Mısır’daki darbe aslında çok daha uzun soluklu bir projeksiyonun ürünüydü. Arap devrimleri sürecini sona erdirmek isteyen aktörler bu anlamda stratejik bir tercih yaparak Ortadoğu ve Arap coğrafyasının en önemli ülkelerinden olan Mısır’da rejimi kontrolleri altına alarak tüm bölgedeki demokratikleşme hamlesini sona erdirmeyi hedeflediler. Bu bağlamda Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi bölgesel, ABD ve Avrupa Birliği gibi küresel aktörlerin desteğiyle gerçekleştirilen Mısır darbesi, Ortadoğu tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıdır.
Nitekim darbe sonrası süreçte yönetimi kontrolü altına alan Sisi, kısa sürede baskıcı ve otoriter bir rejimin kurumsallaşmasına yönelik adımlar attı. Askeri darbeye destek olan ülke içindeki aktörleri ikna etmek amacıyla ilk etapta cumhurbaşkanlığına aday olmayacağını açıklayan Sisi, siyasi ve askeri kademelerde gücünü konsolide etmesine paralel olarak, iktidarda kalma konusundaki kararlılığını da göstermeye başladı. 2014’ün ocak ayında yapılan anayasa referandumunda çıkan yüzde 98’lik evet oyunun halkın kendisine yönelik teveccühünü gösterdiğini iddia eden Sisi, yapılacak ilk cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılacağını açıkladı. 26-28 Mayıs 2014’te düzenlenen tartışmalı seçimler sonucunda Sisi oyların yüzde 96’sını alarak cumhurbaşkanı seçildi.
İzleyen süreçte ülke içinde artan terör eylemleri karşısında etkisiz kalan Sisi rejimi, bir taraftan da muhaliflere yönelik baskısını yoğunlaştırdı. İnsan hakları ihlalleri nedeniyle uluslararası kuruluşların yoğun eleştirisine maruz kalan Sisi bu süreçte ciddi bir meşruiyet krizi yaşadı. Bu durumu özellikle İsrail, ABD ve Batı ülkelerinin desteğiyle aşmaya çalışan rejim, kötüye giden ekonominin rayına oturtulabilmesi için hem Körfez ülkelerinden mali yardım aldı hem de Uluslararası Para Fonu ile masaya oturarak yeni bir anlaşma imzaladı.
Sisi'ye ömür boyu başkanlık imkanı
Öte yandan Mısır’da tarihsel olarak yöneticilerle özdeşleşen “karizmatik lider” vasfını taşımayan Sisi, silik ve etkisiz bir figür olarak Mısır’ın giderek dış aktörlerin güdümünde bir ülke haline gelmesine neden oldu. Mısır siyasetinde etkili olan bu dış aktörler ise Sisi’nin ülke siyasetindeki varlığının kalıcı olması konusunda her türlü desteği gösterdiler. Bu durum geçtiğimiz hafta gündeme gelen anayasa değişikliği sürecinde yeniden ortaya çıktı.Mısır parlamentosundan bir grup Sisi yanlısı milletvekilinin girişimiyle başlatılan anayasal değişiklik süreci, ilgili komite tarafından 5 Şubat’ta kabul edildi. Değişikliğe göre cumhurbaşkanının dört yıl olan görev süresi altı yıl olarak belirlenirken, anayasada bir kişinin en fazla iki dönem cumhurbaşkanı seçilebileceğine dair hüküm de güncellenerek dörde çıkarıldı. Bu düzenlemelerden sonra Sisi’nin cumhurbaşkanlığı görevinde kalabileceği süre 2034’e kadar uzatılmış oldu. Ülkede şeffaf ve demokratik seçim süreçlerinin yaşanmadığı göz önünde bulundurulduğunda yeni değişiklikler Sisi’nin hayatta olduğu sürece cumhurbaşkanlığı görevine devam edebileceği şeklinde yorumlanmakta.
Bu, Mısır'ın yabancısı olduğu bir durum değil. Nitekim ülkede 1981’den 2011’e kadar görev yapan Hüsnü Mübarek döneminde cumhurbaşkanlığı için dönem şartı bulunmamakta ve aynı kişi sınırsız dönem bu görevde bulunabilmekteydi. Öyle ki 1981’den 2005 yılına kadar çok partili cumhurbaşkanlığı seçimi dahi düzenlenmemiş, Mübarek, büyük çoğunluğu kendi partisinin üyelerinden oluşan parlamentonun önermesi sonrasında yapılan referandumlarla sürekli olarak yeniden seçilmişti. Bu çerçevede Mübarek 1999 yılındaki referandumda yüzde 94, 1993’teki referandumda yüzde 96, 1987’deki referandumda yüzde 97 ve 1981’deki referandumda ise yüzde 98,5 oy alarak cumhurbaşkanı seçilmişti. Öte yandan ülkedeki demokrasi savunucularının eleştirileri sonrasında anayasa değişikliğine gidilerek çok adaylı başkanlık seçiminin yapılmasına imkan tanındı. 2005 yılında yapılan seçimde Hüsnü Mübarek Eymen Nur ile yarıştı ve oyların yüzde 88’ini alarak cumhurbaşkanı seçildi. 2011 yılında yapılması planlanan seçimlerde yaşı ilerleyen Mübarek’in ya da oğlunun aday olabileceğine dair gelişmelerin yaşanması üzerine Mısır’da yönetime karşı tepkiler arttı ve 25 Ocak 2011’de başlayan protestolar sonrasında Mübarek rejimi devrildi.
Devrim sonrası dönemde Mısır demokratikleşme yönünde adımlar attı, ülkedeki ilk şeffaf ve özgür cumhurbaşkanlığı seçimleri Müslüman Kardeşler hareketinin parlamentoda üstünlüğü sağladığı dönemde yapıldı. 2012’nin haziran ayında gerçekleşen seçimlerde Müslüman Kardeşler adayı Muhammed Mursi oyların yüzde 51,7’sini alarak küçük bir farkla da olsa cumhurbaşkanı seçildi. Bu dönemde Mursi yönetimi ülkede siyasi sistemin demokratikleşmesi amacıyla ciddi bir çaba gösterdi ancak bu girişimler bölgesel ve küresel aktörlerin desteklediği bir askeri darbe ile sonuçsuz bırakıldı. 3 Temmuz 2013’te düzenlenen askeri darbe ile Mursi görevden alındı ve Mısır, Mübarek döneminden daha kötü bir baskı sürecine adım attı.
Bu dönemde demokratik kurumlar ve yapılar askıya alınırken, rejimin insan hakları ihlalleri normal bir pratik haline geldi. Askeri yönetimin baskıcı uygulamaları ve rejimin kontrolündeki yargı sisteminin keyfi yargılama süreçleri nedeniyle on binlerce sivil muhalif haksız yere hapis ve idam cezasına çarptırıldı. Tarihinin en baskıcı dönemini yaşayan Mısır’da bu süreç Sisi’nin 2014’te cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından daha da arttı ve kurumsal bir hale dönüştü.
Batı demokrasi yerine askeri yönetime destek verdi
Darbeyi izleyen dönemde sadece bir dönem başkanlık yapma planı olduğunu belirten Sisi, izleyen dönemde halkın kendisine yönelik desteğini gerekçe göstererek 2018’deki seçimlerde de aday oldu ve mart ayında yapılan seçimlerde yüzde 97 oy alarak yeniden cumhurbaşkanı seçildi. Seçimin üzerinden bir yıl geçmeden Sisi yeni anayasa değişikliğini gündeme getirerek, uzun yıllar ülke siyasetindeki başlıca aktör olma niyetini ortaya koydu. 5 Şubat’ta Mısır parlamentosu tarafından kabul edilen bu düzenleme ile Mısır’da Sisi rejiminin uzun yıllar görevde kalması garanti altına alınmış oldu.Bu süreçte dikkat çeken husus Batılı ülkelerin Sisi tarafından önerilen anayasa değişikliği karşısında herhangi bir tepki göstermemesidir. Özellikle Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere gibi Avrupa’nın önde gelen ülkeleri ve ABD’nin Sisi’nin koltukta “sınırsız süre” kalma girişimine sessiz kalmaları bu yönetimlerin Mısır’da gerçek anlamda demokratik bir yönetimin kurulmasına karşı samimiyetsiz tutumlarını gözler önüne sermektedir. Mısır’da baskıcı rejimin kurumsallaşması karşısındaki çekimser tutumu Batı’nın Ortadoğu’da demokratikleştirici değil, otoriterleştirici bir aktör olduğunu da ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak Mısır’da Mübarek’in devrildiği 2011 yılından günümüze yaşanan gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda ülkedeki siyasi atmosferin giderek daha baskıcı bir hal aldığı gözlemlenmektedir. Hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, insan hakları ihlallerinin yaygın bir pratik haline geldiği ve rejimin keyfi uygulama ve düzenlemelerle ülkeyi yönettiği Mısır, demokratik anlamda hiçbir ilkenin varlığından söz edilemeyeceği bir ülke haline geldi. Bölgenin en güçlü ülkesi olma potansiyeli taşıyan ve bir dönem bu özelliğiyle öne çıkan Mısır, gelinen noktada demokrasiden uzak, istikrarsızlıklarla boğuşan ve ekonomik kalkınma anlamında gelişme kaydedemeyen bir ülke olarak kalmaya mahkum edilmektedir.
[AA, 12 Şubat 2019]