SETA > Yorum |
17 Aralık Sonrası AK Parti

17 Aralık Sonrası AK Parti

AK Parti, çok partili hayat boyunca, Türkiye siyasetinin bütün yapısal ve arızi frekans bozucularına rağmen dikkatini dağıtmamayı beceren tek parti oldu.

AK Parti kurulduÄŸu günden bu yana yedi kez seçimlere girdi. Üç genel, iki yerel ve iki de referandum geçiren AK Parti, girdiÄŸi bütün seçimleri kazanma baÅŸarısı gösterdi. Bu, siyasi hayatımız açısından bir rekor olmanın yanında; Türkiye’de siyasi, ekonomik ve toplumsal dinamiklerin en radikal ÅŸekilde deÄŸiÅŸim gösterdiÄŸi, yapısal kırılmaların yaÅŸandığı yıllarda hayata geçmiÅŸ oldu. Kaldı ki, aynı dönemde, ülke içi sancılara küresel ve bölgesel krizlerden payımıza düÅŸen çarpan etkisini de eklememiz gerekiyor.

AK Parti on yılı aÅŸkın sürede kendisine özgü bir seçmen kitlesi de inÅŸa etti. Gerek AK Partili gerekse de diÄŸer seçmen kitlesinin AK Parti ile kurduÄŸu iliÅŸki doÄŸru okunmadan, AK Parti’nin seçim baÅŸarıları da krizleri atlatma yeteneÄŸi de tam olarak anlaşılamaz. Tam da bu sebepten dolayı, AK Parti’yi kavramakta güçlük çekenlerin, farklı zamanlardaki ‘Cumhuriyet mitingleri’, ‘Kürt meselesi’, ‘17 Aralık’ vb. krizler ve sorunlar üzerinden yaptıkları analizlerin neredeyse tamamı benzer kliÅŸe formüller ve aynı umutlu bekleyiÅŸlere yaslanıyor. Bu aktörleri birleÅŸtiren ana çizgi ise büyük ölçüde siyaset karşıtlığından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil.

AK Parti, gireceÄŸi sekizinci seçimi de kazanırsa hakim parti vasfını alma ihtimali daha da güçlenecek. BaÅŸka bir deyiÅŸle, bayrak yarışını andıran ‘seçim üçlemesinin’ ilk ayağına önde baÅŸlayacağından, CumhurbaÅŸkanlığı ve genel seçimler için de avantajlı olacak. EÄŸer bir sonraki genel seçimleri de kazanarak iktidarını korursa, küresel siyasi partiler literatürüne Türkiye’den bir misal eklemiÅŸ olacak.

AK Parti, çok partili hayat boyunca, Türkiye siyasetinin bütün yapısal ve arızi frekans bozucularına raÄŸmen dikkatini dağıtmamayı beceren tek parti oldu. Stratejisini ve taktik hamlelerini bütün eleÅŸtirilere ve felaket senaryolarına raÄŸmen kendi takvimi içerisinde kalarak yürüttü. Tipik Türk siyasi oportünizmine sahici bir siyasi pragmatizm ile cevap vermeyi becerdi. Türkiye siyasetinin zorlu coÄŸrafi parçalanmışlığını dikkatli ve vasat bir siyasi dil vasatı üzerinden aÅŸmayı bildi.

AK Parti 2008’de kendisine açılan kapatma davası sırasında ‘Türkiye kazanacaksa biz kaybetmeye hazırız’ sloganını kullanmıştı. AK Parti’nin toplumla kurduÄŸu iliÅŸkinin sırrı aslında bu slogandadır. Seçmen AK Parti’ye destek versin veya vermesin 19. Yüzyılın sonlarından beri birikmiÅŸ olan ‘istikrar ve özgüven açığını’ farklı dinamiklerle ve farklı oranlarda AK Parti üzerinden giderdi. Ä°stikrar ve özgüven açığının üstüne ana belirleyici olan kimlik siyasetini de ekleyince AK Parti büyük ölçüde alternatifsiz bir konuma ya da hegemon siyasi aktöre dönüÅŸmektedir. 17 Aralık operasyonu sonrası ortaya çıkan krizde de seçmen davranışı ‘AK Parti kaybederse Türkiye kazanamaz’ denklemine oturdu. Bunu 30 Mart’ta hep beraber test edeceÄŸiz.
BaÅŸka bir ifade ile seçmen ‘inÅŸacı siyaset’ yapan aktör olarak sadece AK Parti’yi görüyor. Aynı ÅŸekilde seçmen, bir siyasi kriz çıktığında, Türk siyasetinde AK Parti ile baÅŸka bir aktörü deÄŸiÅŸtirmek yerine, AK Parti’nin kendisini deÄŸiÅŸtirmesini istiyor. Bu aslında Türkiye’de siyasetin büyük ölçüde AK Parti tarafından tahkim edildiÄŸi anlamına geliyor. Bunda ErdoÄŸan’ın becerileri kadar muhalefetin neredeyse siyaset dışı birer aktöre dönüÅŸmesi de rol oynuyor. Muhalefet partilerinin, Gezi ile baÅŸlayan 17 Aralık’la devam eden ‘siyaset dışı odaklara’, acziyet içinde, ‘siyaset alanlarını teslim etmeleri’ krizlerini daha da derinleÅŸtiriyor.

Bu durum, AK Parti’nin kendisi ve Türkiye için deÄŸiÅŸim yeteneÄŸini koruduÄŸu, muhalefetin de ÅŸikayeti ve ithamı siyaset zannettiÄŸi sürece devam edeceÄŸe benziyor.

[Star, 04 Mart 2014]