Geçtiğimiz Salı günü açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı kapsamlı içeriğinin yanında yeni anayasaya yapılan vurguyla da öne çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan "insan haklarına dayalı bir devlet anlayışını öngören, yeni ve özgürlükçü bir anayasanın hazırlanması için bir başlangıç noktası olarak" takdim edilen planın nihai amacının yeni ve sivil bir anayasa olduğunun altını çizdi. Zira planın ana başlıkları arasında bulunan insan hakları koruma sistemi, yargı bağımsızlığı, adil yargılanma hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, hukuki öngörülebilirlik ve ifade özgürlüğü en başta anayasal düzeyde ele alınan hususlardır. Bu hususta elde edilecek esas reform anayasal zeminde gerçekleştirilebilecektir.
Eylem planı yasal ve idari düzeyde atılacak adımları içerdiğinden ister istemez 1982 Anayasası'nın çizdiği çerçeveyle sınırlı kalıyor. 1982 Anayasası'nın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yapılan tüm benzer girişimler anayasayla sınırlandırılmaktan kurtulamadı. Oysa insan haklarını temel alan hukuk devleti kurmak öncelikle anayasanın görevidir. Anayasa mefhumunun ortaya çıkışı toplumunun temel hak ve hürriyetlerini güvence altına alma arayışına dayanır. Demokratik hukuk düzenleri, insanların hak ve özgürlüklerini; yargının bağımsızlığı, hak arama hürriyeti ve kanunilik ilkesi gibi anayasal kurum ve normlarla temin eder. Bu teminat devleti de bağlayan bir sigorta niteliği taşır. Toplumdaki en üstün otorite devlet olduğundan temel insan haklarının devlet aygıtına karşı korunması hayati önem arz ediyor. Tarihsel süreçte bunu gerçekleştirmek için anayasayla sınırlı iktidar düşüncesi ön plana çıkmış ve kuvvetler ayrılığı ile denge ve denetleme mekanizmaları başta olmak üzere bir dizi kurum geliştirilmiştir. Yeni anayasanın 1982 Anayasası'nın aksine sınırlı ve fakat demokratik siyasi iktidarı tesis etmesi insan haklarını koruma bakımından birincil hedefi olmalıdır.
1982 Anayasası'nın kurduğu siyasi düzen bugüne kadar beşi çok kapsamlı yirmiye yakın anayasa değişikliği görmüştür. Bu değişikliklerle insan haklarına daha duyarlı bir görünüme kavuşturulmaya çalışılsa da anayasanın ruhuna hakim olan otoriter yaklaşım mevcudiyetini korumuş üstelik farklı saiklerle yapılan revizyonların sonucunda tutarsız bir hal almıştır. Ancak özellikle 2001, 2004 ve 2010 Anayasa değişiklikleriyle temel hak ve özgürlükler alanında önemli iyileştirmeler yaşanmıştır. 2017 Anayasa değişikliği meclisin içinden çıkan ve milletin dolaylı denetimine tabi olan iki başlı yürütme yapısına son vermiş, icra organını doğrudan halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı nezdinde birleştirerek yürütmenin demokratik meşruiyetini güçlendirmiştir. Toplumun hükümeti doğrudan değil meclis vasıtasıyla belirlemesi usulü, tıpkı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi parlamentodaki sandalye oyunlarıyla millet iradesinin ve arkasından temel hak ve hürriyetlerin çiğnenmesi karşısında çaresiz kalabiliyor. Halbuki 1997'de demokratik bir başkanlık sisteminin uygulandığı Türkiye'den söz ediyor olsaydık azınlık hükümetleri iktidarında gerçekleşen başörtüsü yasağı, katsayı eşitsizliği, işkence ve kötü muamele gibi türlü hak ihlallerinden söz etmek mümkün olmayacaktı.
Yeni anayasayı bu demokratik kazanım üzerine bina ederek millet iradesine aksi istikametteki girişimlerin hükümet etme gücüne tesir etmesini engellemek isabetli bir tercih olacaktır. Bununla birlikte yeni anayasada mevcut hükümet sisteminde ihtiyaç duyulan iyileştirmelerin yanında kuvvetler ayrılığı bağlamında ele alınması gereken temel konu yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı olmalıdır. Zira Türkiye'de yargı cumhuriyet tarihinin büyük bölümünde özgürlükleri gözetmesi bir yana ideolojik veya siyasi tasavvurlarla hak ihlallerinin faili konumuna düşmüştür. 2000'li yıllarda AK Parti'nin gerçekleştirdiği demokratikleşme ve yargı reformlarıyla bu konuda önemli ilerlemeler sağlansa da önce seçkinci vesayet odakları ve ardından da FETÖ'nün saldırıları bu iyileştirmelerin amacına ulaşmasını engellemiştir. Bu sebeple yeni anayasada yargı; insan haklarının en kritik güvencesi olarak her türlü araçsallaştırma teşebbüsüne kapalı bir biçimde yeniden yapılandırılmalıdır.
Öte yandan yargının dışında yeni anayasa kapsamında ifade ve basın özgürlüğü ile yasamanın denetim vasıtalarının geliştirilmesi, dikey ve yatay hesap verirlik mekanizmalarının daha etkin şekilde işlemesini sağlayacaktır. Böylece demokratik kontrol yolları çeşitlendirilerek insan haklarına dayalı devlet anlayışı tahkim edilmiş olacaktır. O halde Erdoğan'ın tıpkı 2011 seçimlerinden sonra olduğu gibi tüm siyasi partileri katkı sunmaya davet ederek yaptığı yeni anayasa çağrısı tarihi bir fırsat olarak görülmelidir. Bir askeri diktanın gölgesinde kalmadan demokratik yöntemlerle yeni baştan yapılacak sivil bir anayasa insan haklarını güçlendirmek için uygun zemini sunacaktır.
[Sabah, 6 Mart 2021].