatışmadan direnme dönemi, cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde sona erdi. Cumhurbaşkanlığı seçimi hem AK Parti'yi hem de vesayetçi aktörleri sahaya inmeye zorladı. Bu çerçevede, 2006-2009 arası dönem, AK Parti-vesayetçi aktörler arasında kıran kırana bir mücadeleye sahne oldu. Bu mücadelenin önemli kilometre taşlarını; Cumhuriyet mitingleri, 27 Nisan muhtırası, 367 kararı, 22 Temmuz seçimleri, yeni Anayasa taslağı, AK Parti'ye yönelik kapatma davası ve Ergenekon davası olarak anabiliriz. AK Parti hakkında açılan kapatma davasının kapat(a) mamayla sonuçlanması, AK Parti'nin zaferini tescilleyen bir işlev gördüğü ölçüde vesayetçi aktörlerin direncini kırarak mücadelenin hararetini düşürdü. Vesayetçi aktörler, AK Parti'yi kapatma gücünden yoksun olduklarını itiraf ederken mücadeleden vazgeçme niyetinde olmadıklarını da ortaya koydular.
TASFİYE VE İNŞA
AK Parti'nin kapatılamaması ve başlayan Ergenekon davası, 2009-2011 arasında, yeni bir dönem ve stratejiye start verdi: tasfiye ve inşa. Bu dönemin ilk dinamiği, Ergenekon, Balyoz, vb. bir dizi davayla asker başta olmak üzere, anti-demokratik enstrümanlara tevessül eden vesayetçi aktörlerin tasfiye edilmesiydi. AK Parti, hem bu davalara siyasi destek verdi hem de gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerle bu davaların yapılmasını mümkün kıldı. Bu davalar, ordu-siyaset ilişkilerinin demokratik bir düzleme çekilmesine hizmet ettiği ölçüde, orduyu siyaseti belirleyen bir aktör olmaktan büyük ölçüde çıkardı.
Vesayetçi aktörlerin tasfiyesi, vesayet ideolojisiyle hesaplaşmayı da mümkün kıldı. Açılım süreci, vesayet ideolojisinin beslendiği laik-Türkçü ulusinşa projesinin ürettiği sıkıntıları çözmeye yönelik kurucu bir vizyonu ifade ediyordu ve makbul vatandaş tanımının dışarıda bıraktığı siyasal kimliklerin hem devlet hem de toplum tarafından tanınmasını sağlamayı amaçlıyordu.
Tasfiyeyi amaçlayan askeri davaların ve inşayı hedefleyen açılım politikalarının ardından, tasfiye ve inşa dinamiklerini birlikte içeren referandum süreci başlatıldı. Referandum paketi, öncelikle, kendisini rejimin ordudan sonraki yeni bekçisi olarak konumlandıran yargının vesayetini kırmaya yönelik olsa da, 1961 Anayasasıyla kurulan vesayetçi siyasal sistemi demokratikleştirmeye yönelik iradenin yansımasıydı ve süregelen mücadelenin son raundunu temsil ediyordu.
İNŞA ÖNCESİ DURULMA
Referandumun %58 kabulle sonuçlanması, vesayetin demokrasi karşısında yenilgiye uğraması olarak okunurken yeni bir süreci başlattı: siyasal normalleşmeyi kurumsallaştırma ve yeni Türkiye'yi inşa. Her iki süreç de, doğal mecrasında ilerliyor aslında. Türkiye, geniş bir yelpaze içinde geçmişiyle yüzleşiyor ve yeni sürecin parametrelerine dair canlı bir tartışmayı sürdürüyor. Ancak inşa sürecinin beklenen hızda ve yönde hayata geçmediğine dair ciddi kaygılar da dile getiriliyor. En genel anlamda, hız ile ilgili kaygılar 'Ankaralılaşma'; yön ile ilgili kaygılarsa 'muhafazakârlaşma' terimleriyle dile getiriliyor. Bu kaygılar, AK Parti'nin vesayetle sürdürdüğü mücadele sürecinde etrafında kenetlediği 'demokratik koalisyon'un kimi unsurlarını endişeye ve alternatif ittifak arayışlarına sevketmiş durumda.
AK Parti, muhtemelen, uzun ve yoğun bir mücadele döneminden sonra daha kuşatıcı bir inşa süreci için durulma-toparlanma ve demokratik cepheyi tahkim etme stratejisi gütmektedir. Daha kuşatıcı bir inşa süreci için, 'yenilmişlik' psikolojisindeki kesimleri kazanmaya yönelik bir stratejiye ihtiyaç duyulmuş olabilir. Referandum sonrası dönemi, bu düşüncenin bir yansıması olarak algılamak mümkün.
Ancak, artan teröre paralel olarak öne çıkan güvenlikçi siyasal söylem, bölgesel gelişmelerin demokratik bir iklimi her zamankinden daha fazla gerektirmesi, yeni Türkiye'ye uygun yeni bir ulus tanımına duyulan ihtiyaç ve adil bir hukuk düzenine yönelik taleplerin siyasal dönüşüme yönelik destekleri azaltma riski doğuracak raddeye varması, vb. handikaplar, inşa sürecinin hız ve yönüne dair soru işaretleriyle yüzleşmeyi zorunlu kılmış durumda. Kongreler, partilerin muhasebe yapması ve yeni vizyon ortaya koyması için en uygun mecralardır. AK Parti, umulur ki, kongrede doğru bir muhasebe yapacak ve Yeni Türkiye'yi inşa etmeye yönelik demokratik bir vizyon ortaya koyacaktır.